Halk Fırkası’ndaki Türkçe ve Vergi

Mirali YILDIRIM

Cumhuriyet Halk Fırkası, gerçek anlamda bir Türkçe ve vergiyle tanışamadı. Bu durum da onun, halk ve hakikatten koparan ucube yönüdür.

CHF, CHP’ye dönüştü ama değişen hiçbir şey olmadı.

Hala Milli Şeflerin yasa ve yasakları! Hala haşere ve hayvanatın sığınağı olmuş o metruk kaleler…

Düşünebiliyor muyuz? 1921’lerde konuştukları cumhuriyet; 1960’larda ezici oy alan bir başbakan asıyor; 5-10 yılda bir askeri darbe yapıyor; halka ve Hakk’a rağmen!!

Önceki “fail-i meçhuller, suikast; açık oy, gizli tasnifler; ahıra çevrilmiş camiler…” de cabası!

Krallık isteyenlere bu şart ve ortamda ne diyebiliriz ki?

Türkçeleri; Altay dağlarından, Ötüken ormanlarından gelen Türkçeye benzemiyor. Yüz yıl önceki Anadolu Türkçesine de benzemiyor.

“Şeytanları, kandırgaç; kalemleri, yazgaç; arabaları, getirgeçli götürgeçtir…” bunların.  Vatandaşları, yurttaş olur ama deniz sahillerine yaklaşabilenler sadece ve sadece yurttaşlardır.

Mustafa Kemal’e dizdiği övgülerden sonra Ankara yoluna koyulan Aşık Veysel de bu vatandaşlardan olmalı ki Çankaya’nın semtine dahi yaklaştırılmamıştı virüs bulaştırır diye! Yani yurttaş olmak bile ruhsat ve vizeye bağlı.

Türkçeleri; anlaşma aracı değil, ilgi alanlarına girmeyen din ve değerlerle uğraşma; değerler üzerine tiyatral senaryolar yapma aracıdır.

Allah lafzı onları ürkütür; azaba düşürüyor belli!

“Tanrı uludur..!” dediklerinde bile; Ötüken ormanlarındaki “tengriyi” değil; Olimpus Dağındaki Yunan tanrılarını kastediyorlar! Mesela Zeus, Promete, Herkül gibi

Allahu ekber… sedasını duyan şeytanlar, sesin duyulduğu en son noktaya kadar kaçarmış ya…!  Nedir bu rahatsızlık, nedir bu kin ve nefret ey millet?

İşleri güçleri meşk, eğilince, saz, davul, zil-zurna ama ramazan davulu çalınca yine sığınacak yer arar; tencere tava çalarlar.

Öyle ki mabetlerin içine kanunsuz dalar, müezzin döverler. Gözleri kararır, başları döner, cin çarpmışa dönerler!

Din kelimesi duyulduğunda, yerleşim birimlerinin dışına yönelirler. Ezan ve Kur’an sesleri duyduklarında ise bu seslerin zor duyulduğu dağlara kaçarlar..

Muhkem mevzilere sığınanlar; diş biler, çatık kaşlarla tehlike saçarlar.. İşte o zaman;

“Ok atılır kal’asından/ Hak sağlasın belasından/ Cahillerin narasından/ Her yer gümbür gümbürlenir” amma unutuyorlar; keskin sirke küpüne zarar. Ateş düştüğü yeri yakar hemi de cirmi kadar!

Ayrıca -şakadan da olsa- her uygun zeminde kullandıkları Mevlana çağırıyor:

Bazâ! Baza! Her an çî-hestî bazâ!

Ger kâfîr u gebr u putperestî bazâ!

În dergehî mâ, Dergehî Nevmmîd nîst!

Eger sed-bâr TEVBE şîkestî bâzâ!

“Gel..! ne olursan ol yine gel (ama şişeyi şarabı çöpe atarak)!/Kafir, putperest, Mecusî isen de gel/  Yüz kez tövbe bozmuş (özürlülerden) isen de gel / Dergahımız, umutsuzluk dergahı değil!/ Yüz kez tövbe bozsan da (ama İslam’a ve insafa) gel!”

Sizin gülüm; İslam’a ve değerlerine karşı esasen derin yaralarınız var! Diyemiyorsunuz ama her fırsatta Gayretullaha dokunuyor; inananları incitiyorsunuz; değerleriyle oynuyorsunuz! Halkla, gönülbağınız yok, bari ticari bağ hatırına yerli davranın diyecem amma nerdee!

Hep yanlış yaptınız; olmadı, olmuyor, olamaz da! Yanlış yaptık deyin, siz de inananlar da kurtulsun! Her defa sandığa neden gömüldüğünüzü sanıyorsunuz?

Bu zihniyetlerle, seçim sandıklarında ortaklık yapan tanımsız muhafazakârların kulağı çınlasın; ömür bitmeden, Ecel Celladının Seyfi çalmadan vesselam!

Kürtlere Deli Dumrul Dayatmaları

ABD ve Haçlılar; HDPKK’nin şahsında, Kürt ve Kürdistan’a; “sürekli ihale ve daimi bir savaş ve Ortadoğu’da mikser görevi görün” diyor. “Devlettiniz,”, şu tepenin ardındaki Yeşil Vadi’de deseler de hep muamma çözdürüyorlar. Halepçe canisine kimyasal kullandırdılar ama Vahyin topraklarına yerleşmek için ve kabuk tutmuş yarayı kanatmak için.

Civardaki kardeş milletler de Haçlı istihbaratlarına daimi iş ve ihaleler çıkaracak Çözüm ve yol haritalarını geçemiyor. Kanunsuz korkularla yaşayanların korkuları, illa ki korkanların başına gelecek. Bu Allah’ın vadidir ama buna rağmen adalet ve uhuvvet üzere o korkularla yüzleşemiyoruz.

HÜDAPAR’ı bekleyen

Yüz yıldır “ötelenen, redd ve inkar edilen, kangrenleşen, -belki de çözülür diye- yok sayılan ama asıl sorunumuz olan; Ümmetin sıhhat ve selameti çözülmesi zaruri olan kadim problem ve açmazlara reçeller üreten bir HÜDAPAR’a doğru gidiyoruz. “Rê dûr e, derîv teng e..” İş çok, imkanlar kısıtlı ama niyet halis, yol doğru! Rabbim bildiği doğrularla amel etmeyi; bilmedikleri konularda da yar ve yardımcıları olsun!

Fransa’da Olanlar

AB ve Batı’nın tüm değerlerinin iflası ve imhası demek oluyor. Dünyaya ve insanlığa anlatacakları hiçbir değer ve güzellikleri de kalmamıştır. Russeo, Dante, Hugu, Shakespearelerini Olimpus Dağı’nın tanrılarının yanına gömsünler; başlarına çalsınlar!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.