İnsanoğlu her şeyin bilincinde, tertemiz bir fıtratla doğar. Büyüdükçe cahilleşir, zaman geçtikçe her şeyi bilip en yüce kendisinin olduğunu zanneder… Yıllara yayılmış bir nankörlük ve isyanın özetidir bu aslında. Hani derler ya; hamdım, piştim, yandım. İşte bizler yanmayı şöyle bırakalım birileri bizi pişirmeye çalıştığında bile “hop sen şöyle bir köşede dur bakalım, benim okuduğum kitapları, bitirdiğim medrese ve okulları sen bitirdin mi?” der, cahillikte Nirvana'ya ulaştığımız hayatımıza tüm egomuzla devam ederiz. Bu egomuz sayesinde aldığımız ilim bize ne kadar fayda sağlar orası muamma…
Hani sadaka verirken bile sağ elimizin verdiğini sol elimizin görüp bilmemesi gerekir ya, ne yazık ki senelerce zor zanaat öğrendiğimiz onca ilmi bırakın sol elimizin bilmemesini, dilimiz sayesinde patır patır açıklayıp cümle aleme ilan ediyoruz…
Peki, insanlarla ilmimizi uygun şartlarda paylaştığımız sürece bunu abartıp herkese sözlü cv'mizi sunmamıza ne gerek var? Bunun cevabı herkesin içinde saklı…
Dil tuhaf şey işte her şeyi söylemek açık etmek ister; ama bu bizim ham iken yanmamıza engel olan bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Dil belasının en büyük felaketlerin başında geldiğini unutmadan, ham iken pişen sonrasında da yanan insanlardan olmak dileğiyle…