Hemingway'ın Çanlar kimin için çalıyor? isimli bir romanı vardı hani.
Ben de kendi kendime ciddi ciddi soruyorum; Hendekler kimin için kazılıyor diye? Hendeklerin nerdeyse tamamına yakınının kapandığını söyleyeceksiniz. Siz öyle zannedin, kapanıp kapanmadığını çok daha ileride göreceğiz.
Hendekleri bir sonraya bırakarak başka bir anekdotla başlayalım:
Fırsat bulduğumuz her yerde yaptığımız gibi çağrıldığımız bir nikâh toplantısında da İslam kardeşliğinden söz ediyorum, Müslümanların birbirlerini sevmekten başka kurtuluşlarının olmadığını anlatmaya çalışıyorum ve sözü sonunda Suriyelilere getiriyorum. Dinleyicilerin bir kısmının suratları ekşiyor, asılıyor, işimize, aşımıza zarar verdiklerini söylüyorlar. En sonunda da içlerinde gizledikleri Arap düşmanlığını kusuyorlar.
Biraz daha geriden alarak izah etmeye çalışıyorum. Memleketimize gelen Suriyelilerin Rabbimizin bizlere büyük bir nimeti olduğunu, onlar sayesinde cenneti kapımıza getirdiğini, bizlere Ensar olma şansı tanıdığını izah ediyorum. Onlar sayesinde Rabbimizin bizlere evlerimizde ne kadar da fazla eşyamızın olduğunu gösterdiğini, kullanılmayan nice kanepelerimizin, battaniyelerimizin, elbiselerimizin, ayakkabılarımızın, ısıtıcılarımızın, hatta fazladan evlerimizin, odalarımızın olduğunu bizlere gösteriverdiğini, aslında bütün bunların Rabbimizin bizlere bir lütfu ve ikramı olduğunu, her şey bir yana Kur'anımızın dilini konuşan bu kardeşlerimizi sevmemiz gerektiğini izah ediyorum.
Dinleyenler arasında biraz daha yaşlı ve olgun olanı eliyle yanındakileri göstererek;
“Hoca efendi! Şu gördüğün adamlar aynı ananın babanın çocukları fakat birbirlerini sevmiyorlar ki sen bunlara ta nerelerden gelen elin Suriyelisini sevdireceksin. Ensar gibi onlarla mallarımızı bölüşmekten söz ediyorsun, bunlar mal yüzünden birbirlerine küsler, miras yüzünden hepsi de mahkemelik olmuşlar, sen ne diyorsun?”
Susuyorum, aciz kalıyorum, aşamıyorum önümdeki bu hendeği.
Her ne kadar Suriyelileri sevdirme konusunda sizlere olumsuz bir örnek vermişsem de sizin de bildiğiniz gibi elhamdülillah olumlu örnekler çok daha fazladır ve ülkemizin insanı Suriyelileri sevmiştir, bağrına basmıştır, Ensarlığa aday olduğunu göstermiştir.
Gelelim bundan çok daha zor bir meseleye, Sur halkını, Cizre'den göç etmek zorunda kalanları, Nusaybin ve Silopi mağdurlarını ülkenin batısındakilere sevdirme meselesine gelelim.
Öyle zor ki, insan bu konuya girmeye cesaret bile edemiyor. Birkaç yerde şöyle bir nabız yokladım, ters ters yüzüme bakmaya başladılar. Zaten internet ortamında dolaşan bazı konuşmalarımdan dolayı mimlenmiş durumdayım. Bu arada şu bilinmelidir ki, PKK karşısında yüzlerce şehid veren bir cemaatin mensubuyum. Allah'ın izniyle bizim için hayati bir öneme sahip bu mesele üzerinde ısrarla durmaya devam edeceğiz.
Başta Diyarbakır olmak üzere İslami STK'lar Sur halkı için, Cizre halkı için, Silopi ve Nusaybin'in mağdur olan halkı için Ensar olma kampanyası başlattılar, Rabbim muvaffak eylesin.
Şunu unutmayalım ki Sur halkına Ensar olmak, yerlerinden yurtlarından edilen Cizrelilere Ensar olmak Suriyelilere Ensar olmaktan çok hayati bir meseledir.
Suriyelilere yardım etmek bir erdem ve fazilettir, Ensar olmaktır, Müslümanlığımızın bir imtihanıdır.
Fakat evleri, sokakları, mahalleleri viraneye çevrilmiş ve oraları terk etmek zorunda kalmış Cizrelilere, Surlulara, Nusaybinlilere sahip çıkmak bu ülke insanının tamamı için bir var olmak, yok olmak meselesidir.
Evet, iktidara sorarsanız bu hendekleri kazanlar bu hendeklere kendileri düşecektir ve düşmüşlerdir bile. Yapılacak ilk seçimlerde Hendekçiler kaybedecektir, örgütüyle de partisiyle de kaybedecektir.
Peki, bu kadar mı? Bize sorarsanız bu hendekleri kazanlarla, destekleyenlerle birlikte asıl kaybedecek olanlar hendek mağdurlarına sessiz kalanlardır, onları görmezden gelenlerdir.
Hatta bu hendeklere düşecek olanlar bu hendeklerden bin- iki bin kilometre bile uzakta olanlardır.