Alternatif Cuma dediler yıllar önce, sayıları yüzlerle ifade edilen çocuğu dağda ölmüş hacı amcalar toplandı bir süre, toplumda karşılık bulmadı.
Abdestinden şüphe olunan birinin arkasında namaz kılmanın vebalini çok iyi bilir bölge halkı.
Alternatif cumaların alternatif imamı Bodrum sahillerinde arz-ı endam edince yatsıyı bulmadan söndü tutuşturulan mum.
Çözüm süreci boyunca on binlerce genci dağa götüren örgüt, şehre de hayal edilmeyecek kadar bir yığınak yaptı.
Gücünün zirvesinde olduğu bir dönemde süreci bitirdiğini ifade etti bir süre sonra.
Farklı gerekçeler açıklandı bu karar için...
Doğu ve Güneydoğu'da inşa edilen barajlara “askeri amaçlı baraj”, yapılan duble yollara da “askeri amaçlı yol” ifadesini kullandı örgüt.
Yüksekova'da yapılmakta olan havaalanında çalıştığından dolayı katledilen işçi sayısı da resmi rakamlara göre dokuz.
Gerekçe açıklanmadı, ancak “askeri amaçlı havaalanı” olabilir.
Gücünün zirvesinde olan örgüt, 7 Haziran seçimlerinde de hayal edemediği bir oy alınca “çözüm süreci”nin kazanımlarının sadece oyalama olduğuna, çatışmayla daha büyük kazanımlar elde edeceğine inanmaya başladı ve birilerini inandırdı.
Suflörün PKK'nın kulağına fısıldadığı sufle, Suriye'nin Rojava bölgesinden geliyordu.
Daha düne kadar oturduğu yerden toprak alamayan, bir kimliği olmayan, yeryüzü nüfusu sayılırken sayımda bile bulunamayan Kürtlere Esad “otonom” vereceğini söylüyorsa, kuzeyde neden federatif bir yapıya geçilmesin ki?
Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı ve şımartılan, neredeyse bölgenin kendisine terk edildiği PKK, bir anda bölgeden silinir vaziyete geldi.
Hiçbir eylem çağrısı halkta karşılık görmüyor, örgütün “yerinizi terk etmeyin, bir yere göç etmeyin” çağrılarına da halk, “erkekseniz siz terk etmeyin” diyerek cevap veriyor ve örgütün saldırılarına rağmen ölümüne evini barkını terk ediyor.
Şehirde, halkın içinde çatışma hesapları yapan örgüt militanları insansız bir şehirde çatışma durumunda kalınca sonuç onlar için hüsran oldu.
Örgütün çağrıları karşılık bulmayınca bir Duran Kalkan bir Cemil Bayık üst perdeden hakaretler yağdırmaya, bağırıp çağırmaya başladı.
Ancak hiçbir ifade karşılık bulmadı.
Bu defa Demirtaş devreye sokuldu.
Daha önce hendeklerin yanlış olduğunu ifade etmiş olan Demirtaş'a tükürdüğü yalatıldı ve 7 Haziran'ın “cici çocuk”u bir anda hendeklerin kerametlerini sayıp halkı toplamaya çalıştı.
Ancak nafile.
Oysa 6/8 Ekim olaylarında aynı halk, “cici çocuk”un çağrılarına icabet etmiş, Yasin Börü ve arkadaşlarının da içinde olduğu elliye yakın insanın ölümüne sebep olmuştu.
Yasin Börü ve arkadaşlarının insanlık tarihinde eşi görülmemiş bir vahşetle katledilmelerinden sonra sokağa inen gençlerde başını kaldıracak yüz, çocuğunu sokağa salan pervasız babalarda da yürek kalmadı.
Fatura ağırdı ve bu kara leke temizlenecek gibi değildi.
Daha önce belirttiğim gibi ileride kanlı örgütler üzerinde çalışacak sosyologlar, PKK tarihini dönemlere ayırırken “Yasin'den önce” ve “Yasin'den sonra” diye ikiye ayırıp inceleyecekler.
I.Dünya Savaşı'nı Sırplı bir gencin Avusturya -Macaristan imparatorunu öldürmesine bağlayan tarihçiler, PKK'nın da zevalini Yasin'in ölümüne bağlayacaklardır.
Neyse, çağrılarına karşılık bulamayan Demirtaş da bu sefer farklı yollara başladı, ancak hiçbiri kâr etmedi.
Son olarak geçtiğimiz cuma günü halkı toplu olarak Cuma namazına çağırdı.
Bunun son çırpınış olduğunun farkındaydı, ancak çırpınmaktan başka çare yoktu.
Örgütün üst kadroları, sol menşeli milletvekilleri, olayın şahidi olmamak adına, Cuma'dan medet uman solcu yaftasını hazmedemediğinden o saatleri bir meyhanede geçirip olayı unutmaya çalıştı ancak nafile.
Demirtaş, emekli müftüleri Abdulbaki Erdoğmuş öncülüğünde Diyarbakır Sümer Park'ta halkı toplu Cuma namazı kılmaya çağırdı.
Sonuç yine hüsrandı.
İlk önce Erdoğmuş katılmayacağını ve bu tarz eylemin doğru olmadığını söyledi.
“Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” türküsünü çığıran Selocan, eyleminden vazgeçmedi ve Sümer Park'ta yüz binleri bekleyen HDP'ye yönetimi bırakın yüz binleri, binleri bulmayan bir katılımla Cuma namazı kıldırdı.
Bu eylemin hiç mi faydası olmadı?
Elbette, faydası oldu.
Dinin afyon olduğuna inanan/inandırılan/inandırma çabasında olan birileri, kameralar önünde bütün değerlerinin ırzına geçti.
Bundan daha önemli bir şey olabilir mi?
Ha bu arada Türk sinemasına da ilham olabilecek bir film konusu meydana geldi.
Başlık da manşet olacak cinsten:
“Palyaço Sinemalarda”
Sur da Bitti, Sıra nerede Hevalno?
Sur'da yaklaşık üç ay süren sokağa çıkma yasağı ve çatışmalar sonrasında operasyonlar çarşamba günü itibariyle sona erdi.
Varto ve Nusaybin'deki yıkımdan sonra örgüt ders alır sandık, ancak aldandık.
Derik, Silopi, Cizre ve Dargeçit'ten sonra halkın PKK'ya “Êdi bese” demesini bekledik, yine aldandık.
İdil, gereksiz bir macera dedik, Sur ihanetin mücessem hali dedik; ancak PKK medyası ve PKK'nın klavye kahramanları hiç de bizim gibi düşünmedi.
Kahramanlık destanlarını yazar oldular.
Yıkılan, harap olan, enkaza dönüşen her mekân onlar için kutsal amaca vesile bir basamak sayıldı.
“Dünyanın en güçlü üçüncü ordusu, yüzlerce satılık korucuyla birlikte doksan gün boyunca Sur'a giremediyse bu bir kahramanlık destanıdır.” diyerek gençlerin aklı yerine duygularını besledi PKK medyası.
Zaten fazla akıllının da örgütün içinde barınma şansının olmadığı herkesin malumu.
Zira kırk yıllık tarihinde on beş bine yakın iç infazı olan bir örgütten söz ediyoruz.
Dünyada benzeri olmayan bir örgütten...
Kırk yılda on beş bin, yılda üç yüz yetmiş beş insanın arkadaşları tarafından öldürülmesi...
Bir Kürt'ün bir Kürt'ü öldürmesi değildir anlattıklarım, zira PKK'nın öldürdüğü Kürt sayısı kırk bine yakın.
Olay, bir Kürtçünün Kürtçü olan bir arkadaşı tarafından öldürülmesi olarak özetlenebilir.
Ancak hiçbir ihanet bu son altı aylık ihanet kadar ağır gelmedi Kürt halkına ve şu anda bireysel cezadan ziyade toplumsal cezalandırma söz konusu.
Yani aforozdan enterdiye geçti örgüt.
Kendi tabanının en yoğun olduğu bölgeye devleti bütün güçleriyle çekip faturayı devlete kesmeye çalışmak, şark kurnazlığından başka bir şey değildir, ancak şark kurnazlığı da her zaman işe yaramayabilir.
Devlet “kökünü kurutacağım” derken, örgüt de devletin pervasız olduğunu ve orantısız güç kullandığını belirtmektedir.
Halk, bu durumda birçok katmana ayrılmış durumda:
Olayların bu duruma gelmesinde PKK'yı sorumlu tutan PKK'dan uzak insanlar…
PKK'nın şehirde çatışmasını ve sokak ortalarında bomba ve mayın patlatarak hedef gözetmeksizin insanların öldürülmesinden rahatsız olan eski PKK'lılar…
PKK ve devleti aynı kefeye koyup ikisine de lanet okuyanlar…
Devletin orantısız güç kullandığını ve çözüm sürecinin Recep Tayyip Erdoğan'ın ihtiraslarından dolayı terk edildiğine inanan veya inanır gibi gören PKK'lılar…
Ve PKK'nın her şeye rağmen büyük başarılar elde ettiğine inanan, çatışmaların olduğu bütün yerlerde PKK'lı gençlerin destan yazdığına, devletin ise aciz kaldığına inanan PKK'lılar.
Bu son grubun içinde bulunduğu ruh halini anlamak zor…
Söyledikleri kuyruğu dik tutma adınaysa, gençleri bu söylemle kandırmaya devam etmeleri affedilir bir davranış değil ve örgüt, bunun cezasının daha girizgâhını yaşıyor.
Hatime, feci olacak gibi görünüyor.
Kuyruğu dik tutma çabasından daha vahim olan durum da söyleyenlerin bu söylediklerine gerçekten inanma ihtimalidir.
Yüz yirmi bin kişilik bir ilçede on bin insanın kalmasını ve PKK'dan altı yüze yakın insanın sadece bir ilçede ölmesini bir başarı gören deha(!), dünya psikologlarının henüz adını koymadıkları veya karşılaşmadıkları bir psikolojik dengesizlikle ifade edilebilir.
Anlama ve algılaması dumura uğramış zihniyetin topluma biçtikleri bu deli gömleğini giydirmeye çalışması da Kürt halkı için sebebi bilinmeyen bir İlahi tokat olabilir.
Neyse ki halk, bu tokadın etkisiyle girdiği şoktan çıkmaya başladı/başlamakta.
Yasin BÖRÜ Davası
Yasin BÖRÜ davası denilince akla iki dava gelir:
Biri uğruna öldüğü dava, diğeri ise öldürülmesinden dolayı görülen dava.
Yani biri uğruna ölünen, diğeri mahkeme tarafından görülen.
Biri ne kadar ulvi ise diğeri bir o kadar süfli.
Uğruna ölünen ne kadar yüce ise şu anda ölümünden dolayı görülmekte olan da bir o kadar cüce.
Bir tiyatral yazmış birileri.
Yazan, oldukça çömez, bırakın daha önce bir tiyatro eserini yazmayı, hayatında daha önce hiçbir tiyatro izlemediği de muhakkak.
Trajedi yazılmaya çalışmış, ancak baştan sona komedi.
Kurgu oldukça basit.
Oyuncular, sanıldığından da sıradan.
Bir iki oyuncunun bireysel yeteneği dışında oyun izlenmeye bile değmez.
Belki de bu yüzden 18 Nisan'da seyircisiz oynatılacak.
Selamlama bölümünde yönetmenin çıkmadığı bir oyun var mı yeryüzünde.
Üç beş çakalın insan sesi çıkarmasından bir tiyatro eseri değil çocukları oyalayan eğlenceli bir çizgi film çıkar.
Ve bir iki oyuncunun dışında kalan diğer oyuncular, çizgi film karakterinde.
Çizgi film karakteri mesabesinde ifadesini kullanırken bile karakter sözcüğünü yazmaktan hayâ ediyorum.
Oyunun aslına ve amacına uygun oynatılması için bu kadroya ilave yapılması elzemdir.
Bireysel yeteneklerini kullanan o bir iki gencin bile sönük kalacağı gerçek ve profesyonel kadronun oyuna dâhil olması gerekir.
Selamlama bölümünde “yazan ve yöneten Selahattin Demirtaş” anonsuyla Selahattin Demirtaş bu oyunda sahnede belirmediği müddetçe bu oyun aslına uygun oynatılmamış olacak.
Hâkime gelince;
İlahi takdir her insanın önüne fırsatlar sunar, büyük insanlar sadece bu fırsatları kullanabilenler olur.
Tercih, kişinin azim ve iradesine bağlı.
Vezir ve rezil olmak da hiçbir zaman birbirinden uzak değil.
Kişi giyeceği gömleğe kendi karar verir.
TERS AÇI
Halk, neden HDP Çağrılarını Takmıyor?
9 Mart 2016 tarihi, akşam saat 17.30 sıralarında, DBP, HDP, KJA ve DEM-GENÇ tarafından, operasyonların sona erdiği, ancak sokağa çıkma yasağının sürdüğü Sur ilçesi için bir kez daha çağrı yapıldı.
Yapılan çağrıda, ''DBP, HDP, KJA, DEM-GENÇ Amed il örgütü tüm bileşenlerince bütün halkımızı saat 19.00'da bulunduğu yerden ses çıkarma, sokağa çıkma ve demokratik tepkisini ortaya koymaya çağırıyoruz'' ifadelerine yer verildi. Ancak çağrı son zamanlarda olduğu gibi yine karşılık bulmadı.
Her çağrı bir öncekini aratır oldu HDP için.
Sadece Sur'da 271 kayıp veren PKK'nın çağrısına, orada ölenlerin ailelerinden üçer dörder kişi katılsaydı, katılım binlerle ifade edilirdi ki demek ki aileleri de katılmıyor.
Karşılık bulmayan çağrının gerekçelerine gelince, herkes kendince yorumladı.
Kürt siyasetçi Bayram Bozyel: "Halk, HDP, DBP ve PKK'dan çukur siyasetini terk etmesini, çatışmaların sona ermesini ve silahlı güçlerin yurt dışına çekilmesini istiyor. Halk şiddetle bu siyasete karşıdır ve bu olup bitenleri şiddetle reddediyor. HDP ve DBP'nin yapması gereken şey, halkı alanlara çağırmak değil, bir an önce bu olayların son bulması için PKK üzerinde baskı kurmaktır. Kürtlerin çağrılara ilgisizliği anlaşılır. Bu, bir kırgınlıktır, öfkenin yansımasıdır. Kürtler büyük bir şaşkınlık içinde, olup bitenlere bir anlam veremiyorlar" derken
Medya Konseyi Derneği Diyarbakır Temsilcisi Eyüphan Kaya ise: "Halkın altıncı his dediğimiz düşüncesi HDP'nin önüne geçti. Şükürler olsun ki halk artık bu tür yanlışlara destek vermiyor ama halkın devletten de beklentileri yüksek. Artık bu halkın sağduyusuna cevap verecek tarzda barış ve huzura doğru adım atılması gerekiyor. Siyaset ve sivil toplum bir anlamda silahın gölgesinde kalırsa tabi ki bundan bir huzur elde etmek mümkün değil. İlginçtir, 7 Haziran 2015 sonrası 80 vekil, siyasi partileriyle bir anlamda silahın gölgesinde kaldı. Dolayısıyla bir yerlerden talimat geldiği sürece hep bu şekilde milleti bu tür etkinliklere davet edeceklerdir."
Müzakere ve Çözüm Platformu Sözcüsü Alaattin Parlak: "Tüm sorunların Meclis'te çözüleceğine inanan halkın yapılan bütün şiddet çağrılarını elinin tersiyle bir tarafa ittiğini görebiliyoruz. Yıllardır kendi halkı için mücadele ettiğini söyleyen bir örgüte halk 'artık dur bu silahlı mücadele miadını doldurmuştur' diyerek, sivil ve demokratik haklarını talep ediyor. İstenen, Meclis ve siyasi partilerin devreye girerek sorunun çözülmesidir" değerlendirmesinde bulundu.
Azadi Hareketi Genel Sekreteri Sıtkı Zilan ise “Sur ilçesinde HDP, yüzde 80'e yakın oy aldı, ancak bu seçmen çukurlara karşıdır. Oyunu HDP'ye verenler de ilgili partinin bugün yaptığı siyaseti tasvip etmiyor.” diyerek var olan duruma bir gerekçe bulmaya çalıştı.
Ancak hepsinin es geçtiği veya fark edemediği bir hakikat var:
Yasin, Kur'an-ı Kerim'in kalbidir. Yasin sözcüğü bir sırdır ve Yasin'in katledilmesi PKK'nın intiharı olmuştur.