Bu süreçte milliyetçi, mezhepçi, fırkacı politikalar güdenler, devlet iseler veya devletleşme yolunda iseler uluslararası güçler tarafından meşruiyet alanı içinde görülecek; örgüt iseler ya Müslümanların temsilcisi gibi gösterilip kahramanlaştırılarak ya da bizzat desteklenerek onların önü açılacaktır.
Yeni dünyada uluslararası güçlerin hedef tahtasında olanlar ise ısrarla İttihad-ı İslam diyenler, İslam birliği için çalışanlar olacak. Onlar, hükümet iseler düşürülmek, cemaat iseler zayıflatılmak, marjinalleştirilmek, toplumun anlamakta güçlük çektiği alanlara çekilerek eritilmek istenecektir.
İmanı her ferdin kalbinden söküp atıncaya kadar İslam’la uğraşmak, İslam karşıtlarının en eski ve en sürekli hedefidir. Allah’a ve İslam’a düşman olanlar, bu etkinlikte dün bulundular, bugün bulunuyorlar, bulunmaya devam edecekler.
Ama rasyonalizm denen Batı’daki “akılcı” akımın siyasete hâkim olmasıyla dünyaya hükmetme iddiasında olanlar, yapmak istedikleri ile yapabildikleri arasında ayrıma gittiler. Yapmak istediklerinden vazgeçmediler. Yapabileceklerini ise en yakından, en uzak ama en büyük hedeflerine doğru sıraladılar.
Yapmak istedikleri, İslam’ın hiçbir ferdin dahi hayatında yer bulmaması, imanın her kalpten kazınmasıydı. Yeryüzünde İslam’ı kendi hayatına uygulayan bir tek fert kaldıkça onlar kendi hayat tarzlarını güvende görmeyecek, Allah’a Kur’an-ı Kerim’in tarifi ve Hz. Muhammed Mustafa’nın (SAV) örnekliği üzerine iman eden bir tek insan kaldıkça onların iç dünyasında sahte huzur tamamlanmayacaktı. Ancak, dünyaya hükmetme iddiasında olanlar, tarihi tecrübelerine bakarak bunu yakın bir dönemde gerçekleştiremeyeceklerini kavradılar. Son iki yüzyılda düşmanlık hedeflerine, tarih boyunca önlerinde en büyük engel olarak gördükleri İslam birliğini koydular. Müslümanları birbirine düşman etmeyi, İslam’ı yeryüzünden silmenin en hızlı yolu olarak kabul ettiler.
Yahudi bir tüccarın titizliği içinde planlama yapan uluslararası güçler, hedeflerine ulaşmak için yaptıklarının bazen büyük hedeflerine tam zıt yönde görünmesinde bir sakınca görmediler, “Ne oluyor?”dan öte “Ne olacak?” ile ilgilendiler. Bugün yaptıklarının basit neticeleriyle değil, yaptıklarının yapmak istediklerine ne kadar hizmet ettiğine baktılar. İslam birliğine zarar vermek için bazen kendileriyle yüzde yüz çelişiyor görünmekten sakınmadılar.
“Onların işleri kendi aralarında şura iledir.”1 İstişarenin olduğu her yerde, ihtilaf vardır. Ümmetin ihtilafı rahmettir. Ancak istişare ve ihtilaf, bereket ve rahmet vesilesi olduğu gibi aynı zamanda kalbi ayrıştırmaya, bölmeye eğilimli olanlar için imtihan kapısıdır.
İslam ümmetinin ihtilafından rahmete değil, ümmeti parçalamaya ulaşanlar, İslam dünyasını dünyada sıkıntıya, ahirette azaba götürecek yollar açtılar. Rahmet ve berekete götüren ihtilafın yanında sıkıntı ve azaba götüren ihtilafın İslam dünyasındaki varlığı, oldukça eskidir. Bu, imtihanın bir parçası olarak hep vardı. Bu imtihanı kaybedenler, Müslümanlar arasında bunu kendi emelleri ile birleştirenler ve bundan siyasi bir kazanç elde edenler de hep var oldu.
Bununla birlikte İslam tarihinde Batı tarihindeki kadar kanlı savaşlar ya yoktur ya da çok istisnadır. İslam dünyasının, çatışma kışkırtıcılığının ardından bir süre çatıştıktan sonra kendisine gelip ihtilafı bitirmese de çatışmayı bitirmesi uzun sürmemiştir. Birbirlerini kırıp geçiren Hıristiyan toplumlar, bu gerçeğe hep hasetle baktılar. Ondan daima rahatsız oldular ve ona karşı çare olarak zaman zaman kendi aralarında birliktelik arayışına, daima ise Müslümanlar arasında ihtilaf arayışına girdiler.
Modern çağa girilirken İslam dünyası kendi ihtilaflarını büyük ölçüde küçültmüş, hatta neredeyse unutmuştu; madden güç durumdaydı, bedenen yorgundu ama birbirinin derdiyle dertlenecek kadar duyarlıydı, dünyanın neresinde bir Müslüman zarar görür de Müslümanlar bunu duysa hiçbir şey yapamasalar da onların kavmine, mezhebine bakmaz onlar için dua ederlerdi.
Dünyanın yaşlılığı karşısında uzak sayılmayacak bir dönemde Miladi 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk yarısında İslam dünyası Hindistan’da İngilizlere karşı mücadele eden Müslüman aydınların bir bölümünün Şii olmasını hiçbir zaman Hindistan Müslümanlarından nefret etmeye sebep saymadı, o Müslümanlar da Batı ile savaşında güç durumda olan Osmanlı halkının Ehl-i Sünnet olmasını Osmanlı’ya yardım göndermemek için bir sebep olarak görmedi.
Büyük çatı İslam’dı, gerisi detaydı. O çatı altında yer alan herkes, bir bedenin organlarıdır, o organlardan biri ağrıdığında diğerleri o ağrıyı hissettiler. “Müslümanların birbirini sevme ve desteklemedeki durumları bir beden gibidir. Bedenin bir uzvu rahatsız olursa, bedenin bütün organları rahatsız olur ve uykusu kaçar.” 2
Müslümanlar, iyilerine yardım eder, günahkârları için af diler, yoldan sapanları hakka davet eder, tevbe edenlerini severdi.
Modernizmin İslam dünyasında etkisini göstermesinden önce İslam dünyasında Müslümanlar arasında kimi lokal isyan ve sorunlar dışında kayda değer hiçbir savaş yoktur.
İSLAM DÜYASINDA İHTİLAF ÜRETİMİ
İhtilaf tohumlarının var olmasıyla ihtilaf farkındalığının artırılması farklı şeylerdir. Modern dünya, İslam birliğine karşı savaşta, hem yeni ihtilaflar üretti hem de ihtilaf farkındalığını artıracak çalışmalar yürüttü. Bugün özellikle bu ikinci kısma yoğunlaşmış durumda.
Modern dünya, İslam’la mücadelesinde,
1. Sosyalist ülkelerde Orta Asya örneğinde olduğu gibi İslam’ı tamamen yasaklama yoluna gitti.
2. Tunus ve benzeri ulusal sol rejimlerde İslam’ı kontrol altına almaya; İslam’ın günlük yaşama yansımasını engellemeye çalıştı.
3. İngilizlerin eski sömürgesi olan krallık ve emirliklerde ise kötü bir örneklik oluşturma, iç işlerinde Şeriat görünen, dış işlerinde ise büyük güçlerin güdümünde bir yapı meydana getirme yoluna gitti.
Bu süreçte uluslararası güçlerin elindeki en büyük silah, Fransız İhtilali sürecinde keşfedilen sihirli değnek olan milliyetçilikti. Batı, Fransızlarla Almanlar, Almanlarla Ruslar, Fransızlarla İngilizler arasında kanlı savaşlara veya tüketici ihtilaflara yol açan bu silahı İslam dünyasına sürdü.
İslam dünyasında, İslam öncesi tarih ve gelenekler hatırlatılarak her Müslüman toplum için ayrı bir tarih, ayrı bir hayat tarzı ve ayrı bir hedef (ülkü, ideal) üretildi. Müslümanlar arasında Hıristiyan dünyanın eskiden beri bildiği ve sıkıntısını çektiği bir tür seküler (laik) “Milli Kiliseler” inşa edildi.
Müslümanlar, ortak inanç, ortak hayat tarzı, ortak tarih ve ortak hedefler üzerinde tek millet iken seküler (laik) Milli Kilise benzeri bir milliyetçilik yaygınlaştırıldıktan sonra “her halkın, hatta her coğrafyanın imanı kendisine, herkesin hayat tarzı kendisine, herkesin tarihi kendisine, herkesin hedefi kendisine” dendi. Ermeni, Süryani Milli Kilisesi gerçeğini andıran “Arap Müslümanlığı, Türk İslam’ı, İran Din Geleneği”, “Kürt İslam’ı” gibi terimler üretildi.
Prof. Asaf Hüseyin’in bir makalesindeki tespitiyle Müslümanlar düşünsel, kültürel, sosyal, ekonomik yönden birbirinden koparıldı.
Geçmişte Buhara’daki bir İslam âlimi ile Mısır’daki bir İslam âlimi ile aynı tarzda yetişirken modern çağda Pakistanlı bir Müslüman İngiliz tarzında yetişiyorken Cezayirli, Tunuslu bir Müslüman Fransız tarzında yetişmeye başladı. İslam toplumları birbirine yabancılaştırıldı.
İhtilafın tetikçisi tektipçiliktir. “Sadece ben” diyenin karşısına “Hayır, ben de varım” diyenlerin çıkması Sünnetullah’tır, yüce Allah’ın koyduğu bir hayat kanunudur.
Uluslararası güçler, milliyetçilik üzerinden İslam dünyasına çok zarar verdi, neredeyse her kirli ideolojiyi milliyetçilik ambalajı içine koyup Müslümanlar arasında yaydı. Bununla birlikte Müslümanlar arasında milliyetçilik üzerinden büyük bir savaş çıkarmayı da başaramadı.
İslam dünyası milliyetçilik kaynaklı tektipçi yaklaşımları aşmak üzeredir. Bugün İslam dünyasının her noktasında rahmet ve berekete vesile olacak bir “tanınma” süreci yaşanıyor. İslam’ın daima reddettiği “yok sayma” siyaseti milliyetçilik alanında can çekişiyor. Bundan sonra da milliyetçiliğin zihinlerdeki tortulları canlandırılmaya çalışılacak, ondan siyasi sonuçlar elde edilmek istenecek ama bugünden sonra 20. yüzyılda İslam’ın başına müptela olan ağır bir milliyetçiliğin görülmesi olası görünmüyor.
Batılıların ifadesiyle makro ve mikro ihtilaf alanları vardır. Makro ihtilaf alanları eski ve büyük, mikro ihtilaf alanları lokal (küçük, yerel) ve kimi zaman yenidir.
Dünyayı yönetme iddiasında olan uluslararası güçlerin yakın dönem hedefi, İslam birliğini bir daha sözü bile edilmeyecek kadar bozmaktır. Bugünden sonra bütün yatırımlarını o yönde yapacaklar. Bu yolda kendileri ile çelişiyor görünmekten, kendilerine düşman üretiyor gibi bir hal içinde bulunmaktan çekinmeyecekler. Onlar için önemli olan tek şey, ürettiklerinin Müslümanlar arasında ihtilafa, çatışmaya yol açmasıdır.
Bunun için hem makro hem mikro ihtilaf alanlarının farkındalığını artırmaya, bunu bir bölünme ve çatışmaya dönüştürmeye çalışacaklar. Bir yandan mezhepler, coğrafyalar, devletler, şehirlerarasında ihtilafı kışkırtırken öte yandan her ferdin bağımsızlık iddiasında olduğu yeni modern ideolojiye (çağdaş liberalizme) yatırım yaparak İslam dünyasını elde tutma yoluna gidecekler. Bir yandan kendi Katolik-Ortodoks, Katolik -Protestan savaşlarını andıran mezhep savaşları çıkarmak isteyecekler, öte yandan iki Müslümanın bir araya gelip bir etkinlikte bulunmasını engelleyecek girişimlerde bulunacaklar.
1 Şura, 38
2 (Buharî; Müslim; Ahmed b. Hanbel)