Türkiye 2002'den bu yana erken seçimleri unutmuştu. On altı yıl sonra gelen erken seçimler, bundan dolayı şaşkınlıkla karşılandı.
Aksi hâlde Türkiye'nin erken seçime ihtiyacı vardı. Hatta 24 Haziran 2018 değil, belki 2016'nin sonlarında bir erken seçim yapılmalıydı.
Ama herhâlde hem istikrarı koruma çabası hem de 15 Temmuz darbe girişiminin seçimlere yol açarak amacına ulaştığı görünümüne yol açmamak için erken seçime gidilmedi.
Ülkenin tekrar “erken seçimler” sürecine girmesi hep mahzurludur, istikrarsızlığı besler. Öyleyse “Neden erken seçim?”
Bunun dış nedenleri var, bir de iç nedenleri:
Batı'ya bağımlı bir Türkiye'nin yerini imkânları el verdikçe siyasetini kendi belirleyen bir Türkiye aldı. Bu, içeride hissedilmeyebilir oysa dışarıda âdeta kıyamet kopuyor.
Hafta içinde yaşananlar, durumu yeteri kadar izah ediyor:
ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi'nde konuşan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Wess Mitchell, Türkiye'ye yatırım yapmaktan bile söz etti. Ciddiye alınmasın, denebilir. Ama söz konusu bakan yardımcısının tespiti durumun ciddiye alınmasını gerektiriyor: “Ankara, Suriye'de taktik hedeflere ulaşmak adına Moskova'ya stratejik tavizler verilmesinin risklerini hatırlamalı. Türkiye, ABD'yle olan yakın ilişkilere rağmen Rusya ve İran'la işbirliğini artırdı. Türkiye'nin Batı'yla stratejik ve siyasi birliğini koruması, ABD'nin ulusal çıkarlarına uygun olur." diyen bakan yardımcısı, Türkiye ile Batı arasındaki ilişkinin risk altında olduğunu hatırlatıyor. ABD, açısından bunun cezası her zaman darbe olmuştur. ABD, darbeci bulamayınca başka yollar deneme derdinde.
ABD Başkanının Türkiye'de tutuklu bir rahip için tweet atmak zorunda kalması ile bakan yardımcısının açıklamaları arasında bir ilgi yok değil. ABD, Türkiye'yi bazı dış politikalara zorlamak için hep iç siyaseti kullandı. Oysa Türkiye, bir süredir içeride önlemler alarak dış güçlerin içeride operasyon yapmasını engelliyor.
Seçim kararı ilanından sonra İngiliz gazetesi The Guardian'da Perşembe günü yayımlanan yazı ise Batı açısından bardağın çoktan taştığı anlamına geliyor.
The Guardian, ABD bakan yardımcısının dilini tekrarlıyor; Türkiye'nin Rusya ve İran'la ilişkilerini âdeta “suç” olarak öne sürüyor. Washington, Paris, Berlin ve Londra'daki politika belirleyicilerinin Türkiye'yi kaybetme korkusu yaşadıklarını duyuruyor.
Türkiye, üzerindeki baskının bu boyutlara ulaştığı durumlarda hep bir adım geri atarak havayı düzeltmeye çalıştı. Ancak Suudi Arabistan ve Mısır'ın teslimiyetinin oluşturduğu rezalet, İslam dünyasında herkes için “Batı'ya uyma” artık onur kırıcı hâle getirdi. Daha önce sadece İslamî kesimler “Batı'ya hayır!” derken artık milliyetçiler de Batı'dan uzak durmayı daha kârlı buluyor.
Türkiye, uzun süredir konuşulan erken seçime bu ağır vaziyeti aşmak için mi gitti? Vaziyetin, kararı etkilediği kesin. Ama seçimin erken seçimden uzaklaşıp “baskın seçim”e dönüşmesi ayrıca değerlendirilmeyi hak ediyor. Meselenin izahını “ülkeyi uzun süre seçim havasında tutmamak” klasik söylemiyle yapmak mümkün.
Ne var ki MHP'nin, bölünmeden sonraki durumundan emin olmaması da önde gelen etkenler arasında görünüyor.
The Guardian'ın yazısına bakılırsa Cumhur İttifakı seçimlerden galip çıkarsa Batı, ne olursa olsun seçimlerin meşruiyetini gündeme getirecektir.
Bazı partilerin seçime girmesini engellemeye dönük Yüksek Seçim Kurulu eliyle önlem almaya kalkışmak, Batı'nın elini güçlendirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
Son söz: Hayırlı olsun, görelim Mevla'm neyler, neylerse güzel eyler…