Bilindiği gibi Hz. Ömer (ra) Müslüman olmadan önce çok sert ve acımasız olarak tanınır Zayıf mü’min ve müminelere zamanında çok çektirmiştir. Müslüman olduktan sonra ise bu sertliğini İslam’ın lehine müşriklere yöneltip mustazafların hamisi olmuştur.
Özellikle Halife olduktan sonra oldukça mütevazı davranmış; güçlü orduları olan bir devletin başkanı olmasına rağmen fakir insanlar gibi sade bir hayat yaşamıştır. Giydiği elbiseler genelde yamalı olduğundan, onu tanımayanlar kesinlikle halife olduğunu anlayamazdı. Çünkü bazen dul bir kadına su taşırken görülür, bazen de günün yorgunluğunu hafifletmek için mescidin çıplak zemini üzerinde uyuduğuna şahit olunurdu. Kendisine niye kölelere işini yaptırmadığı sorulunca; “Benden daha iyi köle kimmiş?” diyerek karşılık verirdi. Hak sahibinin hakkına ulaşması, doğruların uygulanması gibi konularda titiz davranıp ayrıntıları bile bizzat takip etmiştir. Kendisi bir şeyi emrettiğinde veya yasakladığında önce kendi ailesinden başlardı. Aile fertlerini toplar ve “Şunu, şunu yasakladım (veya emrettim). İnsanlar sizi yırtıcı kuşun eti gözetlediği gibi gözetlerler. Allah’a yemin ederim ki, her hangi biriniz bu yasaklara (veya emirlere) uymazsa onu daha fazlasıyla cezalandırırım” şeklinde ikaz ederdi.
Hz. Ömer (ra), güçlü bir hitabet kudretine sahipti ve beliğ bir üslupla konuşurdu. Bu üstün kabiliyeti yazı metinlerinde de mevcuttur. Valilerine yazmış olduğu talimatları ve mektupları Arap dili için bir numune addedilmekteydi.
İbadetine de büyük önem verirdi. O ibadet ederken adeta bütün benliğiyle Rabbine yönelirdi. Halife olduktan sonra gündüz işlerinin yoğun olmasından dolayı nafile namazlarını gece kılardı. Ev halkını sabah namazına “Ve namazı ailene emret…” (Taha:132) mealindeki ayeti okuyarak uyandırırdı. Rabbine karşı duyduğu sorumluluğun altında adeta ezilirdi. Bunu şu şekilde dile getirmiştir: “Müslüman oluşum, namazları kılıp, orucu tuttuğum müstesna, nefsime zulmetmiş bulunuyorum.”(Şıbli.) Yemekleri de yaşamı gibi sade ve oldukça mütevazı idi. Ekmek (buğdaydan olduğu zaman kepekli), bazen et, süt, sebze ve sirke.
Hz. Ömer (ra)’in üstünlüğü, fazileti, dirayeti hakkında birçok sahih hadis bulunmaktadır. Bir-iki tanesini zikredelim:
“Gökte bir melek bulunmasın ki Ömer’e saygı duymasın. Yeryüzünde ise bir şeytan bulunmasın ki Ömer’den kaçmasın.” (Suyuti: Tarih-ül Hülefa133)
“Sizden önce geçen ümmetlerde bazen ilham sahipleri bulunurdu. Eğer benim ümmetinde onlardan biri bulunursa Ömer b. Hattab onlardandır.”(Müslim, Fedailüs- Sahabe II)
HZ. ÖMER (RA) DÖNEMİNDEKİ FETİH VE İCRAATLAR
Resulullah (sav)’ın sağlığında Arap yarımadası İslam’ın hâkimiyetine boyun eğdirilmiş. İnsanlar bölük bölük İslam’a girerek bey’at ettikten sonra Resulullah (sav) davayı insanlara ulaştırmaya engel olarak gördüğü zalim güçlerden biri olan Bizans imparatorluğuna karşı askeri seferleri başlatmıştı. Ancak Hz. Usame’nin ordusu yola çıkmadan önce Resulullah (sav) vefat eder. Hemen akabinde müslümanların 1. Halifesi Hz. Ebu Bekir (ra) kaldığı yerden devam etmiştir. 2. Halife Hz. Ömer (ra) de selefi gibi görevini hakkıyla yerine getirme say ve gayretinde bulunmuştur. Bunun için bir taraftan Suriye’nin fethinin tamamlanması için çabalarken öte taraftan İran cephesinde netice almak için ordular sevk eder. Allah (cc) her zamanki gibi yine taraftarlarına yardım etmiştir. Zamanın süper güçlerinden İran ordusu hezimete uğratılmış ve Kisra, saraylarını İslam ordusuna terk ederek doğuya kaçmak zorunda kalmıştır. Neticede İran’ın bazı şehirleri kılıçla, bazı şehirleri de sulh yoluyla İslam’ın hâkimiyetine boyun eğmiştir. Askeri harekât batıya kaydırılır. Kudüs H.16 (Miladi:637 ) da kuşatma altına alınır. Şehirdeki Hıristiyanlar direnmeyi denedilerse de sonunda barış isteyerek İslam’ın hükümlerine boyun eğmişlerdir. Ve şehri bizzat İslam Halifesine teslim etmek isterler. Bunun üzerine durum o zamanın İslam Komutanı olan Hz. Ebu Ubeyde b. Cerrah’a bildirilir. O da durumu bir mektupla hemen İslam Halifesi Hz. Ömer (ra)’e intikal ettirir. Hz. Ömer (ra) de Ashab-ı Kiramdan ileri gelenleri çağırarak müşavere eder. İstişare neticesinde İslam Halifesi yola çıkar ve şehri bizzat teslim alır. Orada kısa bir müddet kaldıktan sonra, İslam’ın Merkezi olan Medine-i Münevvere’ye geri döner.
H.21. yıla gelinince Azerbaycan, Ermenistan da dâhil olmak üzere, Horasan’a kadar bütün İran toprakları İslam devletinin sınırları içine alınmış ve Fars cephesinde askeri harekâtlar tamamlanmıştı. Öbür yandan Amr B. As da Allah’ın yardımıyla Mısır’ı fethetmeyi başarmış ve İskenderiye’de hazırlıklara girişen Bizanslıların üzerine yürüyerek orayı da ele geçirir. (Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi: Şibli Numani)
Asırlarca Bizans ve İran’ın zulmü altında ezilen, horlanıp değer verilmeyen insanlar Müslümanların adalet, kuşatıcı merhamet ve şefkati karşısında İslam Davasına fevc fevc bey’at edip iman etmeye başlarlar. Kendi dininde kalmak isteyenlere de hiçbir suretle karışılmayıp geniş bir inanç hürriyetine tanık olunmuştur.
Hz. Ömer (ra) cepheyi bizzat takip ederek ordular sevk etmekle beraber henüz oturmamış devleti teşkilatlandırmanın müesseselerini de oturtmaya çalışıyordu. Hz. Ömer döneminden önce ihtiyaç olmadığından orduya katılan askerler ve bunlara dağıtılan paralar belirli defterlere yazılmıyordu. İslam’ın sınırları genişleyince, bu geniş coğrafya içerisinde devletin etkinliğini sağlayabilmek için idari düzenlemeler yapılması zorunluluğu doğar. Aksi halde gelir-giderlerin hesabı yapılamazdı ve bunun neticesi olarak bazı karışıklıklar baş gösterirdi. Bunun için ilk defa Hz. Ömer (ra) döneminde bu ihtiyaca binaen “Divan” teşkilatı kurulur.
Hz. Ömer (ra) yargı işlerini bir düzene koymak için Valilerinden ayrı ve bağımsız olarak kadılar tayin etmiştir. Buna göre Kufe’ye, Şureyh b. El-Haris’i; Mısır’a da Kays b. Ebul-As es Sehmiyi kadı tayin etmiştir. Medine’de de Ebu Derda (ra) bu görevi yürütür. Bu dönemin tanınmış kadılarından biri de Ebu Musa el-Eş’ari’dir.
Hz. Ömer (ra) adalet üzerinde çok titizlikle durmuş; adaleti ifa etme konusunda hiç kimsenin yermesinden çekinmemiş ve asla müsamaha göstermemiştir. Haksız kişi vali veya oğlu dahi olsa kısas uygulamıştır. Çünkü yüce İslam Dininde üstünlük takva iledir. Irk, cins, makam… gözetilmez. Efendi-köle, Ağa-geda arasında hak ve hukuk açısından bir fark yoktur. Hz. Ömer (ra) bu prensibe titizlikle riayet etmiştir. Bundan olsa gerek, ismi anılınca ilk akla gelen, temyiz olmuş sıfatı adaleti olmuştur. O, her tarafta adaletin inşası için muhtaç ve yoksul kimseleri gözetmiş; imkânlarını her zaman zorlamış; çok çaba sarf etmiştir. Halka karşı son derece şefkatle yaklaşır; onların varsa problemlerini öğrenir; çözümlemek için gece-gündüz uğraşırdı. Bu konudaki hassasiyetini şu şekilde ifade ederdi: “Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah (cc) bunu Ömer’den sorar diye korkarım.” Uzak diyarlardaki halkın durumunu yakından görmek için seyahatler düzenlerdi. İslam Tarihinde de bu konuda birçok hikâye nakledilmiştir. Bunlardan meşhur olanı şu şekilde cereyan etmiştir:
Bir defasında Eslem’le birlikte Hara taraflarında dolaşırlarken ışık yanan bir yer görür ve Eslem’e; “Şurada gecenin ve soğuğun çaresizliğine uğramış biri var. Haydi, onların yanına gidelim” der. Oraya gittiklerinde bir kadını iki çocuğuyla üzerinde tencere bulunan bir ateşin etrafında otururken görürler. Hz. Ömer (ra), onlara; “Işıklı aileye selam olsun!” dedi. Kadın selamı aldıktan sonra Hz. Ömer yanlarına yaklaşmak için izin alır ve kadına yanındaki çocukların neden ağladıklarını sorar. Kadın, karınlarının aç olduğunu söyleyince Hz. Ömer merakla tencerede ne pişirdiğini sorar. Kadın, tencerede su bulunduğunu, çocukları yemek pişiyor diye avuttuğunu söyleyerek; “Allah bunu Ömer’den soracaktır” diye sitem etti. Hz. Ömer ona; “Ömer bu durumu nereden bilsin ki?” diye sorduğunda kadın; “Madem bilemeyecekti ve unutacaktı neden halife oldu?” karşılığını verir. Hz. Ömer bu cevap karşısında irkilerek Eslem’le birlikte doğruca erzak deposuna gitti. Doldurdukları yiyecek çuvalını Eslem taşımak istedi. Ancak Hz. Ömer (ra); “Kıyamet gününde benim yüküme ortak olacak değilsin. Onun için bırak da yükümü kendim taşıyayım!” diyerek buna izin vermedi; çuvalı omzuna aldı ve kadının bulunduğu yere götürdü. Orada bizzat yemeği Hz. Ömer (ra) hazırlayıp pişirdi ve onları doyurdu. Elsem; “O, ateşe üflerken şakakları arasından çıkan dumanları seyrediyordum” demektedir. Hz. Ömer oradan ayrılırken kadın; “Siz bu işe Ömer’den daha layıksınız” dedi. Hz. Ömer (ra); ”Ömer’e dua et. Bir gün onu ziyarete gidersen beni orada bulursun” dedi.
Hz. Ömer (ra) döneminde yapılan icraatlardan biri de okulların açılıp müderrislerin tayin edilmesidir. Özellikle İslam’ın Müslüman olmayan insanlara öğretilmesi ve tebliğ çalışmalarının yürütülmesi için sahabelerden ve diğer âlimlerden istifade etmiş ve onları değişik bölgelerde görevlendirmiştir. Kur’an, Hadis ve Fıkıh öğretimi ile uğraşan bu âlimleri maaşa bağlamıştır. Hz. Ömer, birçok yere cami inşa etmiştir. Rivayetlerde aktarıldığına göre onun döneminde dört bin tane cami yapılmıştır. (Ahmed en-Nedvi, Asrı Saadet. )
Teravih namazının cemaatle kılınması Hz. Ömer (ra) döneminde olmuştur.
İlk defa takvim de Hz. Ömer (ra) döneminde, Hicret baz alınarak oluşturulmuştur.
İlk defa H.17’de para yine o dönemde bastırılmıştır.
Kufe ve Basra şehirleri de Hz. Ömer (ra) döneminde inşa edilmiştir. (H.17)
Hz. Ömer (ra) hadis rivayeti konusunda çok titiz davranmış ve gerektiğinde bazı kimseleri sorguya çekmiş, rivayet ettikleri hadis hakkında şahitler istemiştir. (Suyuti Tarih-ül Hulefa)
HZ. ÖMER (RA)’e GELİN OLMAK
Hz. Ömer (ra) halife iken raiyeti altında bulunan insanların durumlarını bizzat yerinde görmek için zaman zaman tebdili kıyafet yapmış ve Medine-i Münevvere’nin sokaklarını dolaşmaya çıkmıştır. Bir evin önünden geçince evden seslerin geldiğini duyar, durup kulak kabartır. Bir anne ve kızıdır konuşanlar:
Anne;
—Kızım! Yarın satacağımız süte su karıştır” der.
Allah(cc) korkusunu kendine libas edinmiş, mübarek kızı ise;
—Anne! Halife süte su karıştırmayı yasak etmedi mi? Diye cevap verir.
Annesi;
—Kızım, gecenin bu saatinde Halifenin nereden haberi olacak? Diye cevaplandırır.
Kızı;
—Anne! Anne! Halife uyuyor, haberi olmaz olabilir; ama unutma ki her şeyi bilen Âlim, her şeyi ve herkesi gören Basir ve her şeye kadir olan yüce Mevla’mız Allahu Teala bizi görüyor, duyuyor ve her halimizden haberdardır. Hilemizi insanlardan gizleyebiliriz, fakat her şeyi bilen ve gören Allah (cc)’tan nasıl gizleriz? diye cevap verir.
Hz. Ömer (ra), bu kızın güzel ahlakına çok hayran kaldı. Bu durumu hanımına da anlattı. Sonra da, o kızı, oğlu Asım’a nikâhladı. Kız Hz. Ömer (ra)’e gelin oldu. Ve rivayetlere göre Ömer b. A.Aziz (ra) bunların torunudur.
Hz. Ömer (ra)’e gelin olmak ne kadar kolay ve ne kadar zor! Herkes bunun cevabını kendi içinde taşıdığı Allah (cc) korkusuyla tartsın. Allah’ın her şeyi bildiğini ve gördüğünü bilmek, ondan bir şey gizlenemeyeceğini idrak etmek ve o hal ile yaşamak. “Öyle bir günden korkun ki, o günde Allah’a döndürüleceksiniz. Sonra da herkese kazandığı tamamıyla ödenecek ve hiçbir zulme uğramayacaklardır.” (Bakara:281)
HZ. ÖMER (RA)’in KERAMETLERİ
Hz. Ömer (ra)’den birçok keramet sadır olduğu kaydedilmektedir. Bunlardan meşhur olan şu iki rivayeti zikredelim:
EY SARE! DAĞA!
Yer Medine… Emir-ül Mü’minin, Cuma hutbesinde… Anlattığı mesele ile hiç alakası olmayan bir söz söylüyor: “Ey Sare dağa!” Cemaat, Hz. Ömer’in bu hitabına bir anlam veremez, ama işin içinde bir iş olduğunu da bilirler. O sıralar Hz. Ömer (ra) cihad için seriyeler çıkarmıştı. Bu seriyelerden biri düşmanın pususu ile karşılaştı. Düşman arkada, dağ tarafında pusu kurmuştu. Tam düşman saldırıya geçeceği sırada Emir-ül Müminin bu durumu seriyeye haber verir. Aradan zaman geçer ve seriye zaferi kazanır. Derken Medine’ye dönülmüştür. O gün Cuma hutbesinde Hz. Ömer’den bu garip sözü duyan cemaat, kumandana sorar: “Falan gün, falan vakitte ordu ne haldeydi? Ne ile karşılaştınız?” Kumandan; “Bahsettiğiniz vakitte biz savaşı kaybetmek üzere idik. Birden Emir-ül Müminin bana seslendi ve dağa doğru yönelmemi isteyerek, oradaki düşman pususunu haber verdi. Biz de onun dediğini yaptık ve savaşı kazandık” diye cevap verir.
AKMAYAN NİL’İN TAŞMASI
Mısır, Hz. Ömer (ra)’in halifeliği zamanında Amr b. As tarafından fethedilmişti. Mısır’daki adetlere göre Haziran ayını on iki gece geçince, bakire bir kızı güzelce süsleyip giyindirir, sonra da Nil’e atarlardı. Böylece Nil nehri taşar ve çevresini sulardı.
Yılın o günü gelip çatınca Mısırlılar Amr b. As’a bunun için başvururlar. Amr onlara;
—Böyle bir işin İslam’da yeri yoktur. İslam geçmişteki kötü adetleri kaldırmıştır” diyerek izin vermedi.
O yılın Haziran, Temmuz ve Ağustos aylarında Nil nehri hiç kabarmayıp taşmayınca kuraklık başlar. Derken halk göç etmeye hazırlandı. Bunun üzerine Halife’ye bir mektup yazılarak durumdan haberdar edilir, yapılması gerekenin ne olduğu sorulur. Hz Ömer (ra), Amr b. As’a şöyle der:
—Şüphesiz ki sen doğrusunu yapmışsın. Elbette İslam, geçmiş kötü adetleri kaldırmıştır. Sana mektubun arasında ayrıca bir pusula gönderiyorum. Bu pusulayı Nil nehrine at.
Amr, pusulayı okudu. Şöyle yazıyordu: “Allah’ın kulu ve müminlerin emiri Ömer’den Mısır Nil’ine. Eğer sen kendiliğinden akmakta idiysen, şimdi de akmayıver. Fakat bir ve kudret sahibi Allah’ın emriyle akıyor idiysen, Allahu Teala’dan dileriz ki seni akıtıp taşırsın.”
Amr bu pusulayı Nil nehrine attı. Bir sabah nehrin yedi-sekiz metre kadar yükselerek taştığını gördüler. O günden sonra Nil’in bu hareketi, günümüze dek sürüp gelmiştir. (Tarih-ül Medineti Dimaşk, 44/337 – el-Bidaye ve’n Nihaye, 7/107 Kenzül-Ummal;İbni Kihiye Fethi Mısır.)
HZ. ÖMER (RA)’DEN BİR KAÇ SÖZ
*Sana kötülük yapan kimseyi ona iyilik yaparak cezalandır.
*Hakikati anlayıncaya kadar kardeşinin davranışını iyiye yor.
*Müslüman kardeşinin ağzından çıkan bir lakırdıyı, iyiye yorman mümkün oldukça, kötüye yorma.
*Taat anında kendini zavallı gör. (Hayat-üs Sahabe-4 209/211)
ŞEHADETİ
Hz. Ömer (ra), on buçuk yıl halifelik yaptıktan sonra, H.23’te Muğire bin Şubenin Feyruz adlı Ebu Lü’lüe lakaplı Hıristiyan kölesi tarafından, sabah namazı için safları düzeltirken, hançerlenerek altı yerinden yaralandı. Bu yaralar neticesinde şehid oldu.
Şehadetinden önce Halifelik hususunda şöyle yapmıştır:
Hz. Ömer (ra), kendinden sonra halifeliğe, Cennetle müjdelenen on kişiden Ebu Ubeyde bin Cerrah’ı uygun görüyordu. Ebu Ubeyde Şam’da başkomutan iken veba hastalığından ölmüştü. Cennetle müjdelenenlerden 7 kişi hayatta kalmıştı. Bunlardan Hz. Ömer’in eniştesi ve ayrıca amcasının oğlu olan Said bin Zeyd dünyadan el-etek çektiği için, Hz. Ömer, Onun cennetle müjdelenen diğer 6 kişinin danışma kurulunu oluşturmalarını ve 3 gün içerisinde içlerinden birini halife seçmelerini emretti.
Oğlu Abdullah’a da şura heyetinde bulunmasını, ancak sadece oy kullanmasını istedi. Heyet uzun müzakerelerden sonra Hz. Ali ile Hz. Osman üzerinde durmaya başladı. Danışma meclisi, sonunda işi meclis başkanı Abdurrahman bin Avf’a bıraktı. O’da Hz. Osman’ı seçti.
Hz. Ömer’in üç ayrı hanımından, beşi erkek, toplam 9 çocuğu olmuştur. Kızlarından Hafsa’yı Peygamberimizle evlendirme şerefine ermiştir. Büyük oğlu Abdullah, “İbn-i Ömer (Ömer’in oğlu)” adıyla meşhur olup fakih, muttaki ve çok hadis rivayet eden sahabelerdendir.
Ya Rab! Bizleri Peygamberimizin ‘Gökteki Yıldızlar’ diye tanıttığı o güzide insanların sahip olduğu güzel ahlaka ulaştır. Bizlere o güzel insanların sahip olduğu fedakarlık, sabır, cesaret gibi hasletleri nasip eyle (amin velhamdulillahi Rabbil Alemin).
İnzar Dergisi