Halep…
İç çatışmaların Suriye'de baş göstermesinden sonra önemini iki cihetle korudu!
-Silahlı mücadelede psikolojik üstünlük unsuru,
-Sivil katliamlar.
Halep'in bir medeniyet sembolü olması bir tarafa, bu kadim şehir, vekâlet üzerine kurulu iç savaşın odak noktasına dönüştü.
“Halep oradaysa arşın burada” sözü sanki bahis oyununa dönüşen Suriye iç savaşının gidişatına işaret eder hale geldi.
Rejim açısından Halep'in düşmesi, rejimin düşmesiydi; silahlı unsurlar için bugünlerde Halep'in düşmeye yüz tutması rejim karşısında aldıkları ağır yenilgi anlamı taşımaktadır.
Bugünlerde yine sivil katliamlarıyla gündemin zirvesine çıkan Halep için iki vahim durum söz konusudur.
-Savaş stratejisi,
-Tekrarlanan sivil katliamlar!
***
Geçen yıl Aralık ayında Ankara'yı ziyaret eden Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesut Barzani, HDP heyetiyle bir görüşme gerçekleştirir. Bu dönem, Kürt bölgelerinde PKK'nin yürüttüğü “Çukur Siyaseti'nin” zirvede olduğu bir dönem olması açısından dikkat çekicidir. Başkan Barzani, HDP heyetine, “kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” kabilinden bir anısını anlatır:
“Bağdat yönetimi ile çatıştıkları dönemde bir şehri ele geçirmek istediklerini, ancak babası Melle Mustafa Barzani'nin buna şiddetle karşı çıktığını söyler. Gerekçe ise hem insani, hem ahlaki, hem de “savaş stratejisi” açısından oldukça dikkat çekicidir;
“Doğru strateji olmaz. Sonradan müdafaa edemeyeceğiniz bir yere girip ele geçirmek, hem oradaki halka hem de ele geçirene zarar verir!”
***
Suriye'nin Halep'i ve burada yaşanan katliamlar söz konusu olduğunda genelde herkes “Esad'ın zalim kimliğine” vurgu yapmakla yetinir. Pek kimse sivil katliamlarına çanak tutan Halep'teki “kirli savaş stratejisini” dikkate almaz. Oysa Saddam, Esad'tan daha az zalim değildi, daha az sivil de öldürmedi. Belki Melle Mustafa ahlaki bir strateji uyguladı diye Saddam'ın sivillere dönük katliam politikaları son bulmadı. Ama Melle Mustafa'nın sivil katliamlara çanak tutmayan stratejisinin, yıllar sonra da olsa “çukur siyasetçilerinin” gözüne sokulmuş olması, meziyeti açısından dikkate değerdi.
***
Ve dinmeyen, durmayan sivil katliamları…
Her gün yüzlerce sivilin en ağır bombardımanlarla paramparça edilmesi ve yaşanan esef verici tabloların eş zamanlı olarak ekranlara yansıması karşısında olayların sebep-sonuç ilişkisini irdelemek elbette anlamsızlaşmaktadır.
Bu tür tabloların duyu organlarımızı çepeçevre saran hâkim konjonktürel politikalarla örtüşmesi, meseleyi sebep-sonuç ilişkisi açısından irdelemeyi ayrıca imkânsızlığa mahkûm etmektedir.
Kaldı ki yaşanan savaş dramatiği içerisinde devasa sivil katliamlar ayrıca yürütülen pis politikalara malzeme yapılmaktadır. Sivil katliamlar, yol açtığı infialin lojistiğe tahvili açısından hep kullanılagelen bir geleneğin ürünü olmuştur. Bu pis gelenek piyasada alıcı bulduğu müddetçe de sivil katliamlar devam edecektir.
Sivillere dönük katliamları kabul etmemek, sivillerle dayanışma sergilemek, acılarına ortak olmak ve katliamlarda pay sahibi olanları her vesileyle lanetlemek ne kadar önemli ise, akan sivil kanlarının lojistiğe tahvil edilmesi geleneğini ve bu gelenekten medet umarak sivillere kurbanlık koyun muamelesi yapan meş'um geleneği mahkûm etmek de bir o kadar önemlidir.
Sivillerin topyekûn katliamdan geçirilmesine sebebiyet vermede ısrar etmenin de ne “direniş ahlakı”, ne de “cihad” anlayışıyla uzaktan yakından alakasının olamayacağını bir kez daha haykırmakta fayda vardır.