Malum, atasözleri gibi içinde ders ve ibret bulunan fıkralar/hikâyeler de tedavülden kalkmazlar, nesilden nesile tevarüs ederler.
Vaktiyle bir hükümdar, Hızır’ı görmek arzusundaymış. Bunun için tellal çıkartıp ilan ettirmiş: “Hızır’ı bulup getirene kırk kese altın verilecektir!”
Kıt kanaat geçinen fakir bir adam, bu haberi duyunca hükümdara varıp şöyle demiş: “Efendim, bana kırk gün süre verirseniz, inşallah, Hızır ile huzurunuzda olurum.”
Kendisine bolca para verilmiş. Kırk gün sonra eli boş halde gelerek, ailesinin kalabalık ve fakir olduğunu, bu işi sırf ailesinin biraz rahat nefes alması için yaptığını itiraf edip pişmanlığını dile getirmiş.
Hükümdar, yanındaki vezirleriyle bu fakir adama verilecek cezayı istişare etmiş.
İlk vezir, adamın hükümdarın fermanıyla alay ettiğini, yalan vaadde bulunduğunu, haliyle ağır bir cezayı hak ettiğini, vücudunun dilim dilim doğranıp çengellere asılması gerektiğini söylemiş.
O sırada mecliste bulunan pir-i fani bir zat, herkesin duyacağı biçimde fısıldamış: “Her şey aslına rücu eder.”
İkinci vezir, bu fakir adamın şimdiye kadar hiç kimsenin cüret edemediği bir suç işleyerek hükümdarın keselerini boşalttığını, ceza olarak derisinin yüzülüp içine saman doldurulmasını teklif etmiş.
Ve yine yaşlı zat sessizce mırıldanmış: “Her şey aslına rücu eder.”
Üçüncü vezir ise, adamın her ne kadar büyük bir kusur işlese de, fakir olduğunu, bunu ailesinin iyiliği için yaptığını, üstelik, gelip samimi biçimde cürmünü itiraf ederek bağışlanma talep ettiğini belirterek, büyüklüğün hükümdara çok yakışacağını, bunun için de fakir adamın affedilmesinin iyi olacağını ifade etmiş.
Köşedeki ihtiyar, manalı cümlesini tekrar etmiş: “Her şey aslına rücu eder.”
Hükümdar, ilk defa gördüğü bu yaşlı zata dönerek; “sen de kimsin ve neden her şey aslına döner sözünü tekrarlayıp duruyorsun” demiş.
İhtiyar; “ilk vezirin babası ve akrabaları kasaptı. O yüzden, adamı kesmekten ve etini çengellere asmaktan bahsetti. Aslına döndü. İkinci vezirin dedesi, babası ise yorgancı idi. Yorgan, yastık doldururlardı. O da içine saman doldurmaktan bahsetti, aslına çekti. Üçüncü vezirin babası ise vezirdi, o da aslına döndü, büyüklük gösterdi. Vezir istersen işte bu üçüncüsü sana yeter. Hızır da istersen bu sözlerim sana kafidir” diyerek gözlerden kaybolmuş.
Kur’an-ı Kerim bize iş başına geldiklerinde önceki durumları ve gerçek niyetleri ayan beyan ortaya çıkanların yani aslına rücu edenlerin mukayesesini yapar:
“İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Bir de kalbindekine (sözünün özüne uyduğuna) Allah’ı şahit tutar. Hâlbuki o, düşmanlıkta en amansız olandır. İş başına geçince yeryüzünde kargaşa ve bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli mahvetmeye çalışır. Oysa Allah kargaşa ve bozgunculuk çıkarmayı kesinlikle sevmez.”(Bakara Suresi 204-205)
“Ve şüphesiz Allah, kendi dinine yardım edenlere, mutlaka yardım edecektir. Şüphesiz ki Allah, çok üstündür, çok güçlüdür. Onlar ki, yeryüzünde kendilerini iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma'rufu emrederler, münkerden sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir.” (HacSuresi 40- 41)
Atalarının izinden giderek, memleketin dini ve imanıyla sürekli uğraşmış olanların bir takım mevkilere geldiklerinde, hemen tesettüre, iffete ve hayaya saldırdıklarını görünce, yahut faşist geçmişleri herkesçe malum birilerinin Suriyeli muhacirlere karşı nefret suçu yaymalarına şahid olunca şaşırmak bize yakışmaz.
Sadece şunu deriz:
“İşte bu, Allah’ın ve Resûlünün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resûlü doğru söylemişlerdir.” (Ahzab 22)