Tarihi kanlı sayfalarla dolu olan siyonist işgal rejimi direkt ve dolaylı olarak sayısız katliamlara imza attı. Hafızalardaki yerine koruyan bu katliamlardan biri de 16 Eylül 1982’de başlayan ve 3 gün süren Sabra ve Şatilla katliamıydı.
40 yıl önce aşırı sağcı Hıristiyan Falanjist milisler, Lübnan’ın başkenti Beyrut’un güneyinde bulunan Sabra ve Şatilla Filistin mülteci kamplarına Siyonist işgal rejiminin himayesinde saldırdı.
Cesetler tanınmayacak hale sokuldu
Menfur saldırılarda aralarında savunmasız kadın, çocuk ve yaşlıların da bulunduğu 3 binden fazla Müslüman hayatını kaybetti. Müslümanlar, öyle vahşi bir şekilde katledilmişti çoğunun cesetleri tanınmaz hale gelmişti.
İşgalci siyonistler katliama göz yumdu
Sabra ve Şatilla kampları, "uluslararası sözleşme ile koruma altına alınmış" ancak Ariel Şaron komutasındaki işgalci siyonist ordu, kuşatma altına alarak kamplardaki Filistinlilerin kaçmalarına engel oldu.
Katliamın en önemli aktörlerinden olan Lübnanlı Falanjistler ise işgal ordusuna destek vererek kampın kuşatılmasına göz yumdu. Daha sonra ise Falanjist milisler tarafından kamp sakinlerinin katledilmesine göz yumdu.
Katliamın ilk gününde dönemin Siyonist Genelkurmay Başkanı Rafael Eytan, Falanjistlerin temsilcileriyle buluşmuş ve onlara, “Devam edin, yarın sabah saat 05.00’e kadar size süre” şeklindeki emir vermişti. Bu ifadeler katliamda işgalci Siyonist rejimin açık ve büyük bir sorumluğunun olduğunu ortaya koymaya yetiyordu.
Ateşkes hiçe sayıldı
Halbuki Filistin Kurtuluş örgütünün 18 Ağustos’ta kabul edilen ateşkes çerçevesinde Beyrut’taki kamplarda yaşayan Filistinli sivillerin güvenliğine dair işgal rejimi ve ABD’den teminat alınmıştı.
Katliamın tanığı gazeteci anlatıyor
Katliamın en büyük tanıklarında biri de Gazeteci Robert Fisk'ti. Fisk, The Independent gazetesinde yazısında dehşet manzaralarını şöyle anlatıyordu:
“18 Eylül 1982’de Sabra ve Şatilla kampında bulunanlar için Şaron, ardında şişmiş cesetler, tecavüz edilmiş, işkenceye uğramış ve sonra da katledilmiş kadınlar ve bebekler bırakan bir kasaptır. Olaydan 18 yıl sonra bugün bu caddelerde dolaşırken katliam manzaraları hala gözlerimin önünden gitmiş değil.
Biraz ötede Sabra Camisi’ne giden yolda 90 yaşında, beyaz sakallı ve pijamalarıyla Nuri Bey’i görüyorum. Ölü bedeninin yanı başında yün başlığı ve bastonu duruyor. İlerideki dar sokakta yemek tencerelerinin yanında yatan iki kadın cesedi var… Cesedin birkaç metre ötesinde çürüdüğü için bedenleri morarmış, bir çöp gibi oraya fırlatılmış bebekler...”
Beyrut kasabı Şaron
Katliamın ardından dünya kamuoyunda büyük tepkiler gelmeye başladı. Tepkilerin dozunu düşürmek isteyen işgal rejimi, katliamı araştırmak üzere göstermelik bir komisyon kurmak zorunda kalmıştı. Komisyon Şubat 1983’te yayımladığı raporda, Falanjist milislerin lideri Eli Hubeyka’yı doğrudan, Ariel Şaron’u ise bireysel olarak sorumlu tutmuştur.
Ariel Şaron, katliamdan sorumlu olarak daha sonra “Beyrut kasabı” olarak anılmaya başlanmış ve savunma bakanlığından istifa etmek zorunda kalmıştı. Ancak işgal rejimi Şaron'u, hükümetin bir parçası olarak öne çıkardı, 2001 yılında ise rejimin başbakanlığı görevine getirdi.
Aradan geçen 40 yıla rağmen katliam cezasız bırakıldı
Katliamın mağdurlar her ne kadar, 2001 yılında Belçika’da Şaron aleyhine insanlık suçu işlediği gerekçesiyle dava açsa da emperyalist ABD ve işgal rejimin baskı ve tehditleri, Belçika'yı bu davanın açılmasına olanak veren yasayı değiştirmek zorunda bırakmıştı. Nitekim dava 2002’de düşürüldü.
Dava düşmeden önce katliamın başaktörü Falanjist Lübnan Güçleri’nin önde gelen isimlerinden Eli Hubeyka, Şaron aleyhinde şahitlik yapacağını ilan etmiş, ardından birkaç gün sonra Beyrut’ta aracına konulan bombanın patlamasıyla öldürülmüştü.
Birleşmiş Milletler 16 Aralık 1982'deki katliamı kınamış ve "bunun bir soykırım olduğunu" ilan etmişti ancak aradan geçen 40 yıla rağmen halen hiçbir yargılama ve ceza işlemi gerçekleşmedi. (İLKHA)
,