Bugün herkesin mutabık olduğu bir konu, kâinatın zerreden kürreye kadar çok dakik hesaplar üzerine çalıştığıdır. Yani bizim kevni ayetler, inkârcıların ise tesadüf dedikleri acayip bir düzen bu evrene hâkimdir. Ama acaba bu uyum sadece nesneler arasında mı vardır, ruh ve nesne arasında da böye bir insicam yok mudur?
Bir şeyde her şeyi ve her şeyde bir şeyi görüp bu şekilde, her şeyi birbirine uygun olarak konumlandıran yüce Allah, bu konumlandırmada mümkün müdür ki kâinatın en güzide varlığını unutmuş olsun, yani balığı görsün de deryayı görmesin. Oysa biz, dünyanın bütün varidatının en nihayetinde insanın kasasına boşaldığından hareketle, dünyadaki her şeyin onun için yaratıldığını görüyoruz. Yağmur ot için, ot inek için , inek de bizim için. Ya da bir dut ağacının devamı için bir dut içindeki onlarca tohum yetiyorken ağaç, o kadar dutu niçin veriyor? Hâsılı insan bu dünyada öyle görülmeyecek bir varlık değil, belki en çok görülen varlıktır. Haliyle o, varlık âlemiyle ilişkilenin mahiyeti noktasında olabilecek en özel şekilde konumlandırılmıştır. İnsanın her bir nesneye karşı bulunması gereken yere "helal konum" diyorum. Bu tıpkı coğrafi konum gibi enlem ve boylamları belirlenmiş bir yerdir.
Bir nesnenin kevni haddini koruması, nasıl ki onun varlığını sürdürüp rüştüne ermesine sebepse, insanın da varlık karşısında helal konumda kalması, saadetinin olmazsa olmaz şartıdır. Mesela toprak, su, güneş ve tohumun ilahî izdivacından, insanın hem ruhunu hem bedenini heyecana getiren gülün vücut bulması ne kadar güzel bir şey. Gülü koklar, rayihasını ciğerine çeker "oooh!" der, ferahlarsın.
İnsanın eşyaya ve olaylara karşı, bulunması gereken yer olarak tarif ettiğimiz helal konum da böyledir. Helal konumda kalmak insanın şeref ve haysiyetine en yakışan duruştur. İnsan, gülün göze olan nasibi gibi, en çok o konumda güzeldir, şıktır. Görünüş itibariyle karşısındakinin gözüne müsbet ışınları en çok o konumda gönderir. Başka bir deyişle nesnenin nesneye uyumundan doğan gül neyse; varlık ve ruhun uyumu olarak tarif ettiğimiz helal konumda da insan öyledir. Siz, görünüş itibariyle pek o kadar güzel olmasa da helal duruşundan dolayı size güzel görünen çok insan görmediniz mi? Ya da tersi… Yani boy, endam, ten ve yüz itibariyle o biçim olan birisinin haram ve ahlaksız konumundan ötürü gözünüzde çirkinleşmesi…
Buraya kadar olan, işin kışr yani kabuk kısmı… Helalin halaveti yani tadı kısmına gelince, doğrusu bu konuda kalem oynatmaktan hayâ ediyorum. Başkasının bahçesine izinsiz girmiş gibi hissediyorum kendimi. Bunu bir arif, şeyh ya da büyülü kelimeleriyle bir şair şerh etseydi ne güzel olurdu. O tadı duyumsatmayacağım kesin. Buna, bu yaşanılır anlatılamaz da denilebilir mi, bilmiyorum. Ama şunu biliyorum: Helal mal, gıda, kazanç, masraf, nazar… Her biri insana değdiği andan, ondan ayrıldığı hatta çok uzaklaşana kadar her tarafı kâr, şifa, esenlik, kuvvet olan beden ve ruh meltemleridir. Bu şifa ve sürur esintisindendir ki helal konumda olandan "ah" işitemezsin. Helalin taşkın getirileri onu" oh!"larda, "maşallah"larda, "Elhamdulillah"larda diyar diyar gezdirir.
Unutmayalım, Rabbimiz bize temiz ve hoş olan her şeyi helal kılmıştır. Demek ki helal olmayan her şey necis ve kerihtir. Peki, insanlar bunlardan nasıl zevk alır?
O halde unutmayalım ki mideler gibi zevkler de bozulur. Zevklerin bozulması mı? O da, bir sonraki konumuz olsun.