Cihadın tarih boyunca uğradığı en büyük haksızlık ve en korkunç musibet, onun büyük- küçük diye ikiye ayırmak gibi asıl hedefinden saptırması ve istismar edilmesidir. Bu iki kavram, yanı büyük- küçük cihad kavramı, birbirinin lazım ve melzumu iken, İslam düşmanları tarafında ayrı gayrı mefhumlar yükleyerek istismara açık hale getirilmiştir.
Eskiden beri İslam düşmanları fiili cihadın kendileri için arz ettiği tehlikeyi bildikleri için sürekli onu sabote etmeye çalışmışlar. Zira Müslümanlarda Cihad ruhu baki kaldığı müddetçe kendilerinin batıllarıyla yaşayamayacaklarını, devletlerinin (güç ve iktidarlarının) olamayacağını çok iyi bilirler. Müslümanların tek ses ve tek yürekle, Allah’ın adıyla ve O’nun bereketiyle cihadı ilan ettikleri zaman önlerinde hiçbir engelin duramayacağını biliyorlar.
Çünkü bu ruha sahip, bu bilinci kavrayan Müslümanlar, iki güzellikten birine ermekle her hâlükârda zaferi kazanmışlardır. Allah da onların yardımcısıdır. Tüm bunları, yarım asırdan daha az bir zamanda yeryüzünün yarısını fetheden bu ümmetin şanlı tarihinden anlıyoruz.
İşte İslam düşmanları, bu noktadan hareketle, kendileri açısından bu girift problemleri çözmeyi başardılar. Amaçlarını en iyi şekilde gerçekleştirmek için barışçı yollarla Müslümanları cihaddan alıkoymakla muvaffak oldular. Hakikaten problem çözüldü; onlar sofralarına oturmuş, cihaddan müsterih bir şekilde emin ve mutmain olarak yiyip içerken; Müslüman ülkelere hükmedip insanları köleleştirmeye devam ederken onların oyun döngüsüne giren zavallı Müslümanlar da büyük cihad adına nefisleriyle mücadele etmeye devam ettiler
İşte Ali Şeriati’nin dediği gibi: “Müslümanları fiili cihaddan geri çeviren, onları uzlet köşelerinde oturtan şey, düşmanları tarafından oluşturulan bu uzletçi anlayıştır.” Dediler ki; küçük cihad kâfirlerle mücadele, büyük cihad da nefis ve şeytanla mücadeledir. Elbette bu doğru bir tezdir; ancak ikisi beraber yürütülünce. Biri diğerinden kopuk olmaması ve biri yapılırken diğerinin ihmal edilmemesi şartıyla...
Bu düşmanlar uyanık insanlardır. Biliyorlar ki, insanoğlu diri kaldıkça nefis ve şeytandan kurtulamaz. Hayatı boyunca onu cihaddan alıkoyacak bir görev verdiler kendisine. Resulüllah (s.a.v)’n, “Küçük cihaddan büyük cihada döndük” hadisini istismar ederek Müslümanların gönlündeki cihad aşkını söndürdüler ve cihad meydanından kopardılar.
Artık bu tezgâha yakalanmış ve aldanmış kimi Müslümanlar, “nefis ve şeytanla mücadele en büyük cihad olduğuna göre| küçük cihadı ne yapayım” dercesine uzun tesbihini alıp dergâhına çekildi. Nefis ve şeytanla mücadele adına sadece iç dünyasına kapandı. Dolayısıyla düşmanın aleyhlerinde neler çevirdiğine habersiz kaldıkları gibi, yanı başında zulme uğramış Müslüman kardeşlerinin dert ve ıstıraplarına da kör ve sağır kesildiler.
Haddizatında kendi ibadethanelerinde oturup, insanlardan el-etek çeken kimseler, ne büyük ne de küçük cihad içerisindedir. Hakikatte o nefsinin arzularına teslim olmuş zavallı bir esirdir. Nefsi ona bunu sevdirmiş, Şeytan da ona bunu süslemiştir. Sonra eğer bu büyük cihad ise, o zaman, insanlardan ayrı olarak hayatlarını ağaç yaprakları yiyerek idame ettiren rahipler ile hayatlarını oruç ve kulluğa veren Budistler, dünyanın en dindar ve en bahtiyar insanlarıdırlar.
Şunu da belirtmek gerekir ki; burada maksadımız; Nefisle mücadeleyi terk etmek veya ona değer vermemek demek asla değildir. Aksine komplocu düşmanın ithal düşüncelerinden kurtulmak ve samimi Müslümanları bu iki şey arasında bocalamaktan ve zihin bulanıklığından kurtarmaktır. Zira bu gün birçok Müslümana; cihadın bu iki nev’inden bahsedildiği zaman, sanki onlardan birini seçme serbestliği veriliyormuş gibi bir algı oluşuyor. Acaba birini diğerine tercih ettiğinizde durum ne olur? Bunu tasavvur edebiliyor musunuz? İşte dikkat edilmesi gereken nokta burasıdır. Bu ölçüye iyice dikkat etmemiz gerekir.
Allah yolunda Cihad’ın ve şehadetin fazileti hakkında, selefin hayatını ölçü almamız lazım. Onların hayatı, kahramanlık destanlarıyla dolu olduğu gibi, zühd ve takva örnekleriyle de doludur. Onlar fiili cihadla birlikte, nefisle mücadeleyi de ihmal etmediler. Onlar, gece zahit gündüz mücahid idiler. Onun için ayrı bir mevzu tahsis edip ismini ‘züht’ koydular. Cephede oldukları zamanlarda dahi Zühd ile cihadı bir bütün olarak gördüler ve öyle yaşadılar. Abdullah İbni Mübarek’in nefis ile cihad için tahsis ettiği “zühd” adlı eserini her Müslümanın okumasını tavsiye ederiz. Allah’a emanet olunuz.