Ahlaksızlığın top-trend haline geldiği-getirildiği bir dünyaya, hızlı bir şekilde eviriliyoruz. Neredeyse ferdi ve/ya içtimai hayatın tüm veçhelerine ahlaksızlık hâkim olmak üzeredir. Elbette ki bu ifadeler okuyucunun zihninde ve gönlünde umutsuzluk tohumları ekmek için değildir. Daha çok bir durum tespiti içindir. Çünkü daha önceki toplumlar da benzer bir yoldan sapmayı yaşamışlardır. Vahyin bize bildirdiğine göre kimi toplumlar zayıfı-garibanı ezmekle, kimi toplumlar pazarı-teraziyi bozmakla, kimi toplumlar da nesli-aileyi ifsat emekle meşhur olmuşlardır. Nihayetinde bu toplumlar bir peygamber vasıtası ile uyarılmış; tövbe edenler kurtuluşa azgınlaşanlar da azaba müstahak olmuşlarıdır. Bu durum Efendimiz (sav)’in kendisine gönderildiği topluma kadar böylece devam etmiştir. Buna karşın, insanlığa gönderilen son peygamber olan Efendimiz (sav) de kıyamete kadar sürecek olan güzel ahlakı tamamlama çabasının en önünde, bayraktarı olmuştur.
Küçük bir köy haline gelmiş günümüz dünyası da yekpare bir toplum olarak, Efendimiz (sav)’in kendisine gönderildiği cahiliye toplumu ile gayri-ahlakilik açıdan benzeşmektedir. İki toplumda da zülüm ve adaletsizlikler belirgindir. İki toplumda da birbirini aldatmak işin raconu haline gelmiştir. İki toplumda da şehvet sokağın en göze çarpan öğesi olmuştur. İnsanlar utanmayı neredeyse unutur hale gelmiştir bu toplumlarda. Halbuki kadim düstur değişmiş değildir; insanlar utanmadıktan sonra dilediğini yapmaya devam etmişlerdir. İşte bundan ötürü, yüce ahlakın sahibi olan Efendimiz (sav), insanların hayatına utanmayı tekrardan hâkim kılmaya çalışmıştır. İnsanları Allah’a, birbirlerine ve diğer mahlukatlara karşı utanmaya davet etmiştir. Çünkü utanma, yani haya insanı ahlaksızlık derekesinden muhafaza edecek en önemli içsel kuvvettir. Çünkü utanma, yani haya erdem ve fazilet ile yaşanacak bir hayatın öncelikli anahtarıdır.
Elbette ki insanoğlu temelde iyi ve kötü olacak şekilde iki boyutlu ve bu iki boyutun altına düşecek şekilde çok yönlü yaratılmıştır. Bundan ötürü insan yaşamı temel olarak hak ile batılın, hayır ile şerrin ve nur ile çamurun kavgası olarak özetlenmiştir. Bu kavgada utanma duygusu, yani haya sürekli olarak iyinin, hakkın, hayrın ve nurun galibiyeti için çabalayan bir unsur olmuştur. Lakin kadim bir diğer düstur olan “insan nisyan ile maluldür” gereğince, insanoğlu bu kavgada kimi zaman utanmayı unutmuş ve kötünün, batılın, şerrin ve çamurun kavgada öne geçmesine neden olmuştur. Bugün de ahlaksızlık cereyanına kapılmış nice kimsenin durumu budur. Hayayı bir anlık ıskalayış sonu gelmeyen ahlaksızlık bataklığının kapılarını sonuna kadar açabilmiştir. Bu ıskalayış nice kimsede elin kana, dilin yalan ve iftiraya ve belin de haram ve günaha bulaşmasına neden olabilmiştir.
Bu riskli duruma karşın, Efendimiz (sav)’in ahlak mücadelesinin bir parçası olmaya çabalayan ve erdem-fazilet çerçevesinde bir hayatın peşinde olan Müslüman gencin yapması gereken şey, hayanın yanına mutlak manada edebi yerleştirmesidir. Çünkü utanmak bir duygudur ve bir duygunun etkisi zamanla kaybolabilmektedir. Halbuki edep, aklın ve hikmetin öngördüğü ölçüde hareket etmek demektir. Hatta bazı zatlar edep kelimesinin elif, dal ve be harflerinden oluştuğunu, bu harflerin de ele, dile ve bele sahip çıkmayı ifade ettiğini söylemişlerdir. Bundan ötürü iyi eylemlerin icra edilmesi ve sürekliliği konusunda edep -ki aklın tezahürüdür- büyük bir etkiye sahiptir. Bu iki bileşen bir araya geldiğinde hiç şüphesiz ki büyük bir güç ve yıkılmaz bir irade meydana gelecektir. Böylece Müslüman genç iyi olan eylemi haya ile seçecek, edep ile de bu iyi eylemin icra edilip süreklilik kazanmasını sağlayacaktır.
Müslüman genç, kendi ferdi hayatında fıtri olan haya duygusunu edep ile muhkem ettikten sonra, sayısız vasıta ile her tarafı işgal etmiş şehvet istilasına karşı daha güçlü mücadele edebilecektir. Hayası vesilesi ile meşru daire dışında bulunan her türlü ilişkiden kendini uzak tutabilecek; edep ile de bunun yanlış olduğuna karar verebilecektir. Sokaklara dayatılan açık-seçikliğe karşı haya ile göz kapaklarını indirebilecek, edebi ile de “hayır bu apaçık bir sapkınlıktır” diyebilecektir. Cinsel özgürlük cehenneminin sevgi ve merhamet gibi eşler arasında ülfetin oluşmasını sağlayan insani boyutları nasıl da yok ettiğini edebiyle görebilecektir. Bazen hayasını unutacak gibi olacak, edebi hemen imdada yetişip ona tekrardan fıtratı telkin edecektir. Sonrasında kalbinin bir anlık gafletine tövbe edebilecektir. Haya ile meşru olan evliliğe yönelebilecek, edep ile de bunun büyük bir ikram olan huzur olduğunu bilebilecektir.
Müslüman genç, içtimai hayatında da haya duygusunu edep ile muhkem hale getirdikten sonra, oyunun kuralı diye dayatılan ve toplumun neredeyse her tarafına sirayet etmiş düzenbazlık ile daha güçlü mücadele edebilecektir. Hayası vesilesi ile her türlü gayrı meşru yol ve yordama “Ben hem Allah’tan korkarım hem de kuldan utanırım” diyebilecek; edebi ile de “Böyle oyunun da kuralın da canı cehenneme!” diye tepki koyabilecektir. Hele hele ipin öbür ucunda zarar görecek bir Müslüman kardeşi varsa, haya ile dedikodu, iftira ve gizli halleri araştırma gibi kötü hasletlerden yüz çevirebilecek; edep ile bunların büyük ahlaksızlıklar olduğunu ifade edebilecektir. Bazen hayasını unutacak gibi olacak, edebi hemen imdadına yetişecek ve aynı şeylerin kendisine yapılma ihtimalinden bahsedecektir. Müslüman genç de haya ile başını önüne eğip, edep ile büyük bir ikram olan güvenin kıymetini anlayabilecektir.
Ahmet Çalışkan