16 Mart 1988…Zehirli gaz bombalarıyla yüklü uçaklar Halepçe semalarında göründü, Saddam Hüseyin’den emir alan pilotlar zehirleri düşman diye çocuk, kadın ve yaşlıların başlarına döktü. Annesinin kucağında süt emen çocuklar, çocuğunun beşiğini sallayan anneler, evine ekmek götürmek için avuç içi tarlasında kara saban peşinde koşan babalar, camiye giden imamlar, talebelerine ders veren seydalar o zehirli gazlarla can verdi. Halepçe kasabası, Halepçe mezarlığına döndü.
“Hangi günahtan dolayı katledildiler?”, onları katletme emrini gerçekte kim verdi? Hangi gerekçe onların katlini meşru kıldı?
İslam dünyası sömürge yıllarından bu yana kapkaranlık duruyor: Sahne görünüyor, sahnenin arkası ise meçhul. Sebepler örtbas ediliyor. Kimlikler karmakarışık. Aktörlerin gerçek kimlikleri değil, sahte kimlikleri biliniyor. Memurun numarası var. Bağlı olduğu kurum belirsiz…
Uçakların kalktığı yer Bağdat… Emri veren Saddam… Saddam kimdi? Zehirleri kim ona verdi?
Saddam, Sünni bir Arap mıydı? “Evet” demek, koca bir yalan…
İslam dünyasında şahısların, ideolojilerinden bağımsız değerlendirilmesi, büyük bir oyun, büyük bir problemdir. Sırtımıza ideolojileri yüklemişler. Bizden olanları, ideolojilerle bizden ayırmışlar, bizden farklılaştırmışlar. Onların davranışlarına, bize ait olan kimlik değil, o ideolojilerin ürettiği kimlik yön veriyor.
Ama onlar algı mühendislerince hep bize ait olan kimlikle bize sunuluyor. Onların bütün kötülükleri bize ait olan kimliğin içine tıkıştırılmaya çalışılıyor. Zehir onlara ait; üzerindeki etikette bizim adımız yazılı. Bu zehir, bizden öldürebildiğini öldürüyor; öldüremediğini bizden nefret ettiriyor. Bize karşı savaşan bir düşmana dönüştürüyor.
Saddam Hüseyin Abdülmecid El-Tikriti… Irak’ta Sünni Arap El Hatap aşiretinin El Avja köyünden… Bu, sahte bir kimlik…
Onun gerçek kimliği, Saddam El Mişel Eflak’tır. Sosyalizm dünyasının Arap İslam coğrafyasındaki ulusal solcu Baas hücresine mensup bir militan…
Saddam’ın davranışlarına yön veren onun biyolojik babası, köyü, aşireti değil; onun düşüncelerinden etkilendiği Mişel Eflak’tır. Batı’nın İslam dünyasının iki kanadı Suriye ve Irak’ı Müslümanların başına bela etmek için görevlendirdiği Hıristiyan Mişel Eflak…
Mişel Eflak, çağdaşlık projelerinin taşeronlarından bir taşerondu. Malzeme olarak sosyalizmi ve milliyetçiliği kullanıyordu. Onun yürüttüğü proje, Habib Burgiba, Muammer Kaddafi, Cemal Abdunnasır, Hafız Esad tipi bir ürün verdi, Halepçe katili Saddam’ı ortaya çıkardı.
Saddam, Mişel Eflak’tan edindiği ulusal sosyalist kimlikle Iraklı bir Müslümana değil, Bosna’da katliam yapan Sırp Miloseviç’e, Hama’da katliam yapan Nusayri kökenli Hafız Esad’a benziyordu. Gerçekte Iraklı Müslümanların kardeşi değil, onların kardeşiydi. Onlar gibi inanıyor, onlar gibi yaşıyordu.
Miloseviç’in tavrına yön veren Ortodoks Hıristiyanlığı olmadığı gibi gerçekte Hafız Esad’ın tavrına yön veren de Nusayri kimliği değildi. Onlar, ülkelerini baskıyla yönetebileceklerine inandırılmış birer ulusal sosyalist militandılar; dünyadaki bütün ulusal solcu diktatörlerin birer kopyasıydılar.
Hiçbir ulusal solcu diktatör ve örgüt lideri, inançta, düşüncede, davranışta diğerlerine uzak değildir. Ulusal sol ideoloji katil diktatörler üretiyor. Halepçe katili de onlardan biriydi.
Ulusal solcu diktatörler, Batı’ya kafa tutmuş görünen oysa daima Batı desteğinde yol alan bir Batı çağdaşlığı maşasıdırlar. Saddam o maşalardan bir maşaydı. Nitekim ona o zehirleri veren, ona o hava gücünü sağlayan Batılı güçlerdi.
İslam dünyasındaki kör mezhepçilik Saddam’ı Sünni yaptı; ideolojilerin gücünden habersiz adı alim kimi tipler Saddam’a Sünnilik adına sahip çıktı, kimi Sünnilik adına ona düşmanlık etti.
Her iki taraf da Mişel Eflak’ın oyununa geldi. Bir Hıristiyan öğretmen, Saddam Hüseyin ve Hafız Esad diye iki evlat yetiştirdi. Koca İslam âlemi yarım yüzyıldır onun evlatları üzerinden kavga ediyor, birbirini suçluyor, Müslümanların enerjisini tüketiyor. Hama’ların, Halepçe’lerin katliamından birbirlerini sorumlu tutuyor, gerçek katiller perde arkasında duruyor.