Halkın Orucu

Yusuf AZAD

Tarihte başka örneği var mı bilmem ama bütün tahribata, tarihi eskimişliğe, modern hayatın dayatmışlığına rağmen oruç ve bayram ibadetleri Müslüman toplumların, hasseten yaşadığımız ülke halkının ilk gündeki heyecanı ve şekli ile ifa ediyor olması hayret ve heyecan duygularımın zirve yapmasına sebep oluyor.

İslam toplumlarında bir ay olmasına ve gün boyu yemeden içmeden tutuluyor olmasına karşın toplumun kahir ekseriyeti (mazeretleri olanlar hariç) oruç tutuyor. Öyle ki tutmayanlar hemen göze batıyor ve sırıtıyorlar. Hele bayramlara hazırlık, heyecan ve katılım toplumun tüm katmanlarını (oruç tutmayanlar dahil) iç içe geçiren, bir tek katmana dönüştüren bir cuş-u huruşun tecellisidir adeta.

Asıl meseleye gelecek olursak; çok derinlikli bir oruç fıkhına ve felsefesine sahip değilim. Ancak ortalama bir vatandaş gibi benim de konu hakkında birkaç değerlendirme yapacak kadar bir bilmişliğim vardır. Yıllardır Ramazan ayında televizyonlarda, özel ramazan programları ve sohbetlerinde duyduklarım nedense beni hep endişelendirmiştir. Hangi TV'yi açsan, hangi hocayı hangi bilirkişiyi dinlesen Ramazana dair, anlattıkları ve halktan istedikleri şey toplumun vasatına o kadar uzak ki… Vasatın uygulanması o kadar imkânsızlaşıyor ki bu tür tavsiyeler çoğu kez faydadan çok zarar veriyor. “Kolaylaştırın” ilkesinden uzak adeta “ağırlaştırılmış bir Ramazan ayı”… Zaten çalışan ortalama bir vatandaş için oruç belli şartlarda tutulması zor ve yürek isteyen bir ibadettir. Özellikle yaz aylarında çalışırken açlık ve susuzlukla mücadele etmek, sinirlerine hâkim olmak; bu ibadetin büyüklüğünü idrak etmiş olmak ve bedelini Allah'ın kendi cömertliğine bıraktığı sevabına nail olmak için oruç tutmak yeter de artar bile.

Oysa halka dayatılan “geçerli oruç modeli” neredeyse toplumun kahir ekseriyeti için yapılması imkânsız ibadetler silsilesini içeren modeldir. Bilinen bütün sünnet ve nafile namazları kılmak, gece namazına kalkmak, siyer, fıkıh, meal okumak, i'tikafa girmek, komşu, akraba, yetim, yakın ve yoksulları ziyaret etmek, cüz okumak, mukabeleye katılmak, bütün vakit namazları camide cemaatle kılmak, iftarı bilmem hangi yiyecek ve içeceklerle ve bilmem hangi tertibe göre açmak, az yemek, az çeşit yemek, eğlenmemek, kötü söz söylememek, konuşmamak, bağırmamak, sinirlenmemek, yutkunmamak, tükürmemek, münakaşa etmemek, teravihe gitmek, iftara gitmek, iftar vermek, hayır kuruluşlarının işlerine koşmak, gündüz uyumamak… bu zinciri alabildiğine uzatmak mümkündür. Ve adeta bu zincirin halkalarından biri eksik olunca zincir kopmuş ve oruç sayılmazmış gibi ağırlaştırılmış oruç ibadeti dayatılıyor. Hele “orucu neler bozar” başlığı altında söylenen ve yazılan öyle şeyler vardır ki; orucunuz bozulmasın diye paranoyak derecede hassas ve tetikte olmak lazım. Bir de mezhepten mezhebe gerdirilen “zorlaştırınız” ipi var ki topluca sımsıkı sarıldınız mı “kurtuluş” yok akşama oruçlu çıkamazsınız. Bu ip topunuzu asmaya yeter de artar bile. Elbette ki bu sayılan ibadetleri ve güzel hasletleri imkânlar ölçüsünde daima ifa etmek lazım. Ancak herkesin empati kurması lazım. Ortalama bir memur, bir esnaf, bir işçi, bir seyyar satıcı bu en derin âlimlerimizin en kalın kitapların en ücra yerinden en derin yorum ile çıkardıkları kurallar ve mükellefiyetler silsilesini oruçluluğuna rağmen ifa edebilir mi? Eğer cevabımız evet ise mesele yok. Cevap hayır ise birçok meselede olduğu gibi oruç meselesinde de toplumun vasatını yakalayamadığımızı idrak edip; vasat toplumun meşakkatle ifa ettiği ibadetini gözünde değersizleştirecek ve belki de bir kısmının hasbelkader yaptığı ibadetinden soğutacak söz ve nasihatlerden kaçınmak lazım. İnanın günlük hayatta şu orucu ağırlaştıranlar yüzünden tuttuğu oruçtan mutmain olmayan, tutup tutmama arasında ikilem yaşayan çokça insana rastlıyoruz. Bilakis bütün şartlar aleyhinde olmasına karşın, bütün müfsitler sahada olduğu halde, bağlanmış taşlara inat bütün şeytanlar işbaşındayken hem evine ekmek götüren hem de kahramanca oruç tutan halkımızı, bazı yanlış tutum ve söylemlerine rağmen tebrik etmek, tutmayan veya tutamayan kardeşlerimizin de bu yürekli halk eylemine katılacağı dileğiyle dua etmek lazım.

Oysa “kolaylaştırma” ve “hüküm vermede yanılırsa bile sevap alma” gibi dinimizin en temel ve en insani iki ilkesinden “kolaylaştırma”yı unutmuşa benziyor bir kısım hüküm koyucular. Gazetemizin başyazarı Muhterem Mehmet Göktaş Hoca'mızın bir yazısında gözaltında çıplak bırakılmış vücuduyla işkencelere duçar olurken, kan-revan içinde namaz kıldığı için, bilahare bu namazların kazasını yapmaya kalkışan bir kardeşimize atfen “vallahi sen bir daha bu namazları kılmayacaksın. Ben işkence altındaki bu namazından daha hayırlı bir namaz tanımıyorum” demişti bir yazısında.

Yine cinsi münasebetten bozduğu orucun kefaretine bedel köle azad edemeyeceğini bildiren sahabiye, itirazı üzerine altmış gün oruç öneren, yine “tutabilseydim bozmazdım” itirazı üzerine, altmış yoksulu doyurma önerisine de gücü yetmediği için olumsuz cevap veren sahabiye, getirilen bir sepet hurmayı çevresindeki yoksullara dağıtmayı isteyen Peygamber'e; “bu civarda benden daha yoksulu yok” diyen adama; azı dişleri görününceye kadar gülüp “git çoluk çocuğunla o hurmaları ye” diyen bir peygamberin ölçüsünden daha İslami daha insani daha esnek bir ölçü bilmiyorum.

Âlim ve bilginlerimize düşen; halkı yüreğiyle yaptığı ibadetlerde daha da cesaretlendirip cesaretlerini büyütmek, sevgilerini çoğaltmaktır. Yaşadığımız toplumda tek başına oruç tutmak büyük bir erdemdir ve ayırt edicidir. Oruç tutan ve tutmaya niyetlenen, içinde tutma arzusu taşıyan, Bayram'ı ve Bayram sevincini yüreğiyle sevgi ve heyecanıyla büyüten halkımızı saygıyla selamlıyorum.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.