31 yıl önce idi. Kürtler, Halepçe'de kimsesizliğin, dağınıklığın, parçalanmışlığın ağır faturasını bir "soykırım" ile ödeyeceklerdi. Tam 8 bin kadın, çocuk, yaşlı; ölümün nereden geldiğini, nereye kaçması gerektiğini bilmeden, şaşkın şaşkın koşuştururken "elma kokulu" ölümün kucağına yığılıverdi. Bir o kadarı da zehri teneffüs ederek malul hale geldi. Hastalık ve sakatlıklar yıllarca devam etti.
Zalimin yanında yer almayan Kürtler, bunun faturasını bir soykırımla ödedi. Yani Kürtler yine kendileri için değil, başkası için ölmüş, öldürülmüş, kökü kurutulmaya çalışılmıştı. Ne dünya Halepçe’ye sahip çıktı ne bölge ülkeleri ne de Kürtlerin kendileri kendilerine sahip çıkabildi. Yıllar sonra, zalim Saddam'ın halefleri dahi Halepçe'yi soykırım olarak tanıdı. Ancak Halepçe'de katledilenlerin 20 milyon akrabasını vatandaşlığında tutan Türkiye bile bu vahşeti soykırım olarak tanımadı. Oysa zalime zalim demek, sadece "zalim" kelimesini kullanmak değildir. Zalime ancak zalimi mahkûm etmekle zalim diyebilirsiniz. Ama o zalimi biz mahkûm edemiyoruz.
Halen Halepçe'yi doğru okuyamıyoruz. Ya da okumak istemiyoruz. Yüz yıldan beridir aslında Halepçeleri yaşıyor bu toplum. Soykırım şeklinde belki Halepçe'de kendini gösterdi. Ancak Kendisi için değil, başkasının çıkar ve siyasi hesapları için öldürülmeye devam ediyor. Osmanlı sonrası buraları işgal edenler, çekilip gittiklerinde herkes onların buralardan el çektiklerini sanıyordu. Aslında çizdikleri ihtilaflı sınırlarla belki kıyamete kadar buralarda kalmaya devam edeceklerini söylemiş oldular. Çizilen sınırlarda Kürt toplumunun dört ayrı ülke arasında bölüştürülerek birinci dereceden akrabaların, aynı aşirete mensup insanların aralarına mayınlar, tel örgüler koyduklarında bu toplumun geleceğine inkâr, asimilasyon ve başkasının bekasına hizmet etme yazılmış oldu.
Dört ülke arasında dağıtılan bu toplum, hem emperyalizmin İslam coğrafyasını dizayn etme, karıştırma, yönetme manivelasına dönüştürüldü hem de bu dört ülkenin kendi aralarındaki ihtilaf ve sorunlarda bir birlerine karşı kullandıkları birer silah haline geldiler. Kürt toplumu, hem bu ülkelerin hem de emperyalist dünya devlerinin eleman, örgüt, teşekkül devşirdiği münbit, aynı zamanda bakir bir sahası oldu.
O günden beri Kürt toplumu huzur ve selamet yüzü görmedi. Kavga, savaş, kan, gözyaşı, muhaceret eksik olmadı bu coğrafyada. Bütün bu acıları Kürt toplumu halen yaşıyor. Kavgası hiçbir zaman bitmedi. Ancak ölen, hep kendisi oldu. Hep başkasının kavgasını verdi. Yüz yıldır, hep başkası için kavga etmesi dayatıldı. Kendi sosyal, kültürel ve inanç değerleri uğruna kavga etmesine dahi izin verilmedi. Ne zaman kendisi için kavga etme yoluna girdi, işte o zaman soluğu Rusyalarda, Sibiryalarda aldı.
İşte Halepçe, tüm bu acıların ilmek ilmek işlendiği ve asla silinmeyecek bir insanlık hafızasıdır. İlgili tüm ülkelerin günahının yazılı olduğu bir hesap defteridir. Halepçe, tüm dünyanın, bölge ülkeleri ile işbirliği ederek, hep beraber katlettiği bir coğrafyadır. Ne Türkiye ne İran ne Suriye ne de Irak bu cürümden asla beri değildir. Bu soykırımın faturasını Saddam’a ödettirerek hiç kimse bu vebalden kurtulamayacaktır.
Hakikat haline gelen bir okumanın da artık yapılmasının zamanı gelmiştir; Kürt toplumu, bu coğrafyada sosyal, kültürel, etnik ve inançlarına dair tüm insanca yaşama hak ve hukukuna kavuşmadan, kavuşturulmadan bu coğrafyaya huzurun gelmesi mümkün değildir. Arapların Araplaştırma, Farsların farslaştırma, Türklerin de Kürt toplumunu Türkleştirme projeleri bitmeden bu topraklara sulh ve selamet gelmez. Dünya emperyalizminin emellerine hep beraber hizmet etmeye devam edeceğiz.
Kürt toplumu, dört coğrafyada da artık kendi kavgasını vermek zorundadır. Emperyalizm ve siyonizmin değirmenine su taşımadan, kendi sosyal, kültürel, etnik ve inançlarına dair haklarının davacısı olmalıdır. İlgili dört ülke de; bütün sosyal, kültürel ve diğer insanca yaşam hakları noktasında bu toplumu rahata kavuşturmadan kendileri de asla rahat yüzü görmeyecek, kardeşlik ve huzur tesis edilemeyecektir.