Dışarı çıkan on binlerce kişiye büyük para cezaları verildi ve daha da çok verileceğe benziyor. İllâ ki yasakları ihlal edenlere karşı bir yaptırım olmalı. Hele de insan hayatını doğrudan ilgilendiren bir meselede bu tabi ki yadırganmaz. Hayatın manası gereği gibi anlaşılsaydı belki de bu kadar cezadan söz edilmeyecekti.
Dünyada gittikçe artan karantina isyanları bu ülkede elbette olmaz ve olmamalı. Yalnız ‘evde kal’, ‘hayat eve sığar’ gibi mottoların yanına bir şey eklenmediği zaman korunan/kazanılan sağlığın karşısında en kısa zamanda sanayi, ticaret, ulaşım, tüketim, turizm, eğitim, istihdam gibi belki onlarca başlık altındaki kayıpların devasa sonuçlarıyla birden yüzleşilecek.
Peki insanlar, hayatı eve nasıl sığdırıyor? Dışarıda çalışmak zorunda olanlar veya evde işine devam edenleri şöyle biraz istisna tutarak söyleyelim, izleme oranlarının hızlıca düşmeye başladığı televizyon tekrar yükselme trendine giriyor. Toplumun neredeyse tamamı gününün yarısını virüsün haberini, istatistiğini ve tedbirleri filan izleyerek geçiriyor. Daha iki ay önce coronanın bu milletin genlerine zor işleyeceği güzellemesi yapan, iki hafta önce maske takma faydasız ve gereksiz diyen, sonra çocuklar ve gençler için tehlike yok deyip hepsinden geri adım atan anlı şanlı bilim adamlarının yorumlarıyla mest oluyor. Sonra aşıyı buldu bulacaklar deyip şişirilen kimi kahramanların da piyasadaki herkesin bildiği bir ilacı zafer ilacı gibi ilan etmelerine bayılıyor. Sonra bir karamsar bir ümitvar konuşan uzmanları dinledikçe kafası karışıyor. Ve her gün seçim sonucu açıklar gibi rakamlara, tablolara, grafiklere eklenen ölüm rakamlarıyla; anlam, değer, ideal ve insan arasındaki tünelden duygusuz robot çağına mı geçiyoruz acaba diye ürküyor.
Kimisi bol bol uyuyarak, kimisi sosyal medyanın, internetin, dizi filmin dibine vurarak, kimisi evde birbiriyle tartışarak, kavga ederek, küserek, kimi nispeten okuma numarası yaparak hayatı eve sığdırmaya çalışıyor. Bir de işten çıkarıldığı halde, işine gidemediği yahut işyerini kapattığı için müşterisi olmadığı halde kira, fatura, borç alacak ve nice ödemelerle, giderlerle, ihtiyaçlarla kara kara düşünenlerin eve sığdırmaya çalıştıkları hayatları var.
Herkesin bildiği çok açık bir gerçek var ki, bu ülkenin atmosferinde, gönlünde, çevresinde bir şekilde içe işlemiş İslam’ın esenliği olmasaydı hayat eve yine sığardı ama ölüler ve ağır hastalar batı ülkelerindeki gibi olurdu, ekonomik yıkımı çok daha büyük olurdu. Çünkü bu ülkede dinden en uzakta olanı bile zor durumda ‘Allah Kerim’dir’ der, bir nefes alır sonra imanın uzattığı dallardan sabra, tevekküle, ümide ve duaya sarılır.
Korku ve mecburiyet de sonuçta başarı, kazanç, ödül, kurtuluş gibi güdüleme araçlarıdır. Dokuz ay anne rahmine sığan hayat, balığın karnına da sığar, zindana da sığar, mağaraya da sığar. Gemilerde, denizaltılarında da uzun süre yolculuk edenler veya çok zor şartlarda çalışan, yaşayan niceleri bu beceriye fazlasıyla sahipler.
Meseleyi bağlamıyla birlikte ele almak lazım. Cezaevine düşen kimsenin ‘hapis yata yata biter’ diyerek bad-ı heva, kârsız, meyvesiz geçireceği bir hayat evet zindana sığmış olabilir ama hakikaten yaşanmış mıdır diye sormak gerekir. Masada durması gereken vazoyu çocuk düşürür kırar deyip kaldırırsanız sığdıracak birçok yer bulursunuz. O yüzden esas olan; ne amaçla, ne kadar ve neresi olursa olsun sığılan/sığdırılan/sığınılan yerde boş, verimsiz, sırf eğlenerek tembelce ve atıl halde durmak yerine eliyle, diliyle, yüreğiyle sahip olduklarıyla üretmek, yenilenmek, arınmak, gelişmek, ilerlemek, fayda sağlamak için imkan oluşturmak, fırsat aramak, gayret etmek, çaba göstermektir.
Ömrünü evde geçirirken ölen kimseye hesap sorulduğunda kişi ‘ya Rabbi ben sadece hayatı eve sığdırdım’ dese virüslü mazeretler onu kurtarır mı?
Bu canımız sadece bir virüsün değil, belki ondan çok daha tehlikeli nice düşmanın tehdidi altında. Geçmişe de geleceğe de gidemediğimiz için, şu dünyanın sınırlarından, bize çizilen doğum, bebeklik, gençlik, yaşlılık, ölüm ve diriliş rotasından yahut beslenme gibi zaruretlerden çıkamadığımız için sonuçta bir bedene sığdırılmışız.
Şimdi hayatı verenin adıyla, O’nun rızasını kazanmak için evi de vesile olarak görme zamanı.
Ramazan-ı Şerifiniz mübarek olsun.