Toplumları değiştirmek ve dönüştürmek insanlık tarihinin en zor, en meşakkatli uğraşlarından olmuştur. Bu işle uğraşıp başaranlar da aynı zamanda sıkıntılara en çok düçar olan seçkinler, önderler olmuş. Bir toplumun hayatına yeni bir davranış kazandırmak, toplumun tamamını bu davranışı benimser ve yapar hale getirmek ve özünü değiştirmeden binler yıl devam ettirmek imkânsız derecesinde zordur.
Tarihte başka örneği var mı bilmem ama bütün tahribata, tarihi eskimişliğe, modern hayatın dayatmışlığına rağmen oruç ve bayram ibadetleri Müslüman toplumların, hasseten yaşadığımız ülke halkının ilk gündeki heyecanı ve şekli ile ifa ediyor olması hayret ve heyecan duygularımın zirve yapmasına sebep oluyor.
Başka bir din ve millette bu kadar yoğun yaşanan –gerek biçim gerekse kapsam olarak- bir oruç ve bayram var mıdır bilmem. Dünya nüfusuna oranlandığında irapta mahalli olmayan Yahudilerin bir günlük oruç ve bayramları vardır. Hıristiyanların da yine toplumun çok az kesiminin önemsediği, belli gıdalardan mahrum kalma şeklinde kısa süreli oruç ve daha ziyade çılgınca eğlenme şeklinde sokakta karnaval havasında geçen, ya da büyük bir kısmının tatile çıkarak kutladığı Paskalya bayramı var.
İslam toplumlarında ise bir ay olmasına ve gün boyu tutuluyor olmasına karşın toplumun kahir ekseriyeti (mazeretleri olanlar hariç) oruç tutuyor. Öyle ki tutmayanlar hemen göze batıyor ve sırıtıyorlar. Hele bayramlara hazırlık, heyecan ve katılım toplumun tüm katmanlarını (oruç tutmayanlar dahil) iç içe geçiren, bir tek katmana dönüştüren bir cuş-u huruşun tecellisidir adeta.
Asıl meseleye gelecek olursak; çok derinlikli bir oruç fıkhına ve felsefesine sahip değilim. Ancak ortalama bir vatandaş gibi benim de konu hakkında birkaç değerlendirme yapacak kadar bir bilmişliğim vardır. Yıllardır Ramazan ayında televizyonlarda, özel Ramazan programları ve sohbetlerinde duyduklarım nedense beni hep endişelendirmiştir. Hangi TV'yi açsan, hangi hocayı, hangi bilirkişiyi dinlesen Ramazan'a dair, anlattıkları ve halktan istedikleri şey toplumun vasatına o kadar uzak ki… Vasatın uygulanması o kadar imkânsızlaşıyor ki bu tür tavsiyeler çoğu kez faydadan çok zarar veriyor. “Kolaylaştırın” ilkesinden uzak adeta ağırlaştırılmış bir Ramazan ayı… Zaten çalışan ortalama bir vatandaş için oruç belli şartlarda tutulması zor ve yürek isteyen bir ibadettir. Özellikle yaz aylarında çalışırken açlık ve susuzlukla mücadele etmek, sinirlerine hâkim olmak; bu ibadetin büyüklüğünü idrak etmiş olmak ve bedelini Allah'ın kendi cömertliğine bıraktığı sevabına nail olmak için yeter de artar bile. Oysa halka dayatılan “geçerli oruç modeli” neredeyse toplumun kahir ekseriyeti için yapılması imkânsız ibadetler silsilesini içeren modeldir. Bilinen bütün sünnet ve nafile namazları kılmak, gece namazına kalkmak, siyer, fıkıh, meal okumak, itikafa girmek, komşu, akraba, yetim, yakın ve yoksulları ziyaret etmek, cüz okumak, mukabeleye katılmak, bütün vakit namazları camide cemaatle kılmak, iftarı bilmem hangi yiyecek ve içeceklerle ve bilmem hangi tertibe göre açmak, az yemek, az çeşit yemek, eğlenmemek, kötü söz söylememek, konuşmamak, bağırmamak, sinirlenmemek, yutkunmamak, tükürmemek, münakaşa etmemek, teravihe gitmek, iftara gitmek, iftar vermek, hayır kuruluşlarının işlerine koşmak, gündüz uyumamak… bu zinciri alabildiğine uzatmak mümkündür. Ve adeta bu zincirin halkalarından biri eksik olunca zincir kopmuş ve oruç sayılmazmış gibi ağırlaştırılmış oruç ibadeti dayatılıyor. Elbette ki bu sayılan ibadetleri ve güzel hasletleri imkânlar ölçüsünde daima ifa etmek lazım. Ancak herkesin empati kurması lazım. Ortalama bir memur, bir esnaf, bir işçi, bir seyyar satıcı bu en derin âlimlerimizin en kalın kitapların en ücra yerinden en derin yorum ile çıkardıkları kurallar ve mükellefiyetler silsilesini oruçluluğuna rağmen ifa edebilir mi? Eğer cevabımız evet ise mesele yok. Cevap hayır ise birçok meselede olduğu gibi oruç meselesinde de toplumun vasatını yakalayamadığımızı idrak edip; vasat toplumun meşakkatle ifa ettiği ibadetini gözünde değersizleştirecek ve belki de bir kısmını hasbelkader yaptığı ibadetinden soğutacak söz ve nasihatlerden kaçınmak lazım. İnanın günlük hayatta şu orucu ağırlaştıranlar yüzünden tuttuğu oruçtan mutmain olmayan, tutup tutmama arasında ikilem yaşayan çokça insana rastlıyoruz. Bilakis bütün şartlar aleyhinde olmasına karşın, bütün müfsitler sahada olduğu halde, bağlanmış taşlara inat bütün şeytanlar işbaşındayken hem evine ekmek götüren hem de kahramanca oruç tutan halkımızı, bazı yanlış tutum ve söylemlerine rağmen tebrik etmek, tutmayan veya tutamayan kardeşlerimizin de bu yürekli halk eylemine katılacağı dileğiyle dua etmek lazım. İnşa, var olan değerleri koruyarak ve geliştirerek üzerine yeni güzellikler koyma sürecidir, cevherin özüne ve kapasitesine bağlı olarak. Medeniyet inşası da böyledir. Bir dokunuşta mükemmelleştirme ya da en mükemmeli yakalama değildir inşa.
Âlim ve bilginlerimize düşen; halkı yüreğiyle yaptığı ibadetlerde daha da cesaretlendirip cesaretlerini büyütmek, sevgilerini çoğaltmaktır. Yaşadığımız toplumda oruç tutmak büyük bir erdemdir ve ayırt edicidir. Oruç tutan ve tutmaya niyetlenen, Bayram'ı ve Bayram sevincini yüreğiyle sevgi ve heyecanıyla büyüten halkımızı saygıyla selamlıyorum.