Kullanılan “Başlık” size yabancı gelmemiş olabilir. Çünkü “Başlık”, orijinal değil, “aşırma!”
Başlığın ilk kısmı, 11.05.2015 tarihli Radikal'e ait. Konusu ise, tahmin edeceğiniz üzere bölgedeki “tehdit ve güvenlik açığı” olgusu ışığında son zamanlarda gerçek mi, sembolik mi, mizansen mi olduğu kuşku uyandıran “Aşiretlerin HDP'ye katılımı” haberleriyle ilgili.
Başlığın ikinci, yani “Seçim Sahasından Bildiriyorum” kısmı ise aynı zamanda Mardin'den AKP milletvekili adayı olan Orhan Miroğlu'nun 03.05.2015 tarihli Star gazetesindeki köşesinde kullandığı başlıktan ibaret.
İki ayrı başlık, iki ayrı konuyu işlemiş olsa da, yine de bölge gerçekliği zemininde birbirini tamamlayan, belki de ilk başlığın gölgesine “haber” formatına sokularak oluşturulmak istenen manipülasyonu birazcık dengeleyen bir içeriğe sahip olması açısından önemli.
Aydın DOĞAN medyası HDP'nin “Mayın temizleme aracı” gibi
İsterseniz önce seçim süreci vesilesiyle “HDP'nin mayın temizleme aracına” dönüşen Aydın Doğan medyasından Radikal'in, meşrulaştırmayı hedeflediği “Aşiretler geçidi” haberinin bazı bölümlerine birlikte bakalım:
“Son bir ayda Cumhuriyet tarihi boyunca muhafazakâr çizgiden hiç sapmamış, 12 yıldır da AK Parti'ye destek veren aşiretler peş peşe HDP'ye katıldı. Katılımların daha da artacağı ifade ediliyor. Bu büyük ‘siyasi göç'ün arkasında yatan neden Kobani'deki kırılma, aşiretleri HDP'ye çeken ‘gizli güç' ise İkna Komisyonları.”
Haberde Van'ın Başkale İlçe Teşkilatı'nın komple HDP'ye katılması, Batman'da Raman ve Maladina Aşiretleri, Urfa'nın Suruç ilçesinden isimleri sayılan beş ayrı aşiret, Kahta'da Dengir Mir Mehmet Fırat faktörü üzerinden Rışvan aşireti, HDP'ye kayan başlıca örnekler olarak sıralanıyor. Devamının geleceği hususunda ise özel vurgular haber içeriğinde mevcut.
Yine haberde aşiretlerin genel siyasal tercihlerinin yanı sıra, bu tercihlerin zıddına HDP'ye kaymalarının sebeplerine yer verilmiş verilmesine ama sayılan sebepler realiteyle pek bağdaşmayan, çalınan minareye sonradan kılıf hazırlama girişimi gibi bir durum da kendini ele vermiyor değildir.
Bununla ilgili şu hususlara özel vurgular yapılıyor:
“HDP'ye katılanların neredeyse tamamının Cumhuriyet tarihi boyunca muhafazakâr siyasi çizgiden hiç sapmayan, son 12 yıldır da daima AK Parti 'ye destek veren, vekil çıkartan, bölgedeki il ve ilçe teşkilatlarını yöneten aşiretler olması da dikkat çekici.”
Bahse konu siyasal gelenekten gelen bu aşiretlerin Ak Parti'den HDP'ye kaymasının sebepleri ise HDP Suruç İlçe Başkanı'nın sözlerine atfen şu şekilde gerekçelendiriliyor:
“İşte bir ayda yaşanan tüm bu hareketliliğin ardında HDP'nin geçen seçim Türkiye siyasetine tanıttığı ‘eş başkanlık' gibi bu seçimde siyaset sahnesine sürdüğü ‘İkna Komisyonları'nın payı var. Haberde de adı geçen ancak kamuoyunda pek kimsenin üzerinde durmadığı bu komisyonlar, adeta seçim sürecinde HDP'nin ‘gizli gücü' gibi faaliyet yürütüyor…”
HDP'nin “Gizli gücü”, PKK'nin silahlı unsurları olmasın mı?!
Hakikaten normal siyasal faaliyetler bağlamında bölge halkının bile haberdar olmadığı, ama uyguladıkları bilindik yöntemlerle ne şekilde ve hangi kadrolarla yürütüldüğünün herkesçe bilindiği güya “İkna komisyonları” haberde geçtiği şekliyle “adeta” değil, gerçekten de HDP'nin bilinen, tanınan “gizli gücünden” başka bir şey değil. Yani anlayacağınız, Radikal istemese de PKK'nin silahlı-milis kadrosu.
Diğer bir sebep de HDP'li Suruç İlçe Başkanı'nın ağzından “Kobani kırılması” ile açıklanıyor ve şu detay veriliyor:
“Tarihleri boyunca muhafazakâr çizgiden hiç sapmamış ve özellikle 55'ler olayı olarak anılan 1960'taki Sivas Kampı'na sürülmüş bu aşiretlerin şimdi HDP çizgisinde buluşmasının politik nedeni ise Kobani.”
HDP'li İlçe Başkanı'na göre; “O dönem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın “Kobani düştü düşecek” sözleri ile başlayan bu büyük kırılmanın, aşiretlerin AK Parti'ye mesafe koymasına ama diğer yandan ‘Kürt kimliği' etrafında belki de ilk defa bu kadar güçlü birleşmelerine neden olmuştur!”
Elbette herkesin kendi siyasal tercihlerini belirleme hakkı mevcuttur, velev ki bu tercih HDP ya da bir başka parti olsa bile.
Ancak kendi ifadeleriyle “Cumhuriyet tarihi boyunca muhafazakâr çizgide, son 12 yıldır da Ak Parti'de siyaset yapan, il-ilçe teşkilatlarını yöneten, zaman zaman yine bu partiden milletvekili çıkaran” aşiretlerin bir anda “Muhafazakâr Sağ'dan Radikal Sol'a” dümen kırması hiç de olağan bir siyasal akışkanlığa benzemiyor. Aşiretlerin milletvekilliği aday listeleri üzerinden kimi partilere küstükleri olmuştur. Bu durumda “vekil” çıkarma kaygılarıyla küsen aşiretler genellikle aday listeleri henüz kesinleşmeden bir takım manevralara yönelip bir başka partinin listelerinde yer edinmeyi hedefledikleri her an karşılaşılan durumlardandır.
Oysa listeler kesinleşmiş, bir başka partinin listelerinde yer bulma imkânı kalmamış bir esnada kalkıp muhafazakârlıktan aşırı Sol'a dümen kırmak aşiret menfaatleriyle de siyasal tercihle de alakalı olmadığı aşikârdır.
Hele ki işi “Kobani kırılmasına” bağlayıp “Kürt kimliği” eksenine vurgu yapmak da hiç inandırıcı değil.
Kobani kırılması ile Kürt kimliği etrafında kenetlenme güdüsünü nereden aldılar bu aşiretler? HDP'nin radikal Sol'la harmanlanan “Türkiye'lileşme” projesinden mi aldılar bu ilhamı; Yoksa HDP'nin “Seçim Bildirgesinde” yedi kere yer alan “Kürd” kelimesine karşın “DOKUZ DEFA yer alan LGBTİ vurgusundan mı?
Bir kere bu muhafazakâr aşiretler en büyük darbeyi 6-7 Ekim vahşet kalkışmasında muhafazakâr ya da Ak Partili kimliklerinden dolayı aldılar. Kimisinin işyeri yağmalandı, kimisinin arabası yakıldı, kimisinin evi kundaklandı. Aldıkları bu darbe mi kendilerini “Kobani hassasiyeti” üzerinden HDP'ye kanalize etti?
O halde geriye ne kalıyor? Haberde nazikçe zikredilen, siyasal zeminde yer almadığı halde herkesçe niteliği bilinen “İkna Komisyonları!”
Tehdit, göç, haraç, cebir ile ya ikna, ya da bertaraf edilme üzerine ikna kabiliyeti hayli yüksek “İkna komisyonları!”
“İkna Komisyonlarını” Bir de Orhan Miroğlu'na Sorun!
Aslında “İkna Komisyonlarının” maharetlerinin izlerini, Ak Parti yöneticilerinin sıklıkla HDP'ye yönelttikleri “Seçmenin iradesine ipotek koyma… Tehdit… Terör… Cebir… Haraç” gibi sert suçlamalardan takip edebilirsiniz. Neticede kayan aşiretlerin neredeyse tamamı Ak Parti'den kayıyor. Dolayısıyla “İkna komisyonlarının” yol açtığı acının en büyüğünü AKP'nin kendisi yaşıyor. Bununla beraber adı geçen “İkna Komisyonlarının” kişileri, aileleri, aşiretleri nasıl “ikna” ettiklerini biraz daha anlamak için kullandığımız başlığın ikinci kısmına, yani Orhan Miroğlu'nun “Seçim sahasından bildiriyorum...” dediği analizinden bir bölüme birlikte göz atalım. Neticede Miroğlu Mardin'den milletvekili adayı ve “İkna komisyonlarının” maharetlerini bizzat sahada iliklerine kadar yaşıyor. Şöyle diyor Orhan Miroğlu:
“(…)Mardin'in Dargeçit ilçesi bu güvenlik önlemlerinin alındığı bölgenin sınırları içinde bulunuyor. 90'lı yıllarda girilemeyen ilçelerden biriydi... Dargeçit'e bir on yıl kadar, Kürd Partileri, sivil toplum örgütleri ve gazeteciler giremediler. Şimdi giriliyor, ama öylesine giriliyor işte... 28 bin nüfuslu ilçede AK Parti 3.000'e yakın oy alıyor. Geçenlerde ilçe örgütümüzü ziyaret ettik. Karşılayanların sayısı 20 kişi kadardı. Korku dağları bekler... AK Parti bu ilçeden alabileceği oyu alacak, ama hemen her gün evine ses bombası atılan, kapısı penceresi kurşunlanan insanlar, oy verip meclise gönderecekleri vekillerine gün aydınlığında bir merhaba bile diyemeyecek kadar büyük bir baskı altındalar.
Arkadaşlarımı bilmem, ama bir an, kendimi Güney Kore'de sınırı geçip Kuzey Kore'de seçim çalışması yapıyor gibi hissettim. Oysa sayılamayacak kadar çok dostum var bu ilçede. İlçenin üstüne çöken bu karabasan olmasa, bizi ilçenin girişinde karşılayacaklarından hiç şüphem yoktu…
Helalleşmeyi, bağışlamayı, affetmeyi öne çıkaran bir konuşma yaptım ilçe binamızda. Ama daha sonra bana anlatılanları dinleyince keşke bu konuşmayı yapmasaydım dedim içimden. Yaptığım konuşmadan pişmanlık duydum. 6-7 Ekim olaylarında yaşananlar, bıraktığı acı o kadar taze ki, helalleşme derken, bin kez düşünmek gerekiyor buralarda...
Bu yazıyı yazdığım gün, oğlunu 6-7 Ekim olaylarında kaybetmiş bir Dargeçit'li, öldürülen oğlunun diğer kardeşleri dağa kaçırılmasın diye, nasıl da bin bir zorluk içinde, her birini uzak şehirlere gönderdiğini anlattı. Son bir hafta içinde yaşı 16-17 civarında olan çocuklardan on beşi dağlara kaçırılmış...
Acılı baba soruyordu haklı olarak, devletin istihbaratı, şusu busu yok mu diye. Küçük bir ilçede çocuklar dağlara kaçırılıyor ve bunun önüne geçilemiyordu.”
“İkna Komisyonları” değil; Kim JONG'un komisyonları
Sizi bilmem ama bana göre Miroğlu'nun kullandığı en can alıcı cümle, “Arkadaşlarımı bilmem, ama bir an, kendimi Güney Kore'de sınırı geçip Kuzey Kore'de seçim çalışması yapıyor gibi hissettim.” cümlesidir.
Kobani, Kürt kimliği falan gibi gerekçeler işin hikâye tarafı. Açıkçası Miroğlu'nun deyimiyle kendini “Güney Kore'de” görenler, geleneksel siyasal tercihlerini sürdürüyorlar.
Amma!.. Bir an için sınır hattını geçip kendilerini “Kuzey Kore” topraklarında hisseden aşiretler, Kim İl Sung'un şebbihalarıyla yüzyüze buluyorlar. İşte “İkna Komisyonlarının” mahareti de burada ortaya çıkıyor.
“İkna komisyonlarının” maharetleri pratiğe döküldükten sonra gerekçe Kobani de olur, Kürd kimliği de olur. Muhafazakâr Aşiretler dua etsinler ki temel gerekçe yine Kürd-Kobani etrafında şekillenmiş. Ya üstüne üstlük ana gerekçe, HDP'nin seçim bildirgesinde DOKUZ DEFA yer alan LGBTİ aşkıyla ilişkilendirilseydi?! Ağa, mor renklere batırılıp “Ayol” ile başlayan pankartlar eline tutuşturulsaydı?!
AKP, HDPKK'nin Suç Ortağı Gibi…
Öyle görünüyor ki, seçim tarihi yaklaştıkça HDP kaynaklı “Aşiretler geçidi” temalarıyla daha sık karşılaşacağız. Propaganda malzemesi yapılan aşiret kaynaklı haberler, aşiret bağlarının sadece sembolik hale geldiği, aynı aşiretten çok fazla siyasal tercihlerin söz konusu olduğu gerçeği göz önüne alındığında bu tür haberlerin çoğunun propaganda ve dezenformasyondan ibaret olduğunu herkes bilmektedir. Nitekim haberlere konu olan Raman aşiretinin HDP'ye katıldığı spekülasyonları bunun en iyi örneğidir ve HDP'nin aşiret mizansenine verilebilecek en iyi örnekler arasındadır.
Belki de haberlere konu olmayan asıl gerçeklik, bölgede belli başlı aile ve aşiretlere karşı uygulanan baskı politikası ve “İkna komisyonlarının” farklı seçenek bırakmayan uygulamalarıyla elde ettiği “başarıdır.”
Açıkçası aileler veya irili ufaklı aşiretler, HDP'ye katılma, bölgeden çıkarılma veya katliam seçenekleriyle baş başa bırakılmaktadır ki, çaresiz kalan aileler veya aşiretlerin mecburiyete dayalı tercih değişiklikleri, propagandaya dönüştürmeler “İkna komisyonlarının” başarısı şeklinde pazarlanmaktadır.
AKP, farkında olduğu ama dile getirmekten de çekindiği bu uygulamalar karşısında HDPKK'ye tepkisini, herkesin anlamayacağı şekilde bir çeşit “Kuşdili” ile dile getiriyor olması, sorumluluğun tümünün HDPKK'de olduğu sonucunu çıkarmaz. HDPKK'nin başka siyasal tercihleri “Ölüm sebebi” olarak gördüğü bu uygulamalar, AKP'nin kendisinin bölgede uyguladığı yanlış politikaların tipik yansımalarındandır.
HDPKK, aile ve aşiretleri bu şekilde sindirirken sığındıkları en büyük argüman, hükümetle anlaşmaya bağladıkları “seçim sonrası özerklik” ilanından sonra başka taraflara oy verenlerin kendi insaflarına kalacakları, dolayısıyla hesap sorma mekanizmasının devreye gireceği ve kimsenin gözünün yaşına bakılmayacağı üzerine kuruludur.
AKP'nin baskı politikası karşısında HDPKK'ye yönelttiği eleştiriler arasında HDP'nin elinde en büyük korku yayma propagandasına dönüşen bu noktaya temas etmemesi, dolayısıyla aile ve aşiretlere bu yönde güven telkin etmekten kaçınması ayrıca enteresan bir durum oluşturmaktadır.
“Çözüm süreci” adı altında kendisine oy veren dindar Kürt seçmenini bile uyguladığı tuhaf politikalarla HDPKK'ye karşı korumasız bırakan, hatta bazı rivayetlere göre “al gülüm ver gülüm” ilişkisi yürüten AKP, artık dindar Kürt halkının tercihi olma yolunda büyük kan kaybı yaşamaktadır. SW