Hasbi olmanın zorluğu

Emin GÜNEŞ

Kendini İslami hareketler, partiler, cemaatler olarak niteleyenlerin dahi dünyevi müsabakalara giriştiği bir zaman diliminde “hasbi” olmak

Holdingleşen bir kısım tarikat ve cemaatlerin mevcut insan ve servet kaynaklarını iktidarlara karşı kullanarak yeniden servet biriktirmeleri, iktidarların, hesaplarını yaparken bu holdingleri dikkate almaları hasbi olmayı ve hasbi kalmayı gerçekten zorlaştırmaktadır.

Hem yüksek sesle İslam'ı referans gösterip, hem bağıra bağıra “her fiilimiz Allah içindir” dedikten sonra verilen ganimet kavgaları ister istemez işin başında hasbi davrananları dahi hesabi davranmaya sevk ediyor, hatta icbar ediyor. Adeta bizim de hasbiliğimiz lafta kalsın! Hesabiliğimizi kamufle edelim, denilmek isteniyor. Bu oldukça vahim bir durumdur. Bu halkın rızasını hakkın rızasına tercih etmek anlamına gelir ki, muttakiler için hazırlanan akıbetten mahrumiyeti icap ettirir.

Halık (cc) için yapılan fedakârlıklara mukabil Halktan da takdir teşekkür beklemek hasbi olmakla bağdaşmayacağına ve amelin ihlasını ortadan kaldıracağına göre bundan şiddetle kaçınılması gerekir.

Öyle zor bir zamanda yaşıyoruz ki, fisebilillah iyilik ve ihsanda bulunduğun şahıs ve zümrelerden bırakın takdiri tektir dahi almakla karşılaşmak mümkündür.  İşte asıl böyle şartlarda hasbiliğin muhafazası önem arz ediyor.

İyilik ve ihsan karşısında minnettarlık duygusu fitridir, İslamidir, ahlakidir. Sağlam bir inanç, bozulmamış bir fıtrat, yüksek bir ahlak en ufak bir iyiliği en azında şükranla karşılamayı gerektirir. Bu konuda gereğini yapmayanların meselesi sadece onları ilgilendirmelidir. Belki böyle olanlara manevi hasta muamelesi yapıp şefkatle tedavilerine çalışılmalıdır. Hastaya öfkelenmek nasıl abes ise bunlara da kızmak aynıdır.

Neyse meramım anlaşıldı sanırım.  Konuyu asr-ı saadetten bir tablo ile kapatmak istiyorum: “Abdullah bin Câfer -radıyallâhu anh- bir seyahat esnâsında, bir hurma bahçesine uğradı. Bahçenin hizmetçisi siyahî bir köle idi. Köleye üç adet ekmek getirmişlerdi. Bu sırada bir köpek geldi. Köle, ekmeklerden birini ona attı. Köpek ekmeği yedi. Öbürünü attı. Onu da yedi. Üçüncüyü de attı. Onu da yedi.

Bunun üzerine Abdullah bin Câfer -radıyallâhu anh- ile köle arasında şöyle bir konuşma oldu:

“- Senin ücretin nedir?”

Siyahî köle:

“- İşte gördüğünüz üç ekmek.”

“- Niçin hepsini köpeğe verdin?”

Köle:

“- Buralarda hiç köpek yoktu. Bu köpek uzak yerden gelmiştir. Aç durmasına gönlüm râzı olmadı.” dedi.

Abdullah -radıyallâhu anh-:

“- Peki, bugün sen ne yiyeceksin?”

Köle:

“- Sabredeceğim, günlük hakkımı Rabbimin bu aç mahlûkuna devrettim.” dedi.

Abdullah -radıyallâhu anh-:

“- Sübhânallâh! Benim çok cömert olduğumu söylerler. Bu köle benden daha cömertmiş!” buyurdu.

Ardından da o köleyi ve hurma bahçesini satın aldı ve köleyi azad edip, hurmalığı ona bağışladı. (Kimya-yı Seâdet)

Aslında Siyahi köle yaptığı iyiliğin karşılığını fazlası ile almıştır. Ancak görünürde Abdullah -radıyallâhu anh'tan olsa da gerçekten rızasına nail olmak istediği Rabbinden almıştır. Bizlerden beklenen de budur.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.