Toplumsal bir algı olarak ‘zulüm' kavramını hep bir cepheden anlamışız ve sadece bu cephedeki davranışları zulüm olarak değerlendirmişiz.
Zulüm denince kuvvet, güç ve iktidarıyla kitlelere haksızlık eden, onların haklarını gasp eden, canlarına kastedeni anlamışız. Elhak, bu doğru bir tanım ve anlamadır; ama eksiktir.
Zulüm, asıl anlamıyla ölçüsüzlüktür. Yüce Allah'ın bu kâinata cüzden küle kadar koyduğu bir ölçü, kıymet, değer vardır. İnsan da bu ölçüyü gözetmek veya ölçüye riayet etmemek arasında imtihanî bir irade sergilediği için adalete de zulme de fail olan, onları ortaya koyan etken de haliyle insandır:
“O gün herkesin amel defteri ortaya konulmuştur. Ey Muhammed! Günahkârların, amel defterlerinden korkarak: “Eyvah bize! Bu nasıl deftermiş ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış dökmüş” dediklerini görürsün. Onlar, bütün yaptıklarını hazır bulmuşlardır. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf: 49)
Ayette de görüldüğü gibi küçük büyük her şey Allah katında değerlendirmeye tabii tutulur ve bütün yapılanlar insanın önüne tastamam ve hazır bir vaziyette konur. Bu ister ölçüyü gözetmek yönüyle ister ölçüsüzlük yönüyle olsun değişmez.
İnsana nefsi boyutta düşündükleri, ortaya koyduğu sorulduğu gibi ailesiyle, akrabasıyla, arkadaşlarıyla, toplumla ilişkisi, ilgisi, yaklaşımı da sorulacaktır.
Lailaheillallah kelimesini tevhidi noktada anlayıp anlamadığı sorulacağı gibi yolda eziyet veren bir taşı kaldırıp kaldırmadığı veya bu amaçla yola o taşı niçin attığı da sorulacaktır.
Tüm bunları niçin söylüyoruz?
Yardım eline kimliği sorulmadığı gibi zulüm edenin de kimliği sorulmaz, sorulmamalıdır. Neticede ölçüyü taşıran, haksızlık yapan, icraatında aşırı gidip taşkınlık yapanın inkârcı bir insan ya da inanan bir insan olması çok fark etmiyor.
İnsanları tedhiş edip sokaklara korku salanın sakallı şalvarlı, askeri üniformalı, takım elbiseli veya çefili olması çok şey değiştirir mi?
İnsanlar, toplu katlediliyor, malları talan ediliyor, işyerleri ateşe veriliyor, yolu kesiliyor, kazancı gasp ediliyor, tehdit edilip yerinden yurdundan ediliyorsa bu işleri yapanların örgütsel/cemaatsel, bireysel/makamsal kimlikleri ve isimleri çok önemli midir?
Ölçüyü bilmeyip haksızlık yapan mağduriyete yol açan ha bir baba olmuş, ha bir amir olmuş, ha bir idareci olmuş, ha bir halife olmuş, ha bir önder olmuş, ha bir serok olmuş zulme uğrayan kişi veya kişilerce fark eder mi?
Onların acılarını bu isimlere göre hafifletip fazlalaştırır mı veya tatlılaştırıp acılaştırır mı?
Maalesef tüm bu sorulara her insaflı ağızdan verilecek cevap koca bir ‘Hayııır!' olacaktır.
Kadim bir coğrafyanın mümin bileşenleri olarak yüz yılı aşkın bir süredir hız kesmeyen ve son zamanlarda daha bir hız kazanan zulüm furyasıyla karşı karşıyayız. Coğrafyanın değişik bölgelerinde zulmedenlerin kimliği ve zihniyetleri farklılaşsa da zulmün mağdurları hep müminlerdir. Haliyle şunu anlıyoruz; coğrafyası bakir, yüreği bakir, fikirleri bakir ve zenginlikleri ziyade olan bir iklime dananan bu zalimlerin amacı hayatımıza ve imkânlarımıza kast ederek emperyal niyetlerine ulaşmaktır.
Mısır'da bunu Kıptilerle, Çin'de bunu Budistlerle, Filistin'de bunu Yahudilerle, Afganistan'da bunu Ruslarla, Cezayir'de bunu Fransızlarla gerçekleştirmektedir.
Bu bağlamda bölgemizde son on gündür ülkeyi bir iç savaşa çekmenin arefesi sayabileceğimiz olaylarda tetiğe basan, bombayı patlatan, pimi çeken elin isminin PKK, YPG, DAİŞ, JİTEM, PARALEL olması hiç de fark etmiyor!
Zalimi ve zulmü teşhir eden, zalime ve zulme hakkı haykıran bir bilince ulaşmamız dileğiyle Allah'a emanet olun!