Gençlik yıllarımda solcu (ateist) bir arkadaşım “cami gibi muazzam kurumlarınız bizde olsaydı toplumu kolayca değiştirirdik, siz camileri boşaltarak işimizi kolaylaştırıyorsunuz” diyordu.
Allah ve Resulü'nün insanlığa sunduğu muazzam bir kurumdur cami. Kurtuluş savaşlarında bir karargah; ifsad zamanlarında irşad mektebi; iflas zamanlarında iflah merkezi; itlaf zamanlarında ikbal devşirilen yerdir camiler. Toplandığımız, kaynaştığımız, benzeştiğimiz, tartıştığımız, barıştığımız, kucaklaştığımız, sıkıntıdan uzaklaştığımız, ortaklaştığımız birer terapi merkezleri... Minberinin “minderi” tayin ettiği, salasının darbeyi def ettiği, ezanının fasıkı bellediği, rahmetin göklerden indirildiği yerdir camiler. Gök ile yerin, yağmur ile toprağın, güneş ile başağın, abid ile mabudun, aşık ile maşukun, çocuk ile büyüğün buluştuğu yerdir cami.
Ancak özellikle son yüzyılda hakimiyetini kaybetmiş İslam medeniyetinin dejenere olmuş/edilmiş bir çok kurumunun yanında camilerimizde işlevsizleşerek bu dejenerasyonu en çok yaşayan kurum oldu. Amacından kopuk, ruhsuz, toplumdan soyutlanmış darülaceze konumuna düştüler.
Kutsallığı camideki “ıssızlıkta” ve “sessizlikte” arayan beli kamburlaşmış “acizlerin” bu anlayışı toplumsal bir anlayışa dönüşmüş durumda.
Yıllar önce evime komşu olan camide yaş ortalaması altmış ve üzeri olan cami cemaatinin çocukları camiden kovmasına mukabil “siz öldükten sonra camiye kim gelecek? Camilere kilit mi vurulsun?” demiştim. Taş ve beton mekanların ancak insan ile çocuk ile kadın ile kutsal olabileceğini aksi halde boş birer yapıdan ibaret olduğunu anlatmak nede zordu.
Bu gün memleketim, çocukluğunda camiye ait yaramazlık içeren anılarını büyük bir keyifle anlatanların camileri yeniden inşa ve ihya gayreti ile; çocukluğunda camilerden kovulmuşların camileri imha gayreti arasındaki kavgaya sahnedir.
Rejim ve uzantıları camiden kovdukları çocukları dağa kaçırttı, kovamadıklarını ise zindana attı. Camilerin ahıra çevrildiği günlerden tutun, camiye gidenlerin örgüt üyeliğinden on iki yıl ceza aldığı günlere kadar birçok kepazelik yaşadı bu toplum.
Babam imam olduğu köyde, bir kez ağanın hastalığı nedeniyle koltuğuna oturmuştu. Hiç keyif vermemişti. Zira koltuğa ağanın kokusu sinmişti ve halen ağa gerçek sahibiydi. O nedenle bu “ağanın koltuğu”na babam da otursa hiç haz etmedim ve hep şüpheyle baktım. Koltuğun rengi ve biçimi değişmedikçe sinen ağa kokusu geçmez.
Bu kanaatimle birlikte bir adam var ki hakkını teslim etmek lazım. Bütün ezberlerimi bozdu. Elbette ki onu oraya getiren adam da birçok şeyi “bozdu” ama bu gün konumuz Mehmet GÖRMMEZ Hoca. Göreve geldiği ilk günden beri dikkatle izliyorum. Tam bir devrimci. Aynı zamanda içten bir mutasavvuf. İlmiyle amel eden büyük bir alim. Mükemmel bir hatip ve edip. Ve çok cesur.
Gerek içerde gerekse uluslararası arenada yapıcı, birleştirici, geliştirici, her türlü taassuptan uzak bir söz ve eylem pratiği çok belirgindir. Birçok konuşması manifesto niteliğindedir. Resmi ideolojinin dayattığı milliyetçi, militarist, laik, yobaz ve hurafelere bezenmiş bir din anlayışından oldukça uzak bir adam. Memleket ve ümmet için büyük bir değer olduğuna inandığım Mehmet GÖRMEZ Hoca'yı, adil olan herkesin ve her kesimin alenen sahiplenmesi ve takdirini izhar etmesi gerektiğini düşünüyorum.
Çocukları camiden uzaklaştırmak isteyenler ya hainler; ya da camide uyuklarken çocuk sesinden rahatsız olan acuzelerdir.
Gençken ben de çocuklardan rahatsız olanlara “çocuklardan rahatsız oluyorsanız evinizde namaz kılın” diye bağırmıştım da bir ağabeyim maslahatı gözeterek bana çok kızmıştı.
O nedenle bu ses kulağıma çok hoş geliyor.
“Çocuklardan rahatsız oluyorsanız evinizde namaz kılın”
Her bijî Mehmet GÖRMEZ!