Dünya hızlı bir şekilde bireyselliğe doğru giderken kurumsal anlayışı ve kurumsal birlikteliği muhafaza etmek her geçen gün zorlaşmaktadır. Bırakın milletler veya toplumlar arası birliktelikleri, artık aile birlikteliğinin dahi muhafaza edilmesi çok zorlaşmıştır. Zira artık sıra toplumun en küçük örgütlü yapısına, yani aileye geldi. Küresel emperyalizm veya üst akıl, özellikle son iki asırda başarının zirvesine ulaştı. Böl parçala yut stratejisi, çok güzel dikiş tuttu ve toplumlar darmadağın oldu gerçekten.
Tabi İslam toplumları da darmadağın oldu. Fransa’dan yayılan milliyetçilik akımı, önce Osmanlı’yı dağıttı. Osmanlı bünyesindeki bütün toplumlar bir bir kazan kaldırdılar ve kendi bağımsızlıklarını aldılar. Osmanlı, bu dehşetli milliyetçilik ve hürriyet akımının önünü alacak stratejiler ve politikalar geliştireceğine, kendini buna göre güncelleyerek bünyesindeki toplumları yanında daha sıkı tutacağına; adeta parçalanmak istercesine milliyetçilik akımlarına çanak tuttu. Şefkatini, adaletini, toplumları bir arada tutan birleştirici ilkelerini bir bir attı. Küçüldükçe küçüldü. Anadolu’ya sıkıştı. Batının yetiştirmesi ittihat ve Terakkiciler koca imparatorluğun kılcal damarlarına kadar sızdı. Toplumları birleştiren en önemli saik olan hilafet idi. Onu da elde tutamadı Osmanlı. Hatta sonrasında da cumhuriyetin temel dinamiği olarak milliyetçilik tercih edildi. Bu bile, küçülmenin bir strateji haline getirildiğini göstermesi açısından önemlidir. Zira milliyetçilik, birleştirici değil, ötekileştiricidir.
Şimdi bunları niye yazma gereği duydum; yeni bir sivil anayasa ihtiyacı, artık gündemin temel başlığı haline geldi. Siyasi kulisler ve görüşmeler buna endekslendi. Hakikatte de şiddetle ihtiyaç duyulan bir mevzu. Ancak meclis aritmetiğinin ve siyasi kutuplaşmaların el vermediği bir anda bunun gündem edilmesi, çok makul bir durum değildir. Söz edilmesi dahi toplumu heyecanlandıran sivil ve adil bir anayasa yapımının politik ve konjonktürel süreçlere alet edilmemesi, en büyük temennimizdir. Anayasanın etnisite, ideoloji veya toplumun önemli bir kesimini dışarıda bırakacak farklı hususlar üzerine inşa edilmesi, en az iki asırdır devlet politikası halini almış “küçülme” stratejisinin devam ettirilmesi iradesinden başka bir şey değildir. Bunun da memleketin menfaatine olup olmayacağını kamuoyu takdir etsin.
Bu memleketin en az bin yıllık çok toplumlu, çok milletli birliktelikler tecrübesi vardır. Toplumları bir arada tutan temel harç, bugüne kadar adaletten başka bir şey olmamıştır. Halkların aynı çatı altında bir arada bulunabilmeleri sadece adalet ile olmuştur. Adalet, devletin temel anlayışı olduğu dönemlerde insanlar bir arada yaşayabildi. Ancak ne zaman ki etnisiteler ve ideolojiler devlet anlayışına dönüştü, o zaman dağılmalar başladı, haksızlıklar arttı. Yok saymalar, asimilasyonlar ve ötekileştirici politikalar başını alıp gitti. Bu anlayışlardan sonra da küçülmelerin önü alınamadı.
Adaletin sağlanması sadece adil bir anayasa ile olur. Anayasanın kendisi adil, kuşatıcı, birleştirici olmaz ise hiç kimse memlekette adaleti ikame edemez. AK Parti’nin 19 yıllık iktidarının geldiği nokta, bunun en açık göstergesidir. Laikliği dayatan, kendi değerleri ile kültür mirasını yok sayarak batıcı olmayı salık veren, bir etnisiteyi devletin merkezine koyarak diğerlerini yok sayan bir anlayış, yüzyıllar geçse dahi asla huzuru tesis edemez. Toplumları yok saymaya ve devleti küçültmeye devam edecektir.
Anayasa, herkesin kendisini yaşamasını teminat altına alan bir anayasa olmalıdır. Öyle olmayacaksa hiç yorulmaya gerek yoktur.