HERKESE ADALET

Hasan SABAZ

Adalet kavramının içinin boşaltılması, anlamının bozulması, toplumsal ilişkilerde depremlere sebep olduğu gibi uluslararası ilişkilerde de kırılmalara neden olabilir.

Her kesimin kendi tanımlarını dayattığı garip bir dönem bu yaşadığımız.

Adaleti sadece kendisi için istemek, sadece başkasının zalimine tepki göstermek artık neredeyse ahlak haline gelmiş.

Sistem umutsuzluğa kapı açıyor, hakkın ikamesi için mücadele etmeye yönelik gerekli azmin oluşmasına zihni bariyerler oluşturuyor.

Oysa bir imtihan dünyasında yaşıyoruz, bu çok net.

Rabbimiz, “hayatı ve ölümü” kimin daha iyi işler yapacağı ortaya çıksın diye yaratmış. (Bkz. Mülk/2)

İlkelerimiz de oldukça nettir: “Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın…”

Seküler dünyanın fıtratı tahrip eden içi boş eşitlik söylemleriyle değil kendi değerlerimizden gelen tanımlarla, yaşanmış örneklerle bozuklukların “tadilatı” için çaba gösterelim.

Önce tanımlarımıza güvenelim.

Adalet kelimesiyle ilgili tanımların belki de en anlamlı olanı “bir şeyi yerli yerine koyma” şeklinde olanıdır. Ya da “her hak sahibine hakkını vermek” şeklinde olanı…

Nisa Suresi 135’te adaletin her şartta ve herkese karşı yerine getirilmesi gerektiği net olarak ifade edilir: “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun.” Ayetin sonunda bu konuda yapılacak yanlış ve sapmaların uhrevi karşılığı vurgulanır: “Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.”

İşte “vahyin öğrencisi” olan ilk nesil, Aziz Peygamberin dizi dibinde adalet dersini aldığı için bu açıdan “yol gösterici yıldızlar” mesabesindedir.

Bir örnekle konuyu netleştirelim.

Hz. Ömer radıyallahu anhın halifeliği dönemidir.

Mısır’da vali olan Amr b. Âs'ın oğlu Muhammed, at yarıştırırken bir Mısırlıya kamçı ile vurmuş ve şöyle demişti:

"Al sana! Ben en şereflilerin oğluyum!"

Bunu gören Vali Amr b. Âs, oğlunu, Halifeye şikâyet edeceğinden korkarak Mısırlıyı hapsetti. Hz. Ömer’in bunu duyması halinde kısas uygulayacağını iyi biliyordu.

Adam hapisten çıkınca Medine’ye gidip yediği kamçıyı ve hapsedilmesini Hz. Ömer'e anlattı.

Halife, her zaman olduğu gibi haksızlık karşısında öfkelendi.

“Adalet mülkün temelidir” demişti ve bu söz çağları aydınlatmıştı.

Adamı bekleten Hz. Ömer, Amr b. Âs'ı ve oğlunu Medine’ye getirtip yargıladı. Onlar hakkında kısas hükmü verilince Hz. Ömer: "Mısırlı nerede?" diye sordu.

Bulup getirdiler.

Mısırlıya kamçıyı verdi ve şunları söyledi:

“İşte kamçı, al ve bununla en şereflilerin oğluna vur!”

Ürktü Mısırlı; ama emreden Halife Ömer’di ve Ömer demek ne pahasına olursa olsun adaletin uygulanması demekti.

Mısırlı, Amr’ın oğluna kamçı ile vururken, Hz. Ömer de “En şereflilerin oğluna vur” diyordu.

Adaletin kamçısı, idarenin kibrine, adam kayırmaya, cahiliyeden sızan “imtiyazlı sınıf” zihniyetine vuruluyordu.

Adam kısası uyguladıktan sonra kamçıyı Halifeye uzatınca Halife ona şöyle dedi:

“Amr'ın kafasına da vur.! Vallahi babasının mevkiinden ötürü seni dövdü!

O zaman Mısırlı şöyle dedi:

“Ey Mü'minlerin emiri, ben beni döveni dövdüm, bu bana yeter.”

Amr b. As, Halife’den korkuyordu; ama yine de insanların artık emirlere itaat etmeyeceğini ima eder şeyler söyleyince Hz. Ömer, makamla kimsenin kimseden şerefli olamayacağını ifade etti ve tarihe geçen şu sözleri sarf etti:

“Ey Amr! Ne zamandan beri analarından hür olarak doğan insanları köleleştirmeye başladınız?”

Allahu ekber!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.