Siyasi sistemler içinde vicdanı en çok körelten liberalizmdir. Onun düzeni rekabete ve çatışmaya dayalıdır. Liberal iktisat sosyal darwinisttir. Güçlü olanın ayakta olmasını, sürekli rekabeti, yükselmeyi, başarıyı öngörür. Bu durumu en bariz biçimde eğitim alanında müşahede etmek mümkün. İlköğretimde okuyan öğrencilerdeki yansıması öğrencilerin eğitim hayatları boyunca –ki bu hayli uzun bir süredir- birbirini geçmek için devamlı yarış halinde olmalarıdır. Öğrencinin aynı sırayı paylaşan arkadaşı onun rakibidir. Öğrenci daha çocuk yaşta rekabet ve gizli husumeti öğrenir. Velilerin birbirlerine bakışlarını da çocukları üzerinden rekabet oluşturur. “Benim kızım veya oğlum ne kadar başarılı, arkadaşına göre ne aldı?” soruları velinin zihninden çıkmaz.
Aynı şekilde ekonomi alanında da yer yer acımasız sayılabilecek rekabet söz konusudur. Kapitalist hedeflerin yön verdiği piyasada esnafın birbiriyle olan ilişkisi de rekabete dayanır. Geleneksel toplumlarda esnafın birinci motivasyonu tabii ki helal kazanç elde etmek ise de, rakibini ezmeye matuf piyasa onun motivasyonunun temeli değildir. Selçuklularda sabah namazından sonra dükkanlarını açan esnaf, önce siftah yapan, ikinci bir müşteri geldiğinde onu siftah yapmamış arkadaşına gönderirdi. Acımasız piyasa ekonomisinde ise tam aksine “benden alsın, başkasından almasın” diyen çatışmaya ve büyümeye dayanan liberal güdüler söz konusudur. Belirtmek gerekir ki, kalite ve ucuzluğu hedefleyen centilmence rekabet ekonomi üretim ve ticari pazarlarda meşru bir zemine sahiptir, kapitalist piyasada geçerli olan bu değildir. Kapitalist rekabet, çatışma ve büyüme hedefleriyle el ele verdiğinde vicdansızlığı ortaya çıkarır. Mesela küçük ölçekli kriz yaşayan bir işletmenin iktisadi bir önlem olarak öncelikli tercihi işten çıkarma olur. Burada “vicdanlı çözüm” değil de “rasyonel çözüm” tercih edilir. Çünkü liberal sisteme göre işten çıkarma gerçekleşmezse işletme batar. Halbuki sahih olan yani İslam inancının ve rızık felsefesinin telkin ettiği değer, çalışanların işten çıkarılması değil, kriz bitine kadar herkesin maaşının belli oranda düşürülmesi şeklinde vicdanlı bir çözümdür. Liberalizm salt rasyonel olanı tercih ettiği için rızkın paylaşımına dayalı değer merkezli bir seçeneği çözüm olarak görmez.
Şu soru önemlidir: Bir şeyin vicdani olduğunu nasıl anlayabiliriz?
Bir fiilin vicdani olduğu insanın içine sinmesiyle, kalbinin mutmain olmasıyla, dinin söz konusu davranışı teyid etmesiyle anlaşılabilir. Vicdani olan insana iç tatmin, huzur ve mutluluk verir. Buna Kur’an terminolojisiyle “sekine” diyebiliriz. Mesela Amerika’da yapılan araştırmalar –ki bizim bildiğimiz ve yaptığımız bir şeydir- başkasına karşılıksız yardım edenlerin çok daha mutlu olduklarını, mutluluğu yardımlarda bulduklarını göstermiştir. İnsanlar muhtaçlara yardım yapmakla mutlu oldukları için bu yardım kuruluşlarında koşturup duruyorlar. Nasıl ki yürüyüş yaparken mutluluk hormonları salgılanıyorsa yardım etmek de mutluluk hormonlarını harekete geçirir. Akıl da kalp de bunu teyid eder. Kalbin itminanı, yani ruhun sekinetiyle ilgili olduğundan, bana göre vicdan ilahi şeraitin vaz’ettiği ilkelerin insan ruhunda izdüşümü olan tohumların ortaya çıkması veya tersinden ilahi şeraitin insan ruhundaki izdüşümlerine vicdan denir. Bizim kalbimizde itminan, huzur ve mutluluk olarak bulduğumuz (vecedna) şeyler ilahi hükümlerin kendisinde içkin bulunan hak, hakkaniyet, adalet, ahlaki erdemler ve hakikat sevgisidir.
Vicdansız bir dünyada yaşıyoruz. Buna ilk kez 19. yüzyılda dikkat çeken Karl Marx olmuştur. Marx kapitalizmin vicdanı ve merhameti ortadan kaldırdığına dikkat çekerek merhametsiz, vicdansız bir sistem olan kapitalizmin daha vicdansız bir sistemle ortadan kaldırılabileceğini düşünüyordu. Teşbihte hata olmasın “dinsizin hakkından imansız gelir” demeye getiriyordu. Bu, ilahi, dini referansları reddedip dini hayatın ve iktisadi faaliyetin dışına çıkaran kapitalizmi ancak merhameti olmayan, devrim, anarşi, çatışma ve nefreti esas olan imansız komünizm yıkabilirdi.Vicdanı olmayan tezle hiç vicdanı olmayan antitez çatışıp buradan ezenin ve ezilenin olmadığı, sınıfların ortadan kaldırıldığı, çelişkilerin ve baskının sona erdiği bir sentez ortaya çıkacaktı. Bu sentezden sonra belki komün toplum vicdanı ortaya çıkaracaktı. Pekiyi, vicdanı körelten şey nedir? Marx ve Engels devletin, ailenin ve mülkiyetin insanı vicdansızlığa sürüklediğini söyleyerek bunlara karşı tavır aldılar.
Marx ve Engels’i buna sevkeden sebepleri anlamak mümkün, ama yöntemleri gibi çözüm şekilleri de yanlıştı. Doğru olan “Her Firavun’a Musa” prensibi idi. Bu ilahi sünnetin vaz’ettiği kurtuluş reçetesine bugün de ihtiyacımız vardır.
Ali Bulaç