11 Eylül 2001'de Amerika'da ikiz kulelere yönelik gerçekleşen saldırılardan sonra dönemin Amerikan başkanı George W. Bush, şöyle demişti:
“Terörizme karşı bu bir Haçlı Seferi, bu savaş zaman alacaktır. Amerikalılar sabırlı olmalıdır.”
Birçok kişi ilk anda bu sözlerin derin Amerika'nın kuklası durumundaki bir evanjelik psikopatın hezeyanı olduğunu düşündü; ama öyle değildi.
Amerika yanına stratejik ve bölgesel müttefiklerini de alarak işgallere başladı.
Önce Afganistan ardından Irak…
Ancak Amerika'nın bu konuda acele ve plansız davrandığını söylemek doğru olmaz.
Meselenin siyasi olduğu kadar entelektüel bir boyutu da var.
İstihbarat bağlantılı düşünce kuruluşları yerel ve bölgesel dinamikler üzerinden kafa yorarken, basın ve siyasetin duayenleri yaptıkları açıklamalarla Amerikan siyasetine yön verdiler.
ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, 11 Eylül olayından sonra şöyle demişti: “Bu savaş, Müslümanlarla Hıristiyanların değil, Müslümanlarla Müslümanların savaşı olacaktır.”
İslam dünyasında ciddi anlamda kamplaşmalara pek rastlanmaz, çünkü kukla yöneticilerin uygulayabileceği bağımsız politikalar yoktur. Bu yüzden de çatışmalar lokal olmaktan daha ileriye pek geçmezdi. İran ve Irak arasında büyük tahribata sebep olan ve oldukça uzun süren savaş bile iki ülke ile sınırlı kaldı. Bunun yanı sıra bir dönem Kuzey ve Güney Yemen arasındaki çatışma, Türkiye ile Suriye arasında yaşanan gerginlik, Ürdün ve Suriye, Suriye ve Lübnan, Irak ve Kuveyt'in karşı karşıya gelmesinde her zaman gerginlik ve çatışmalar “iki taraf” arasında yaşandı.
Belki tüm bunlara bakıp Henry Kissinger'in sözünün zaten yaşanan bir süreci tarif ettiğini ve bu yüzden de çok dikkat çekici olmadığını söyleyebilirsiniz.
Ama hayır!
Kissinger'in söz ettiği şey imkânların zorlanmasıyla tüm İslam dünyasının içine çekilebileceği büyük ve yıpratıcı bir savaştır. Bu savaş ne kadar uzun sürerse Amerika'nın küresel hesapları da Siyonist terör çetesi israil'in güvenlik kaygıları da o derece gözetilmiş olacaktır.
Mezhebi ve etnik fay hatlarının en belirgin bir şekilde kendini gösterdiği Irak üzerinde yoğunlaştılar. Irak'tan görünür askeri güçlerini çektiklerinde geride tüm coğrafyayı etkileyebilecek ve her an patlamaya hazır bir bomba bıraktılar.
Aşırılıklar parlatıldı ve aşırılık düşüncesine teşne olanların önü açıldı. Jeostratejik bir konumda ve aklı başında politikalarla emperyalist projeleri akim bırakma imkan ve gücüne sahip olanlar da etnik ve mezhebi kaostan rant elde etme kaygısına düştüklerinde emperyalistlere göre hedefe az kalmıştı.
İslam dünyası iki değil çok sayıda kutuplara bölündü ve her kutup isteyerek ya da zorlamayla aşırılık çukuruna yuvarlandı.
The New York Times yazarı Thomas L. Friedman, 11 Eylül'den sonra şu cümleyi kurmuştu: “İslâm'ın aşırılıkçılığa son vermesi için iç savaşa ihtiyacı vardır.”
Bir ülkenin değil, İslam dünyasının iç savaşı…
Amerikan siyasetine uymayan herkes “aşırlıkçı” olarak kabul edildiğine göre hedef kaos, karmaşa ve darbelerle ortamı yaşanmaz hale getirmek ve Amerika güdümünde hareket edenlere alan açmaktır.
İşte İslam dünyasının hali tevile gerek duyulmayacak şekilde ortadadır.
15 Temmuz kalkışmasını da bu perspektiften değerlendirmeye ihtiyaç vardır.