Hayatı ilimle idame olmayan toplumun ahiri ölümle berbat olur-İhya Önderleri

Toplumlar da insanlar gibi zaman zaman büyük hastalıklara duçar olurlar. Yaşamsal fonksiyonlarını yitirebilirler. Hatta ölüme yüz tutabilirler. Komaya girebilirler.

Toplumlar da insanlar gibi zaman zaman büyük hastalıklara duçar olurlar. Yaşamsal fonksiyonlarını yitirebilirler. Hatta ölüme yüz tutabilirler. Komaya girebilirler. Toplumu ayakta, canlı, hareketli ve bereketli tutan erdemler zayıflamış, ifsat ve ihtiras toplumu esir almış olabilir.

Böylesi zamanlar toplumun dinamiklerinin zayıfladığı zamanlardır. O dinamizm toplumda “iyilik” dediğimiz adalet, merhamet, sadakat gibi dayanışma ve yardımlaşma melekelerini canlı tutar. Bu hasletler toplumların ihyasının olmazsa olmazlarıdır.

Bunların zayıflamasının yegâne sebebi o dinamizmi canlı tutan toplumun önderlerinin, yol göstericilerinin yokluğudur. Bunların bir toplumdaki yokluğu binanın kolonlarının yokluğu gibidir. Ya da bedenin bütün hücrelere enerji ve yaşamsal fonksiyon taşıyan kanın yokluğu gibidir.

İhya hayat verme, yeniden canlandırma, diriltme, geliştirme manalarındadır. Dolayısıyla bir toplumun ihyaya ihtiyacı demek o toplumda hayatın, canlılığın zayıflığı veya yokluğu manasına gelir.  Tarihimiz, toplumun bu ölüme yüz tutmuş tükeniş dönemlerinde sahne alan ve komadaki bir hastayı tekrar ayağa kaldıran doktor misali toplumu tekrar hayata döndüren; ayağa kaldıran nice ihya önderleri ve hareketleriyle doludur.

Bu önderler o güne kadar söylenmemiş ve denenmemiş bir reçeteyi sunarlar hasta topluma. Zaten eski ya eskimiştir ya da etkisizleşmiştir. Bu nedenle yeni bir reçetesi olmayanın derde deva olması ve toplumu ayağa kaldırması da mümkün değildir. Hatta ölüm döşeğinden kaldırdığı oranda reçetesi karşılık bulur bu ilim, irfan önderlerinin.

Her asırda ve her tükenişte ortaya çıkarabilmiştir Müslüman toplum bu önderleri ve hareketleri ve kalıcı bir ölümden kurtularak tekrar ayağa kalkmayı başarmıştır Müslüman toplumlar. Selahaddin-i Eyyubi, Fatih, Hasan el-Benna, İmam Humeyni, Said-i Nursi bir çırpıda aklımıza gelen ve Müslüman toplumları büyük bir atalet ve tükenmişlikten kurtaran ihya önderlerimizdirler.

Bu topluma hayat veren ve haddi zatında kendilerini de feda eden kahramanlar sadece ölüm döşeğinde imdada yetişmezler. Bazen de önleyici hekimlik gibi toplumun sıhhat içerisinde varlığını devam ettirmesine hizmet ederler. Ve çoğu zaman bunlar hastayı komadan kurtarandan daha önemli ve anlamlı vazifeler icra ederler. Ancak sudan çıkınca suyun kıymeti anlaşılır. Bunların da değeri toplumsal ıslah dumura uğrayınca ancak ne büyük iş yaptıkları anlaşılır. Zira hastalığı önlemek hastalanıp komaya girmiş hastayı iyileştirmekten daha evladır. Komadan kalkan toplumun bünyesine hastalıktan sirayet etmiş habis virüsler asırlarca varlığını devam ettirebilir ve toplumun sıhhatini her daim tehdit eder. Bu nedenle ihya hareketlerinin esas birincil vazifesi toplumu ve ferdi haram, bencillik, hırsızlık, haksızlık, qital gibi fıtratı zedeleyici ve öldürücü temayüllerden uzak tutmaktır. Bunu yapan aramızdaki hayat veren önder ve rehberlerin kıymeti çokça bilinmeli, yolları çokça takip edilmeli, kusurları pekçe görülmemeli, yollarına taş konulmamalı, elleri güçlendirilmeli, kara çalanlarına fırsat verilmemeli, yüklerine omuz verilmeli. Değilse ifsad tahrip edip itlaf eder. Sonra biçare hasta, yatakta verilen her reçeteyi ilaç diye içmek zorunda kalır.  Doğru reçeteye her zaman denk gelme şansımız da olmayabilir. Reçete diye tamamen zehirleyen devşirme reçetelere de mecbur kalınabilir, bir daha kalkmamak üzere bir esarete duçar olunabilir.

Bu ihya önderlerimiz asla ölmezler. Yüzyıllarca söylem ve eylemleriyle varlıklarını capcanlı bir şekilde toplumun en kılcal damarlarında sürdürürler. Gah sanatkarın estetiğinde buluruz bu canlılığı, gah komşusunu önceleyen esnafın dürüstlüğünde… Gah kadının adaletinde kamçılar yürekleri, gah bir sazın telinde sızlar yürekleri. Gah hak uğruna canını feda eden gencin cesaretinde çıkar karşımıza, gah ilmin karşısında iki büklüm eğilen padişahın ferasetinde… Bazen harama uzanan elimizi tutan el olur, bazen de elin karşısına dikilen yürek olur bedenimizde, kadim mirasımızın kahramanlarının genetiğimize işledikleri hayat iksiri.

Bir de hüzünlü olan şudur ki kimi zaman bu hayat önderlerimiz istismar edilmiş ve maalesef yüzyıllarca toplumu öldürmese bile uyuşturulmasına hizmet eden paravan kurumlara dönüştürülmüştür. Yani onların toplum üzerindeki yok edilemez ve engellenemez tesiri kullanılarak bizatihi onların mücadele ettiği toplumsal uyuşukluğa hizmet ettirilmiştir.

Örneğin ihya önderleri ve hareketleri sebep ve ihtilaf ne kadar derin olursa olsun Müslüman toplumların iç çatışmalarına asla müsamaha göstermezler çünkü asla bir fayda sağlayan ve sonuç alınan bir iç çatışma olmamıştır ve Peygamber’in(as) bizatihi yöntemi de bu olmuştur. Ancak ifsada da asla müsamahakar olmamışlardır.

İşte onların çatışma barındırmayan itirazları zaman zaman Müslüman toplumlarda ifsadı onaylama amacına hizmet eder bir kılıfa büründürülmüştür. Yani toplumu manen ve ruhen çökerten ve ölüme götüren kişi ve fikirlerle bir iç vuruşma ve çatışmaya götürmeden mücadeleyi ön gören ihya hareketlerinin anlayışı kimi müflislerin elinde ifsada rıza gösterme, muktedirlere boyun eğme ve itaat etme hatta onları onaylama düzlemine çekilmiştir. Bu muktedirlerle iş tutan müflisler bu ihya mirasımızın üzerinde oturup bizatihi ifsada hizmet eder hale getirebilmişlerdir kimi zaman.

Böylesi durumlarda artık yeni ihya hareketlerine ve yeni ihya önderlerine acilen ihtiyaç vardır. Zira eski, değerli ise de reçete olma vasfını kaybetmiştir ve değişim dönüşüm dinamizmine uygun, İslam’ın ruhundan beslenen, geçmişin birikiminden günün şartları oranında yararlanan,  toplumsal dinamizmi harekete geçiren yeni önderlere ihtiyaç vardır.

Her ne kadar Batı bize lider ve önderlik makamlarını kötülemiş ve bir zaaf emaresi olarak lanse etmişse de asla böyle değildir. Toplumlar bir vücut gibidirler. Nasıl ki o bedeni yürüten, konuşturan düşündüren, karar veren tehlikelerden koruyan bir beyne ihtiyacı varsa sağlıklı bir toplumun da o derece bir yol gösteren, bir arada tutan, sağlıklı kılan bir önderliğe ihtiyacı vardır.

Şunu unutmamak gerekir ki bir yerde bir medeniyetten bahsediliyorsa mutlaka orada ihya önderlerinden de söz edilir ve mutlaka onların ayak izlerini o medeniyetin inşasında sık sık görürsünüz. Hatta çoğu zaman onlar anılmadan bir medeniyeti anmak abes olur. Endülüs, Buhara, Bağdat, Horasan,  Şam, İstanbul Kahire gibi medeniyet merkezlerimizi anarken bu merkezlerin inşasında mihenk taşı olan İbn-i Haldun, İbn-i Rüşd,  Hayyam, Farabi El Harizmi, er Razi, Ak Şemseddin, Selahaddin-i Eyyubi, Said’i Nursi gibi ilim, irfan ve ihya önderlerinden söz edilmeden geçmek makbul olmaz. Hatta bu medeniyet havzalarımız mı bu önderleri yetiştirdi yoksa bu önderler mi bu medeniyet merkezlerimizin inşasına öncülük etti diye bir tatlı kısır döngü münazarasına da zemin hazırlar zihnimiz kimi zaman.

Sizce ilim irfan merkezlerimiz mi İhya önderlerimizi ihya eder, yoksa ihya önderlerimiz mi medeniyet merkezlerimizi inşa eder?

Mehmet Gülsever

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

İslam Ve Kuran Haberleri

Yılbaşı kutlamaları ve şans oyunları haramdır
2025 hac kayıtları 15 Kasım'a kadar yapılabilecek
"Gıdada haram ve helale dikkat edilmemesi toplumsal çöküntüye neden olur"
Kazasının olup olmadığıyla ilgili şüphesi bulunan kimsenin durumu
Kurban edilen hayvan kanının alna sürülmesi doğru mudur?