Doğrularınızı yazmanın, zor olduğu ve risk taşıdığı demlerden geçiyoruz. Yanlış anlaşılmaktan korkulan ve yanlış anlamaya fırsat kollayanların çok olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Ona rağmen söz söylemeyi göze almanın zamanı olsa gerek.
“Üç ayda Emevi’de Cuma kılma” konsepti ve “aklının” farkına varılıncaya değin Suriye’de çok şey kaybedildi ve onarımı imkansız hasarlar oluştu. Çok geç fark edilen bu “akıl” ve “irade” çok geç tasfiye edildi. Tasfiye ile birlikte yeni bir Suriye süreci ve konsepti geliştirildi. Bölge ve komşu ülkeler ile bu sorunun çözümüne dönük geç de olsa, güç de olsa adım atıldı. Ciddi ilerlemeler de kaydedildi.
Bunu fark eden “Emevi’de Cuma Kılma” “üst aklı” adeta çılgına döndü. Ancak bir darbe ile kaybettiği kaleyi tekrar alabilirdi.
Öyle de oldu. Darbe başarısız olunca, bu defa da oluşan boşluktan yararlanarak, ülkeyi başka bir gücün tahakkümüne tamamen teslim etme niyetindeki “kuruluşçular” ve ulusalcılar, konjonktürden ve boşluktan yararlanarak “etkileyici” hatta “belirleyici” aktör olmaya başladılar. Neredeyse onların ki dışında öten boru kalmadı memlekette. Bunların da göstereceği adres ancak bir “ayı” olabilirdi.
Oysa ülkede ihtiyaç duyulan şey bir “domuz” veya “ayı”nın himayesine girmek değil, enerjinin tamamını bölge halkları ve ülkeleriyle birlik ve beraberliğe harcamaktır. Yani halklarımızın ve ümmetimizin bir “aslan” doğurmaya ihtiyacı vardır. Ve kimse asla bir başına güç yettirecek ve “aslan” olacak bir imkana ve güce sahip değildir. Kimsenin böyle bir şansı da yoktur.
Esas sorun da burda başlıyor. Gördükleri her yiğidi “aslan” olabileceğine inandırarak, diğer yiğitlerle tokuşturma ve çatıştırma stratejisi izliyorlar. Artık başlar; “inandırılmışlıklarımızdan” müteşekkil “milli menfaatler” ve ötekini “şeytanlaştırma” savaşları. Küçük ve geçici menfaatler büyük ve kalıcı menfaatlere feda edilir artık. Sonra kendini yalnız ve güçsüz hisseden her bir yiğit, bir “domuz” veya bir “ayı” olmaksızın ayakta durmaya devam edemez.
Dolayısıyla bir gün “ayı” için doğan güneş öteki gün “domuz” için doğar. Ama bu güneş asla aldatılmış “aslanlar” için doğmaz.
Bir ülkeye darbe yapmak ve yaptırmaktan daha büyük bir saldırı olamaz. Darbecilerimiz ve hainlerimiz resmen ve alenen “sırtlan” ve “domuz” tarafından korunuyorken, kendilerinden kaçarken kucağına düştüğümüz “ayı”dan yediğimiz pençe sebebiyle, bazı aklı “evvel”ler tarafından tekrar “domuz”a yem edilmek isteniyoruz. Sırtlanların kanlı dişlerinin arasından uzayan “tatlı dilleri” bizi tekrar kurbanlık kuzuya çevirirse hiç şaşırmayın.
“Ayı”nın etrafı kokutan “gazına, “domuz”un uyuz eden “postuna”, “sırtlan”ın arkadan hançereleyen “dostluğuna” muhtaç olduğumuz sürece bir yere varır mıyız ya da bizden “aslan” çıkar mı bilmem.
Bizi hep, avlumuza bıraktıkları, koruyup kolladıkları, büyüyüp ısırmaya başlayınca da devirip yenisiyle değiştirdikleri, havlamaktan ve avludaki tavuklara saldırmaktan başka bir marifeti olmayan “eniklerimizle” oyalıyorlar. Bu sonu gelmez ve fayda vermez “oyalanmaktan” vazgeçip “ayı” ve “sırtlan”ı bertaraf etmeli; yapılamıyorsa en azından onları ortak hainler ilan etmeli ve olabildiğince uzak tutmalı köyden.. Eğer bunların vicdanına ve kucağına bırakırsak kendimizi, “canlarımızı” daha çok yakacaklar.
Gelin ellerindeki bütün kozları alacak olan kardeşliğimizi yeniden tesis edelim.