Katar'ı ablukaya alanların ve aldırtanların derdi terörizm midir? Asla… Keşke Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da Trump'ın katılımıyla açılan Uluslararası Radikal Düşünceyle Mücadele Merkezi'nin müfredatı tespit edilse de buranın nasıl intiharcı yetiştirmek için organize edildiği bilinse…
Son dönemde İslam âleminde yaşanan çoğu şiddet vakasının Suudi-Amerika ve israil'le doğrudan veya dolaylı ilgisi vardır. İslam âleminin anlamakta zorlandığı ya da anlamak istemediği nokta budur. Afgan, Çeçen, Somali, Irak, Suriye mücadelesini ürettikleri “kültür ajanları” ile içinden çıkılmaz duruma getirenler de bunlardır. Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır, bu işte sadece para ve insan kaynağı sağlayan yapılardır.
İslam âleminde hedefte iki ana hareket vardır: Merkezde ve Batı'da İhvan-ı Müslimin, Hint kıtasında Cemaat-i İslamî…
Bütün projeler, bu iki hareketi kontrol altına almaya yönelik yapılıyor. İslam âleminin anlamak istemediği ikinci nokta da budur. Bunun ötesindeki bütün unsurlar detaydır.
Cemaat-i İslamî ve İhvan-ı Müslimin, sükûneti, ilmî faaliyetleri, ulaştığı insan kaynağının büyüklüğü ve niteliğiyle dünya sistemi için en yakın büyük tehdidi oluşturuyorlar.
Bu tehdidi, ABD ve İngiltere önce kendi içinde hissediyor, sonra bütün dünyada… Hindistan, Rusya, Çin de bu tehditle onlardan daha az ilgili değiller.
Bunun için, otuz yıla yakındır iki ana proje yürütülüyor:
1. Ilımlılaştırma
2. Radikalleştirme
Hem Cemaat-i İslamî hem de İhvan-ı Müslimin, batının dilediği bir ılımlılaşmaya razı olmadılar, bazı fertlerinin onlardan uzaklaşmasını göze alarak klasik çizgilerini sürdürdüler.
Bunun üzerine 90'lı yıllardan başlanarak her iki harekete yönelik, bu haraketlerin kontrolünü aşan bir radikalleştirme projesi yürütülüyor.
Suudi'deki üretimlerle “demokrasi karşıtlığı-cihad taraftarlığı” gençler için çekici ve bir o kadar da kafa karıştırıcı bir formülle bu iki cemaatin genç insan kaynağı kendilerinden uzaklaştırıldı, her iki cemaatin de büyüme alanı bu uzaklaştırılmalarla kısıtlandı. İki hareket de bununla mücadeleye nereden başlaması gerektiği konusunda karar veremiyor. İki hareket de kayda değer bir şekilde yaşlandı. Ancak özellikle İhvan-ı Müslimin toplum nezdindeki konumunu ve dünyadaki saygınlığını korudu.
Söz konusu hareketler 11 Eylül 2001'den bu yana ise bizzat genç insan katılımını engellemek üzere organize edilen yapılarca başvurulan şiddet eylemleri üzerinden vurulmak isteniyor.
Doğuda Hindistan, her tür şiddet eylemini bir şekilde Cemaat-i İslamî ile ilişkilendiriyor; merkezde ve Batıda İhvan ile ilgili böyle doğrudan bir ilişkilendirme yapılamıyor. Mezheplerini yayma derdine düşen batıni faaliyetler, söz konusu hareketlerin gençlerinin aşırı gruplara yaklaşmasına yol açmışsa da bu hareketler İslam aleminde mezhep savaşlarına da sıcak bakmıyor.
Bangladeş'teki uyduruk hükümetle, Cemaat-i İslamî'ye; Mısır'daki cuntayla İhvan-ı Müslimin'e ağır darbeler vuruldu. Ama ABD, Suudi ve israil, yapılanları yeterli görmüyor, bu hareketlerin gövdesini imha etmek istiyor.
Buna rağmen sadece Türkiye değil, Cezayir, Fas, Sudan, Kuveyt gibi ülkeler de İhvan-ı Müslimin ile mücadele konusunda Suudi-ABD ve israil'in durduğu yerde durmuyor. Söz konusu ülkeler, Pakistan, Malezya ve Endonezya ile birlikte “Müslüman kimliğin yeniden benimsenmesiyle” küreselleşmeye karşı direniş içinde yol arıyor.
Anglo Sakson-Suudi-Yahudi cephesi diyebileceğimiz bu cephe, siyasi olarak en güçlü halkayı oluşturan Türkiye'yi 15 Temmuz'da deviremeyince 5 Haziran'da zayıf halka Katar'a yöneldi. Katar'ın ardından muhtemelen halkanın bütün unsurları ile uğraşacaktır.
İŞİD'in Filipinlerin Marawi kenti civarındaki faaliyetleri, sorunun en kısa zamanda hem İhvan hem Cemaat-i İslamî'den etkilenen Hizb-i İslamî'nin etkin olduğu Malezya ve yanı başındaki Endonezya'ya da taşınmaya çalışılacağına işaret ediyor. Truva atı o bölgeye de sürülmüş durumda…
Ama bunun yol olmadığı er geç anlaşılacaktır. Kimse İslam âlemini bu yolla dize getirememiştir, bundan sonra da dize getiremeyecektir.