19 Nisan günü D.Bakır'ın meşhur Mewlid programının coşkusunu yaşıyorken, bu kutlu coşku kimi mahfillerce çok görülmüş olmalı ki, bir gün sonrası, yani 20 Nisan günü ilk karşı atak Adana'dan geldi.
2011 yılının başında binlerce kişinin yasal değişiklikten faydalanarak tahliye edilmeleri söz konusu iken Hizbullah davasından tutuklu yargılanan yaklaşık 20 kişinin tahliyesi, bilumum Şeytanları ayağa kaldırdı.
Binlerce kişi içerisinde sadece 20 kişinin tahliyesini içlerine sindiremeyen sağlı sollu Weled-i Şeytan koalisyonu, Türkiye'nin dört bir tarafında operasyon düğmesine basmak suretiyle yüzlerce kişiyi tutuklayarak damarlarında kabaran habis duygularını tatmin etme yoluna yöneldi.
İlgili operasyonlar neticesinde onlarca yerde açılan davalarda ilk sürprizi İstanbul yargısı yaparken, son sürpriz Adana yargısına kısmet oldu. 24 kişiye toplam 115 yıl ceza yağdırılarak 2011'deki tahliyelerin intikam aracına dönüştürüldü.
Adana'da ceza alanların hepsi, diğer yerlerde ceza alan veya halen ceza almakla karşı karşıya kalan başka yerlerdeki zoraki sanıklar gibi değişik alanlarda faaliyet yürüten İslami Sivil Toplum Kuruluşları'nın birer üyesi veya gönüldaşı.
İsnad edilen ve örgüt üyeliği ya da yöneticiliği cezası reva görülenlerin tümünün suçları neredeyse aynı.
Futbol turnuvasından tutun, fakirlere yardım faaliyetlerine kadar;
Dernekte dini sohbet yapmaktan veya sohbetlere katılmaktan tutun, çeşitli dini programlar düzenlemeye kadar;
Bazen Gazze, bazen Mısır için protesto, miting, gıyabi cenaze namazı kılmaktan tutun, Kutlu Doğum programları düzenlemeye kadar…
Ve bunun gibi yüzlerce “suç” isnadları birbirini kovalamaya başlar. Neticede iş mahkemeye kalır ve “Büyük Türk Adaleti”, uzaklardan çakılan işaret fişekleriyle “Yüce Türk Milleti adına” karar vererek “Dört Ali'lerin” ruhuna selam çakmakla işi nihayete erdirir.
Dün Paralel, bugün Dikey, yarın Yamuk dalışlar yapsa da yargı sistemini ve sahibine göre kişnemesini artık iyi biliyoruz. Buraya kadar olan kısmı artık kanıksadık. Lakin sahibine göre kişneyen yargının yanı sıra, kişneme alışkanlığının siyasal fanatizmin kol gezdiği şu ortamda başka mecralara da sirayet ettiğini bu kez yeni fark ettik.
Adana'daki son yargı cinayetiyle ilk kez sosyal medya araçlarından biri olan Twitter'da karşılaştım. Eşi de yargı silahının kurşunlarına hedef olan HÜDA PAR GİK Üyesi Aynur SÜLÜN, kendi hesabından şu mesajı paylaşarak yargı militanlarının suikastini haber verdi:
Mesaj gayet açık ve net idi. Hatta ne Paralel'e, ne de son dönemin yargı hükümranlarına herhangi bir atıf söz konusu değildi.
Oysa 2011'de operasyon yapıp Şeytani kumpasın ilk adımını atan Paralel idi, yargı darbesini kemale erdiren ise yeni yargı hükümranları olmasına rağmen mesajda hiç kimseden bahsedilmemekteydi. Sadece bir yargı cinayetinin son dakika haberi niteliğindeydi.
Ama peşinden gelen cevap mahiyetindeki karşıt mesajlar, bir yandan siyasal fanatizmin vardığı holiganlığı gözler önüne sererken, öbür taraftan mağduriyeti görmek yerine hükümranlık avukatlığının öne çıkması ibretlik bir manzara oluşturmaktaydı.
Yazılan şu cevabi mesaja bakın, yorum sizin artık:
“İslam Dünyasının liderini” savunma refleksi gösteren bu hanımefendi, geçen dönemin fenomenlerinden “Müftü karısı” sendromundan henüz kurtulamadığını gösterse de, tepkisini Tayyip Erdoğan savunuculuğu üzerine oturtmuş olması, yargı patronluğunun el değiştirmesi hasebiyle üzerinde düşünülmeye değer gibi görünüyor.
Diğer bir kullanıcının attığı şu mesaj ise daha da ilginç:
Burada da savunma mekanizmasının “hükümet savunuculuğu” üzerine kurulmuş olması, yargı üzerindeki Paralel elin kırılmasının oluşturduğu sahici kanaatın eseri gibi duruyor. Ama asıl önemli vurgu, “Okullarda Kur'an dersinin önünü açan hükümet” vurgusu olsa gerek. Zaten asıl paradoks da burada yatmıyor mu? Kendi içinde Kur'an dersinin önünü açarsın, herkesi Kur'an öğrenmeye/öğretmeye teşvik edersin, ama bazılarına “Hop hemşerim” çekip kırmızı kart göstereceksin.
Gazze üzerinden fırtına koparacaksın, sivil toplumun tepki vermesini teşvik edeceksin, ama israili protesto eden, ya da Gazze'li için cenaze namazı kılan bazılarının örgüt üyeliğinden ceza almasını ya görmezden geleceksin, ya da teşvik edeceksin!
İslam Ümmeti söylemine sıklıkla vurgu yapacaksın, Müslümanları zulümlerden kurtarmak adına Irak'tan-Suriye'ye, Mısır'dan-Yemen'e koşacaksın, yetmiyormuş gibi bir de “Hilafet” pazarı kuracaksın, ama kendi içinde bazı Müslümanları ya ezeceksin, ya da ezilmelerine seyirci kalacaksın.
Ve Haşhaşiliğin tavan yaptığı bir başka mesaj:
“Dicle kenarında bir kuzuyu kurt kapsa hesabı Ömer'den sorulur” kaidesi, “Yeni Türkiye'de” bambaşka bir formata dönüştürülmüş:
“Her kim ki kurdun kaptığı kuzuyu görüp haber yaparsa, o katıksız bir Haşhaşidir!”
“Yeni Türkiye” efsanesinin bazı beyinlerde yol açtığı tahribat ise zor onarılabilecek cinsten olsa gerek. Şu iki mesaja bakın, ne demek istediğimiz daha iyi anlarsınız:
KCK tutuklarına komple tahliye… Ergenekon hayal… Balyoz'a beraat… 28 Şubat matadorları sizlere ömür!
HÜDA PAR mı? Bakın bu HÜDA PAR konusu ne de çok karışıkmış:
“Sanki hakimlere Tayyib emrediyormuş gibi işliyorlar!”
Yani zurnanın son deliği. Tüm bu mesajlar, “Eşimin de içinde bulunduğu İslami STK davasından 27 kişiye 140 yıl ceza” diye yazan Aynur Sülün'e tepki olarak yazılmış. İçinde ne Tayyib, ne de hükümet lafı geçmemesine rağmen.
Demek ki neymiş? “Derviş'in zikri ne ise fikri de o imiş!”