Sabah okulların açılma saatinde, öğle paydosunda ve ikindi vaktinde Kayseri’nin caddeleri bembeyaz başörtüsüne bürünürdü. Merkezdeki İmam Hatip Liselerinde yaklaşık on bin civarında kızımız öğrenim görmekteydi. O saatlerde şehrin merkezi ve özellikle otobüs durakları ve otobüslerin içerisi bambaşka olurdu.
Bu durum sadece Kayseri’de değil, Anadolu’nun büyük bir kısmında böyle idi.
28 Şubatla birlikte bu güzel manzara sona erdi. Şehirlerin cenneti andıran caddelerinin yerini kozmopolit bir görünüm aldı.
Önce okulların ve kursların kapısına kilit vuruldu, ardından da halkın özveriyle yaptığı bu binalar başka kurumlara devredildi.
Ben 28 Şubat dönemini Kayseri’de geçirdim. İmam-Hatiplerin orta kısmının ve Kur’an Kurslarının kapatılmaması için mücadele verdik, o dönemde sertleştirilen örtünme yasağına karşı düzenli eylemler yaptık.
Defalarca gözaltına alındık, yaklaşık bir ay cezaevinde kaldık. Yargılamalar neticesinde iki defa ayrı ayrı birer buçuk yıl hapis cezasına çaptırıldık, daha sonra affa uğradı bu cezalar.
Aynı dönemde bir yazımdan dolayı Selam gazetesi toplatıldı ve bundan dolayı da yirmi ay ceza aldım, fakat uyum yasalarından dolayı cezaevine girmedim.
Evet, biz bu dönemi bu şekilde hafifçe atlatıverdik. Fakat doğudaki ve güneydoğudaki kardeşlerimiz aynı dönemde adeta kan ağlıyorlardı, ciddi anlamda imanlarının imtihanını veriyorlardı.
Peki, o günler geçti mi, 28 Şubat dönemi artık geride kaldı mı?
Birileri için, birçok kesim için artık o kötü günler geride kalmış olabilir, hatta şu anda ömürlerinin en güzel dönemlerini yaşıyor olabilirler. Allah bilir biz kardeşlerimizin bu durumları için sevinç duymaktayız.
Fakat şunu belirtelim ki, bizim için hiçbir şey değişmemiştir, her şey olduğu gibi devam etmektedir.
Hiçbir an peşimiz bırakılmış değil, adım adım izlenmeye devam ediyoruz. Selam verdiğimiz, çayını içtiğimiz herkes sorgulanmakta.
Gazetemizi, dergimizi bıraktığımız her iş yerine her eve bizden sonra birleri girerek onları uyarmakta.
Derneklerimize gelip giden, sohbetlerimize katılan gençlerin ta köylerindeki ana babalarına ve akrabalarına kadar ulaşılmakta ve onlar korkutulmakta.
Önceki dönemlerde kızlarımız okullarının kapısından geri çevrilirlerdi. Şimdi o kızlarımızın babaları anneleri de gözaltına alınıp sorgulanmakta, yargılanmaktalar.
Gerçekten bizim 28 Şubat dönemimiz sürmektedir. Onun için arada bir kafalarımızı evlerimizin penceresinden çıkarıp dışarıya bağırmak istiyoruz:
“Hey ahali, millet! 28 Şubat dönemi bitti mi, evimizden dışarı çıkalım mı artık, ne diyorsunuz?”
Bu arada nankörlük etmiş olmayalım, 28 Şubat ve daha önceki dönemlerde olduğu gibi işkence, zulüm ve hakaret görmüyoruz. Gözaltılarda, sorgulamalarda bizlere çok kibar ve efendice davranılıyor. Abdest almamıza, namaz kılmamıza yardımcı oluyorlar. Hatta namaz vakitlerinde bizzat haberdar ediliyoruz, sabah namazına kaldırılıyoruz.
Öyle ya, bize operasyon düzenleyenler, bizi gözaltına alanlar, bizi sorgulayanlar da bizim gibi abdestli namazlı kardeşlerimiz.
Bazı istisnalar dışında cezaevlerinde de artık öyle kötü muamele görmüyoruz.
Tekrar başa dönecek olursak… Yıldönümünde bulunduğumuz 28 Şubat bizim için hiç değişmeden sürmektedir.
Belki askerin 28 Şubat dönemi sona ermiş olabilir, fakat bizim üzerimizde polisin 28 Şubatı olanca hızıyla devam etmektedir.
Emniyet-Yargı ve MİT kapışmasının ardından önce üst düzey dört emniyet şefinin, ardından 700 civarında polisin doğuya, güneydoğuya sürüldüğüne dair haberler çıktı. Bu haberi duyduğumda ağzımdan çıkan ilk söz şu olmuştu: Diyelim ki siz bunları sürdünüz ve kurtuldunuz. Peki şimdi biz ne yapacağız bunlarla?