Siyasetçinin kafasının içinde duran tilkiyi anlamanın en iyi yolu manevra anlarında ortaya çıkan söz ve eylemlerini analiz etmekten geçer. Genellikle seçim zamanlarında hedef kitleye kilitlendiğinde iç dünyası ve zihin haritası daha görünür hale gelir.
Bilindiği gibi Bahçeli 15 Temmuz'da darbecilerin kaynattığı kazanda kendi kellesinin de olduğunu aynel yakîn gördü. Çıkış olarak da Sayın Cumhurbaşkanı ile ittifak yolunu seçti. Nitekim bu ittifakı da aralarında geçmişte husumete varan söylem ve eyleme rağmen alenen geliştirmekten çekinmedi. Elbette ki bu ittifakı, bir kısım seçmenini ikna edecek ırkçı-milliyetçi gerekçelerle(!) de “sosladı”. Ancak ırkçı-milliyetçi ama aynı zamanda ulusalcı-seküler bir anlayışa sahip ve “evet”e ikna olmamış önemli oranda MHP seçmeni de var. Bunlar son zamanlarda AK Parti'ye angaje olmanın verdiği rahatsızlıkla iyiden iyiye homurdanmaya başladılar. Hatta Türk-İslam sentezcisi MHP'lilerin de önemli bir kısmı henüz ikna olmuş değiller.
Esas konuya dönecek olursak ne Bahçeli ne de Sayın Cumhurbaşkanı konjonktürel olarak hem Irak Devleti'nce hem de uluslararası kurumlarca yasal olan Irak Bölgesel Kürdistan Başkanı Bırêz Barzani ve bayrağına hakaret etmenin dış ilişkiler açısından bir getirisinin olmadığını çok iyi biliyor. Hatta Öcalan'ı ipten alma vazifesi verilen Bahçeli bile bugün iktidar olsaydı Bırêz Barzani ile benzer ilişkiler geliştirmesi muhtemeldi. Ancak Kürtlere vurmayı kendi milliyetçilerini kazanmanın en iyi yolu olarak görüyorlar maalesef.
Elbette Kürtlerin de bütün halkların sahip olduğu haklara sahip olması meselesini burada tartışmaya bile gerek duymuyoruz.
Peki, zamansız gibi görünen ve “hayırcı”ların yanında “evetçi” Kürtler ile “evetçi” olma ihtimali olan Kürtleri de öteleyen bu Siyonizm'i aratmayan çıkış niye? Geçmiş deneyimlerden de hareketle esasen tam zamanında ve de yerindeydi kendilerince Bahçeli'nin “oynadığı” AK Parti'nin de sessizce “izlediği” bu tiyatro.
AK Parti dönemlerinde Sayın Erdoğan'ın önceleri gaf sandığımız sonrasında taktik olduğunu anladığımız milliyetçi çıkışlarını özellikle seçim dönemlerinde çokça gördük.
Sayın Erdoğan'ın 2005 Diyarbakır konuşması hariç hemen hemen bölgedeki tüm seçim mitinglerinde milliyetçi Türk oylara oynadığını hepimiz müşahede ettik. Batman, Siirt, Van gibi bölge illerinde Arif Nihat Asyalı'nın en milliyetçi şiirlerini okumaktan imtina etmedi. Türkçü söylemlerin Kürd kitlelerce alkışlandığını izlemek MHP'li Türkleri nasıl mutlu ediyordur kim bilir! Bülent Arınç'ın Türkçe ezberlettirilmiş Afrikalı dansçı kızları izlerken İslam(!) adına duygu patlaması yaşayıp ağlaması gibi. O zamanlarda da bu tutumun Kürt'lerde infial yarattığını ve peyderpey Kürt'leri de ırkçı-milliyetçi damara kanalize ettiğini söyleyedurduk.
Doğu mitingleri Türk Milliyetçiliği'ne kanın pompalandığı arenalar oldu adeta. Doğu doğuda vuruldu. Bu “gözden çıkarılmışlık”, zıddıyla zuhur Kürtlerin Fasık Milliyetçi'lerinin ekmeğine de katık oldu. Her hal-u kârda, seçeneksizlikten kendilerine “evet” diyecek %20-30'luk Kürt seçmeniyle kifayet ettiler/ediyorlar. Üstüne de örgütün ceberut baskısından kurtulmanın rahatlığıyla gelebilecek oyları da koydunuz mu? alın size strateji… geriye kalan Kürt oyların ne önemi var ki!
Türk İslamcılarının çoğunun yanında, tatlı su balığı Kürt İslamcıların hatırı sayılır bir kısmı da bu “ırkçı hakaretten” rahatsız olmadığı gibi biraz irdelediniz mi Bahçeli'nin “hakaret” söylemiyle formüle edilebilecek noktadadırlar maalesef.
Sayın Başbakan'ın grup toplantısındaki bozkurt işareti ve ardından Bahçeli'nin “bayrağa hakaret” çıkışıyla gelişen bu sürecin, referanduma dönük kapalı kapılar ardında konuşulmuş stratejilerin pratiği olduğu aşikârdır.
Dört parçadaki Kürtler için önemli bir değer olan Bırêz Barzani ve bayrağına hakaret, iyi polis-kötü polis oyunuyla geçiştirilebilse de şu iyi bilinsin ki; bu durum Kürtlerin bağrına acısı dinmeyecek bir hançer olarak saplanıvermiştir. Kürtlere düşen en büyük vazife de, batılılara angaje olmadan bu tezgâha karşı yerli ve ahlaki süreçler geliştirmektir.
“Evet!” ama artık yeter.