Yaşadığımız âlemde her şey çok mükemmel ve yerli yerinde yaratılmıştır. Bu mükemmeliyet, tartışmasız bir maksadın varlığını gösterir.Yani hiç bir şey boşuna yaratılmamıştır. Her şeyi, yaşadığı çevre ile uyumlu ve anlamlı kılan muazzam bir hesap ve denge mevcuttur.Bundan daha önemlisi ise, her şeyin insanı ilgilendiren bir tarafının olduğu gerçeğidir.Yaratılmış her şey, şu veya bu şekilde insanı ilgilendirir; onun hayatına hizmet eder.Bütün varlık, insanın emrine amade bir özellikte yaratılmıştır. Yer gök, ay güneş, dağlar, denizler her şey ona hizmet eder. ‘ O Allah ki; yeryüzündeki şeylerin hepsini sizin için yarattı…’( Bakara:29)
Peki her şey insan için olduğuna göre, insan ne içindir? İnsanın bir yaratılış amacı yok mudur? Bu soruya olumsuz cevap verildiği takdirde,yani insanın amaçsız yaratıldığı düşünüldüğünde, her şey tersyüz olur. Bu muhteşem düzen, intizam, güzellik anlamını yitirir. Hayat ve her şey karanlığa gömülür, saçma ve çirkin görünür.
İnsanı, inkar ve ateizm çukuruna düşüren şey, varlığın üzerindeki mükemmeliyeti okuyamamasıdır. Ateizm, bir tür bakar körlüktür. Varlığı amaçsız görmek, onun mükemmeliyetini ve güzelliğini de inkar etmek demektir. Amaçsız ve hedefsiz bir şey, güzel olmaz ki. Yani, bir şeye hem güzeldir, hem de varlığının bir amacı yoktur demek çelişkidir. İnkar olayı,çelişkiler yumağı olmanın ötesinde koyu bir karanlıktır.Yaratanı, O’nun yaratmadan neyi hedeflediğini anlamadan yaşamak büyük bir talihsizlik ve tarif edilmez bir acıdır.Hakikaten iman olmasaydı,hayat anlamı bilinemez bir bulmaca olurdu.
İnkar düşüncesi, varlığa yapılan büyük bir iftira ve hakaret ve onu insanın emrine veren sonsuz rahmet ve kudrete de saygısızlık ve nankörlüktür.
Kur’an-ı Kerim, ‘Biz göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık.’ ( Sad:27)
‘Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım’ (Zariyat:56) ayetleriyle varlığı anlamsız ve hedefsiz gören karanlık inkar düşüncesini reddetmiştir.
İnsanın yaratılış maksadı ve gereği konusunda sözü büyük mutasavvuf Celaleddin-i Rumî’ye bırakalım;onu dinleyelim:
‘Dünyada unutulmaması gereken bir şey var. Her şeyi unutsan da onu unutmasan korku yok. Ama her şeyi yerine getirsen, hatırlasan, unutmasan da onu onutursan hiçbir şey yapmamış olursun.
‘ Andolsun ki ademoğullarını ululadık’ dedi, göğü, yeri ululadık demedi. Şu halde insanın elinden bir iş geliyor ki ne göklerin elinden geliyor o iş, ne dağların. O işi de gördü mü,onda ne zalimlik kalıyor, ne bilgisizlik.
Ama sen, o işi görmüyorsan bunca iş görüyorum ya dersin; fakat seni öbür işler için yaratmadılar ki. Bu şuna benzer: Padişahların hazinelerinde bulunabilen değer biçilmez bir hint kılıcını tutmuş, kokmuş öküz etine satır olarak kullanıyorsun, sonra da boşu boşuna bırakmadım ya, böyle bir işte kullanıyorum diyorsun.Yahut zerresiyle yüzlerce tencere alınabilecek bir altın tencereyi getirmişsin, içinde şalgam pişiriyorsun. Yahut da mücevherlerle bezenmiş bir bıçağı kırık bir kabağa mıh yapmışsın da diyorsun ki: İş görüyorum, kabağı ona asıyorum, şu bıçağı öylece bırakmıyorum ya. Acınacak,gülünecek işler değil de nedir bunlar? O kabak, bir pul değerindeki bir tahta, yahut demir çiviye de asılabilirken yüz dinarlık bıçağı bu işe kullanmak akıl karı mıdır?
Senin şu yiyip içmekten, şu yatıp uyumaktan başka bir gıdan daha var. ‘Rabbime konuk olurum, o beni doyurur, suvarır’ denmiştir ya. Bu dünyada o gıdayı unutmuşsun da şu gıdaya dalıp gitmişsin; gece gündüz bedeni beslemektesin. Sonucu şu beden, atındır senin; bu dünya da o atın ahırı. Atın gıdası, ata binene gıda olmaz: onun da kendine göre gizli bir uykusu, gizli bir gıdası, gizli bir beslenmesi var. Ama sana hayvanlık üst olmuş da atın başucunda, atların ahırında kalakalmışsın.
‘Değer bakımından iki dünyadan da üstünsün; fakat neyleyeyim ki değerini sen bilmiyorsun.
Kendini ucuz satma; çünkü değerin pek fazladır senin.’