Son birkaç yıldır ittifaklar o kadar hızlı değişiyor ki takip etmekte zorlanıyoruz.
Özellikle “Kürdistan referandumu” dolayısıyla girişilen yeni ittifaklar siyasi paradigmanın tümüyle değiştiğinin göstergesidir.
Pragmatizmi ile meşhur siyasetçi Demirel'in “Dün dündür” şeklinde kendini gösteren anlayışının siyasi alana tümüyle hakim olduğunu görüyoruz.
Dünün müttefikleri bir anda düşmanlaşabiliyor. İşin garip olan tarafı ise toplumsal hafızanın buna neredeyse hiç tepki vermemesi ve yeni duruma anormal biçimde uyum sağlayabilmesidir.
Daha garip olanı ise yaşananların hem yerel, hem bölgesel hem de küresel ölçekte karşılığının olabilmesi…
Birkaç örneğe bakalım.
Bundan birkaç sene önce Pakistan, Amerika için iyi bir müttefikti. Amerika'nın talepleri doğrultusunda Veziristan bölgesine büyük bir operasyon düzenledi Pakistan ordusu. Çok büyük can kayıpları yaşandı. O dönemde Amerika, Pakistan içinde istediği bölgede operasyon düzenleyebiliyordu. Sonra hava değişti. Pakistan, Amerika'nın desteklediği Afgan hükümeti karşısında Taliban'a destek vermeye başladı. Amerika, tehditlerde bulunmaya başlayınca Pakistan hükümeti, Çin ile kapsamlı anlaşmalar imzaladı. Amerika, Afganistan'daki askeri varlığını artırmaya başlayınca Taliban'ın Rusya ile görüştüğüne dair haberler yayıldı.
Körfez'de Amerika'nın ne kadar etkili olduğunu bilmeyen yok. Kral Selman'ın başa geçmesiyle Suudi'nin siyasetinde bir kayma gözlendi. Amerika karşısında olumsuz bir görüntü veren Kral Selman ekibi, Sisi ile de ciddi biçimde bozuştu. Trump'un başkan seçilmesi sonrası Körfez'in hem Amerika ile hem de Sisi ile ilişkileri düzeldi. Aslında Bahreyn ve BAE'nin duruşunda zaten bir değişiklik yoktu. Bu yüzden de Katar'la ilgili bir araya gelip İhvan ve HAMAS konusunda israil politikalarını dayattılar. Katar'ın Amerika'ya verdiği rüşvetin oranı daha büyük olunca, Amerika, taraf tutmadığını, arabuluculuk yapabileceğini söyledi ki, bu durum özellikle Suudi'ye bir türlü üzerinden atamadığı bir şok etkisi yaşattı. Bu şokun etkisiyle olmalı Kral Selman yönünü Rusya'ya çevirdi ki, bu hiç öngörülemez bir olaydı. Bu hamle Rusya için çok önemliydi. Rusya, içeride barındırdığı yirmi milyon Müslümandan dolayı İslam İşbirliği Teşkilatına üye olmak istiyor; ama teşkilattaki Amerikan ağırlığı buna izin vermiyordu. Suudi ile yürütülecek askeri ve ticari işbirliğinin siyasi yansımaları da olacaktı ve Rusya, bunu çok önemsiyordu. Ancak hem Suriye hem de Irak konusunda farklı yerde konumlanan iki ülkenin ittifakla beraber teyakkuzda da bulunmalarını gerektiren bir durum vardı.
Trump'un İran hamlesi “mahcup küskün” rolünü oynayan Suudi'yi tekrar Amerikan çizgisine getirdi. Katar konusunda istediğini alamayan, Yemen'de hiçbir başarı elde edemeyen Suudi, nükleer müzakerelerden dolayı yine İran'ın hedef alınması üzerine Amerika'ya yaklaşma yoluna girdi. Amerika, Suudi için en önemli müttefiktir; ama son olaylar her an teyakkuzda bulunmanın da gerekliliğini ortaya koydu. Suudi yönetimi, Amerika'ya gerekirse kullanabileceği Rusya ve Çin seçeneğini göstererek mesajını vermiş oldu.
Türkiye'nin ittifakları ve konumlanmaları bu coğrafyada belki de en ilginç olanı…
Son dönemlerde politik tutum almalarda baş döndürücü bir değişim hızı yaşandı.
Nükleer müzakereler döneminde İran ile olan yakınlık Malatya'da kurulan radar ve füze sistemleriyle bir anda bozulmuştu.
Arap baharının Suriye'ye sıçramasıyla da Esad ile olan sıcak ilişkiler yerini düşmanlığa terk etmişti.
Türkiye açısından ilginç bir süreçti.
Suriye muhalefetinin siyasi ayağını temsil etme adına ortaya çıkan ve çoğu Avrupa ülkelerinde yaşayan kişiler Ankara ve İstanbul'da bir araya getiriliyor, eski Baasçılar (Menaf Tlas gibi) Türkiye Dış işlerinde ağırlanıyordu.
Türkiye bu dönemde ittifaklarla beraber teyakkuzda bulunmayı başaramadığı için boşta kaldı ve sürecin en zarar edeni olarak ortada kaldı.
Sonraki yazıda inşallah devam edeceğiz.