Belki de şimdiye kadar hiçbir seçim bu kadar zevksiz ve şevksiz yaklaşmamıştı. Bir tarafta halkın ekseriyetini ve devleti yalnız kendi iktidarlarının temsil etmesi gerektiğine inananlar, diğer tarafta ise, tüm Kürtlerin kendilerinden sayılması için her sınırı zorlayanlar var. HDP'nin eş genel başkanı, geçen günlerde; “Bu ülkede artık hiçbir parti tek başına iktidar olamayacak, biz bunu başardık” diyerek 1 Kasım seçimleri için yine destek istiyor. Hem de normalde büyük dostlarıyla(velileriyle) baş başa kaldıklarında onlara söyledikleri marifetlerini, şecaat arz edince, kendilerine kayıtsız şartsız destek vermeye gönüllü gözüken kitlelerinin karşısında da söylemekte bir beis görmeyerek.
Yarın; “Önce çarşafı zincire vurduk, kadınların namusunu ortadan kaldırmak için elimizden geleni yaptık, baktık ki, halk ses etmiyor; bu defa da, Charlie Hebdo'nun yapamadığını yaptık, Peygambere hakaret karikatürlerini sadece dergide filan değil, Peygamber aşkına yüzbinlerce insanın meydanları doldurduğu bir şehrin billboardlarına astık” deseler şaşmamak gerek. Ya da övüne övüne “batılı ülkelerin dahi yapamadığını yaparak masum gençleri, sakallı sivil Kürtleri IŞİD'çi diye öldürttük.”
CHP'nin başkanvekilleri ise, “Bu ülkede cumhurbaşkanına hakaret etme özgürlüğü istiyoruz” diyerek çıkıyorlar halkın karşısına.
Ve aylar geçmesine rağmen dindar bölge halkının neden Marksist ve din düşmanı bir partiye kaydığı sorusunun cevabını aramakta neredeyse hiçbir çaba göstermeyen bir Ak parti var.
Tabi Ak Parti'nin yapmadığı ev ödevi sadece bu değil. 7 Haziran seçimlerinde birçok sandıkta akıl almaz usulsüzlükler aleni bir şekilde yapıldığı halde, zamanında itiraz ve hatta seçim iptalinden bahsetmemek gibi. Hem bu seçimde 1 oy'un bile kendileri için hayati öneme sahip olduğunu bildikleri halde, hiç kimse ile bir şekilde ittifak kurma veya birlikte hareket etmeyi başaramamak gibi. Yine özellikle seçim için güvenliğin şart olduğu kent merkezlerinde bile, malum partinin çetelerinin hendekler ve birtakım engellerle seçime kadar oyalama taktiğine aldanmak gibi. Adayların bir nebze revize edilmesinin ise maalesef diğer noksanlıklar karşısında çok bir değeri yoktur.
Şu anda mesela Hakkâri, Siirt, Şırnak, Batman ve Mardin'den daha iyi durumda olan Diyarbakır gibi bir metropolde 3500 civarında sandık var ve neredeyse hiçbirinde sandığa gitmeyenlerin de oylarının kullanılmayacağı garantisi yok. Dolayısıyla HDP'nin öyle bölgede artık ciddi bir seçim çalışmasına filan da gerek yok. Zaten birkaç aydır gerekli çalışmaları yaptılar.
Ak Parti'nin şunu kabul etmesi gerekiyor. Sadece yollar, hastaneler ve hızlı trenler, gibi kalkınma hamleleriyle bu ülkede tek başına iktidar olmak mümkün olsa da, iktidar kalmak zordur. Çünkü iktidar olmanın yolu kalkınmadan geçiyorsa, iktidar kalmanın yolu da adaletten geçmektedir.
Adaletin dayanağı ise halkın ortak vicdani değerleridir. Bunun yolu da, ne devasa adliye sarayları yapmakla ve ne de, Atatürk ilke ve inkılaplarına göre hükmeden yargıçlar yetiştirmekle mümkündür. Önce bir anket yapılmalı ve halka şu sorulmalı: ‘Türk'üyle, Kürt'üyle, Arap, Laz'ı, Çerkez'iyle bizi birleştiren ve milli kılan değerlerimiz, Laiklik midir? Atatürk milliyetçiliği midir? Yoksa Allah'ın kitabı ve Peygamberinin muhabbeti midir?' Çünkü seçim sloganındaki ‘Biz hep birlikte Türkiye'yiz' cümlesi, ‘Türkiye de hep birlikte bizdir' şeklinde sağlaması yapıldığında ispatlanmış olacaktır.
Öte yandan adaletin tesisi, zalimle mücadele etmeden de mümkün değildir.
Maksatları İslâm düşmanlığı olanlar eskiden irtica gibi kelimelerle sihirlerini yaparlardı. Zaman zaman İran dediler, sonra El Kaide filan… Şimdi ise bunun adı IŞİD oldu. Artık aşırı dinci filan da demeye lüzum görmüyorlar. Veya halk nezdinde mahkûm etmek istedikleri kimseler için bu IŞİD'çi değil ama onlara düşmanlığı net değil, dolaylı destek veriyor gibi ithamlarda bulunuyorlar. O yüzden yeni bir malzeme bulana kadar IŞİD'in yaşatılması gerekiyor. Korku, tehdit, aldatma ve milliyet gibi kanallardan kendilerine bağladıkları kalabalıkların da her gün IŞİD'den bahsetmelerini ve bu korkuyla yatıp kalkmalarını istiyorlar.
Ne zamana kadar. Elbette Kasım'ın 1'ine kadar değil ama Maide'nin ortasındaki Nur'un sabahına kadar.
“Sabah da yakın değil mi?”(Hud 81)