Muharrem ayı dört haram aydan biridir. Cahiliye dönemi Arapları bu dört ayda (Zilkâde, Zilhicce, Muharrem, Receb) savaşmazlardı. Hz Rasulullah (sav) Efendimiz de bu ayların hürmetine saygı duymuştur. Büyük ihtimalle kadim bir şeriate dayanan bu gelenek daha sonraları hak ettiği saygıyı bulamamıştır. Özellikle günümüzde ne Müslümanlar, ne de Ehl-i Kitap denilen Hristiyan ve Yahudilerin bu geleneği sürdürmediklerini görüyoruz. Yani günümüzün cahiliyesi eski Arap cahiliyesini de geçmiş durumda. İslam coğrafyasında senenin her ayında değil, her gün ve hatta her saatinde kan dökülüyor. Birleşmiş Milletlerin yaptığı bir araştırma sonucuna göre İslam coğrafyasında günde ortalama bin kişi öldürülüyor. Tabii ki, vuran da vurulan da Müslüman!
Muharrem ayının faziletiyle ilgili bazı rivayetler mevcuttur. Yahudilerin de bu ayın onuncu günü oruç tuttukları, bunu Hz Musa (as)'ın Firavun'dan kurtuluşu ile gerekçelendirmelerinin bilinmesi üzerine Rasulullah'ın da ‘ Ben Musa'ya sizden daha yakınım' diyerek Aşura gününde oruç tuttuğu hadis kaynaklarımızda geçmektedir.
Ne yazık ki, tarihi birçok önemli olayın vuku bulduğuyla ilgili rivayetlerin olduğu Muharrem'in onuncu günü ‘Aşura' bu ümmet için matem günü olmuştur. Rasulullah (sav) Efendimizin sevgili torunu ve Ehl-i Beyt'den yetmiş kusur masumun hunharca katledilmeleri bu günde vaki olmuştur. Rasulullah'ın ümmete kendi ailesi ile ilgili onca tavsiyelerine rağmen, ümmet böylesi bir katliamı gerçekleştiren bir idareyi ve yöneticilerini sırtında taşımıştır.
Aslında Hz. Osman (ra)'ın katledilmesinden sonra çıkan fitne olaylarını anlamak gerçekten zordur. Ahir zaman Peygamberi Muhammed Mustafa (sav)'nın dizinin dibinde yetişen bir nesil nasıl ve neden böylesi olaylar yaşadılar?! Tarihin gösterdiği sebepler elbette zahiri sebeplerdir. Dünyevi servet ve saltanat hırsının olayların gelişmesinde önemli bir sebep teşkil ettiği elbette doğrudur. Ancak olayların derin tarihi, psikolojik ve sosyolojik yönlerinin de göz ardı edilmemesi gerekir. Üstad Bediüzzaman bu konuda işin hakkını vererek olayları yorumlayan âlimlerimizin başında gelir. İslam devletinin genişlemesi ile beraber devletin önemli yerlerine gelen Emevi sülalesinden kötü niyetli bazı kişiler, İslam'ın safiyetini, hukukun üstünlüğünü bozacak icraatlara teşebbüs edince olanlar oldu. Sonrasında gelişen olaylar nihayette Kerbela olayı ile sonuçlandı. Ümmetin kalbine unutulmaz bir acı salan bu olay günümüze kadar gelen birçok fitnenin de ilk sebebi olmuştur diyebiliriz. Irkçı, kabileci, cuntacı Emevi yönetimi, ‘Ömer bin Abdulaziz' istisnasıyla hep zulümkâr oldu. Arap olmayan Müslümanlar ikinci sınıf muamelesine tabi tutuldular. İlk dönemin saf gidişatını değiştiren ve bulandıran Emevi zihniyeti tarihten günümüze kadar gelen birçok yanlış anlayış ve uygulamanın ilki olması hasebiyle iyi tanınması gerekir. İslam'ın bu ilk döneminde başlayan sapmayı durdurmak için Hz.Hüseyin (ra), Yezid' e beyatı reddetmiş ve kıyam hareketini başlatmıştır. Tarih, Kerbela'da yenilenin Hüseyin (ra) olduğunu söylese de, hakikat nazarında Kerbela bir zaferdir. Kıyamete kadar sürecek bir direniş ruhunun tohumlarının atıldığı bir gündür Aşura.
İslami mücadelenin ruhunu anlamak için Hüseyin ve Kerbela'yı iyi anlamak gerekir. Şii ve Sünni ekollerin aşırı uçları bu olayı mecrasından saptırmışlardır. Kerbela'yı bir kan davası şeklinde okumak onu hiç anlamamaktır. Ne yazık ki bu tür yanlış anlamalar bugün de etkisini sürdürmektedir.
Hz. Hüseyin'in (ra) Kerbela direnişi elbette çok önemli mesajlar taşır. Bunları doğru okumak son derece önemlidir. Bugün İslam dünyasının çektiği sancıların ana kaynağı da bu gayrı meşru yönetimlerdir. Bunlara karşı mücadele etmek, pes etmemek ve gerektiğinde şehadete koşmak Hüseyin'in yoludur. Bu duruş sergilenmeden Kerbelalardan kurtuluş olmayacaktır. Bugün coğrafyamızın hemen hemen her tarafında Kerbelalar yaşıyoruz. Halep, Irak, Yemen, Filistin, Kürdistan, Mısır, Libya, Afganistan'da her ay Kerbelalar yaşanıyor. Yezidî despot idareler kâh kendileri, kâh da başkalarıyla işbirliği yaparak topraklarımızı kana buluyorlar. Kısacası her günümüz Aşûra, her toprağımız Kerbelâ olmuş vaziyette.
Sorarsan tarihteki İbrahim ile Nemrud'u, Musa ile Firavun'u, Hüseyin ile Yezid'i herkes tanıyor ve kimse ikincilerden yana olduğunu söylemiyor. Ama iş bugüne; icraata gelince ise, beyefendi Firavun'un sarayında, Şam'ın has bahçelerinde, Babil'in İrem bağlarında zevk û safaya daldığı, halka envai türlü zulümler ettiği halde, İbrahim, Musa ve Hüseyin'e salavat; Nemrut, Firavun ve Yezide de lanet okuyor.