“Aman yarabbi bu ne korkudur ki Karadeniz'in bir dağ köyünden birisi bile dışarıda nöbetçi tutuyor, acaba bir Jandarma gelir de bizim hocamızı alıp götürür mü diye dışarıda bekliyor. Akşam evlerine Kur'an-ı Kerim'i götürmüyorlar. Tarlanın duvarlarında herkesin bir taşı var, o taşı çekiyor, Kur'an'ı taşın içine koyuyorlar, taşı oraya yerine koyuyor ki eve götürmesin Kur-an'ı. Bu ne korkudur, nerede yaşadık bunu biz. Bu nasıl bir şeydir?” sözleri yeni Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'a ait.
Eski Kurmay Albaylardan bir zat da bunların yaşanmadığını iddia etti.
İddia etmekle kalmayıp işi daha da ileri götürdü.
Köşesinde yer kalsaydı Menderes'in idam edilmediğini yazacağından kuşkum yok. Veya Kurtuluş Savaşı'nın beş savaşında – I. ve II. İnönü, Eskişehir-Kütahya Muharebeleri, Sakarya ve Büyük Taaarruz – on üç bin insan kaybeden ülkemizin ceberrut bir parti ve dizayn etmeyi vazife bilen birileri tarafından Dersim'de resmi kayıtlara göre on üç bin insanımızı katlettiğini de reddedebilir.
Söz konusu zat “Askeri öğrenciliğim öncesinde oruç tutar, fırsat buldukça Cuma Namazlarına ve ailemin yanında olduğum da ise mutlaka Bayram Namazlarına giderdim. Hatta ilkokul çağında babam mahallemizde açılan Kur'an Kursuna bile beni göndermişti.”
Derken bu “hatta” eko yapıyor sanki.
Hattaaa,.. hatta… hatt..
“Yaşamım sürecince Kur'an-ı Kerim evimizde hep baş köşede yer aldı.” dediği dönem ile Diyanet İşleri Başkanı'nın söylediği dönem arasında elli yıl var.
“Asla saklanıp, gizlenecek bir kitap olmadı Kur'an” derken “Ohaaa!” demekten kendimizi alamıyoruz.
“Eğer bir şahıs bunu örgütsel bir faaliyeti gizleme aracı olarak kullanmıyorsa, kimsenin bunu saklaması gerektiğini de asla düşünmüyorum.” diyen Koraycık, şunu kaçırıyor. Onun düşüncelerinin eleştirisi değil, bu sistemin insanlara dayattığı deli elbisesidir mevzubahis olan.
“Askeri okulda okurken oruç tutanlar için mutlaka sahur ve iftar yemeği çıkardı. Ayrıca iftariyelik diğer ekstra bazı yiyeceklerin verildiği de çoğunluktaydı.” derken hangi dönemden söz ediyor?
Geçmişi bilmiyor olabilir… Ya er olan oğlunun yemin törenini tel örgüler arkasında izleyen Anadolu insanımızın o görüntülerini nereye saklayacak.
Tamam, balık hafıza olabilir; görmede de sorun yaşıyor olabilir de benim alayamadığım şey, bu adam kimin kendisine inanmasını bekliyor?
“Diyenet İşleri Başkanı'na cevap vermem farz oldu” derken 1997'de bu cümleyi kullansaydı sırf şu “farz” sözcüğünün ordudan atılma gerekçesi sayılacağını da fark etmemişse, sorun göz sorunu olmaktan çıkmıştır.
“Öğrencilik ve meslek yaşamımızın hiçbir döneminde TSK'da bir fişleme olmadığını tüm açık yürekliliğim ile söyleyebilirim.” sözlerine Rahmetli Erbakan Hoca'nın sözüyle “Hadi oradan, Hadi oradan!” demek gerekir.
“Nöbetçi Subaylığı yaptığım dönemde de bu görevi yerine getirmeye çalışan Mehmetçiğe ve subay-astsubaylara bu imkânı sağladık. Yine liste yaptık, ancak bugün “Kimler oruç tutardı?” diye soracak olsanız hatırlamam. Çünkü o listelerin hepsi gün bitiminde imha edilir, kısaca yırtılıp, atılırdı. Bazı 28 Şubat mağdurlarının söylediği gibi fişleme falan yapılmazdı. Onlar bunu hep mağdur edebiyatı ve gizlemeye çalıştıkları örgütsel veya tarikatsalfaaliyetleri nedeniyle kullandılar halen de kullanmaya devam ediyorlar.” sözlerine de Kadir Mısırlıoğlu'nun dediği gibi “çüş” demek icap eder.
“Meslek yaşantımda 11 ay boyunca her akşam içki içen Grup Komutanımın Ramazan boyunca ağzına tek damla içki koymadan oruç tuttuğunu da gördüm.” diyen zat neyin çetelesini tutmuş. “İçti – içmedi” çetelesinde on bir ay boyunca her gece içen biri, hangi grubun komutanıydı acaba?
“Düşmanın yerinde olsam iftarda Türkiye'ye saldırırdım” diyen Emin Çölaşan'ın acaba ayyaş takımından haberi yok mudur?
“Aynı gemide görev yaparken Grup Komutanı ve Gemi Komutanı dahil tüm subayların ağır denizli havalardaki seyirler de dahil oruç tutup, bozmadıklarına da şahit oldum.”
Bir “tutmayanları falakaya yatırırdık” demediği kalmış.
“Balyoz Davasından tutuklu olduğumuz 3.5 sene süresince de hem Hasdal, hem de Mamak Askeri Cezaevlerinde oruç tutmamıza ve bayramlarda ziyaretçi salonunda imam tahsis edilerek Bayram Namazı kılmamıza imkan sağlandı.”sözlerine “Aha bu doğru” olabilir diyorum.
Duran bir saatin günde iki defa doğruyu göstermesi gibi.
Söz konusu dönemde oruç tutmanıza izin verilmiştir.
“28 Şubat döneminde dinsiz, imansız denilerek haklarında sayısız haber çıkan amiral rütbesindeki amirlerimin de oruç tuttuğuna bizzat şahit olmuştum.”
İtirafçı olan bir FETÖ'cü için de “ben bir yıl komutanlığını yaptım. Ne kadar şahsi menfaatlerine düşkün, tembel ve sahtekâr bir şahıs olduğunu en iyi bilenlerden biriyim. Görevde ve emrimde iken ne oruç tuttuğuna ne de Cuma namazına gittiğine şahit oldum.”demesine bir anlam veremedim.
Kilit noktada olan FETÖ'cülerden bu vasıfları taşımayan var mı?
“Özetle; geçmişte namazda, oruçta, hacda, umrede Allah ile kul arasındaydı. Şimdilerde olduğu gibi göz önünde ve şahsi ikbal düşüncesiyle hareket edenlerin kullandığı amaçlar için bir araç değildi.” diyen zat Koray Albay bilsin ki eskiden namaz ve oruç Allah'la kul arasında değil; Fethullah ile beyinsiz arasındaydı.
Bir grup beyinsiz, Fethullah'ın fetvasını ayet bellemiş, Fethullah'a itaati Cennet'e gitmek için gerekçe sayan sapkın bir ruh halini yaşıyordu.