Doğrusu seçimlerin Ramazan ayında yapılması farklı gözlemleri de beraberinde getirdi. Kulluk bilincinin ve manevi atmosferin zirvesini yaşadığımız böylesi güzel günlerin, sahada olan siyasilerce daraltılması garip kaçıyor. Bir bakıyorsunuz verilen iftarlar, sahurlar, yapılan ziyaretler iyi niyete binaen yapılsa da son derece yanlış anlaşılmaya müsait oluyor. Sanki işin içinde Allah'ın rızası ve samimiyet uzak gibi duruyor. Fakat ne yapalım ki seçim, bu mübarek ayda yapılıyor. Tüm partiler bu yaklaşıma maruz kalıyor.
Ahval böyle devam etse de sahada olan siyasiler oy devşirme derdinde olup yüksek performans sergiliyorlar.
Erdoğan; pazar günü Diyarbakır'daydı. Bazı siteler Promter olayı üzerinden algı oluşturmaya çalıştı. Meselenin aslı ortaya çıkınca izlenimler de farklı oldu. Bu kadar mı diyesi geliyor insanın.
Sayın İnce ise televizyon programlarında TRT'ye veryansın ededuruyor.
Akşener, Başbakana ‘FETÖ'den niye kendisini tutuklamadığından' bahsediyor.
Karamollaoğlu, Madımak hususunda sol basının baskısına maruz ve söylem muğlaklığıyla oy kaybetmeme derdinde.
Bahçeli, bir af'dır tutturmuş gidiyor.
Allah af etsin, herkes suni gündemler peşindeyken takdir edilen ve beğenilen, sosyal medyada dile getirilen taltiflerin Hür Dava Partisi Genel Başkanı Mehmet Yavuz'a ait olduğunu gördüm.
Katıldığı televizyon programı için biri attığı twitte “Dün 1 saat Mehmet Yavuz konuştu ortalık karıştı.. Hüdapar bu seçimin en büyük sürprizini yapacak inşaallah” şeklinde beğenisini dile getirmişti.
Görüldüğü gibi her yaklaşım, mecrasında akıp giderken siyasi partilerin iradeleri dışında bir de halkın iradesi söz konusudur. Her söyleneni dinleme hatta ‘şehrimize gelmiş gidip dinleyelim, meydan boş kalırsa ayıp olur' anlayışıyla davranan mütevazı insanlarımız da var. Öyleki her siyasiyi büyük bir erdemle dinleme faziletini gözetip gülümseyen ve kendi iradesini unutanlara karşı sabırla davranan asil insanlarımızı sanki birileri unutuyor gibi. Eh, günler çuvalda değil. 24 Haziran dediğin 18 gün sonrası…
Bu hengamede kazanan tarafın emekliler ve vaatlere tabi olunanlar olduğunu söylesek de bu kazancı önceki kayıplara saymak daha doğru olur.
Keşke bir parti başkanı çıkıp vaat edilen tüm söylemleri bir araya getirse ve ‘bu ortak aklın ürünüdür' dese ne güzel olurdu. Halk bol keseden verilen söz ve vaatlerle değil de yapılabilir olanları gördükçe zihni bir yenilenmeye gidebilir; tecrübesine tecrübe katabilirdi. Siyasiler ise bol kese ve bol vaat ikilisini “yapılabilirlik ya da tutulabilirlik” çerçevesince çekidüzen verirdi.
Bundan sonrası adına seçime az bir süre kalsa da ne halk siyasilerin vaatlerini ve söylemlerini dinlemekten vazgeçer ne de siyasiler bol keseden vaat vermekten… Öyleyse denge unsuru beklemekten çok birbirine muhtaç olan iki kişinin ilişkisi gibi davranmak ve bu çerçevede ilişkiyi sürdürmek esas olanı gibi görünüyor.
O zaman halkta değil de sorun, siyasilerde demek daha doğru bir yaklaşım. Siyasiler birbirleriyle geçinmiyor görüntüsünü izliyor ve esefle karşılıyoruz bu restleşmleri.
Birinin vaat ettiğine karşılık diğeri farklı mecrada vaatte bulunuyor. Halk da bakıp bakıp gülümsüyor. Böylesi bir maddi vaat yarışmasının icrasından çok, 16 yıllık icraatın ve muhalefetin menfi tavırları, somut olarak “haklar ve adalet” eksenli uygulamalarla sahada gösterilseydi ne Bahçeli af ne de diğerleri gülümseten söylemlerde bulunurdu.
Herkese lazım olan “adalet ve doğuştan gelen haklar” en büyük vaatler olsa gerek.
Siyasiler siyaset bilmiyor diye düşünüyorum. En tecrübeli siyasetçi öyle görünüyor ki halkın kendisi olmuş da itirafa cesaret yok kimse de. Ne de olsa nice seçimler yaşayan ve seçimlerin ana unsuru olan yine halktır.