Her üçü de karşı tarafa verilen atiyye manasına gelen hibe, sadaka ve hediye lafızlarının ortak şer'î manası şu şekildedir: Hayattayken gönüllü olarak, herhangi bir karşılık beklemeksizin karşı tarafa verilen nafile mallardır. (El-Fıkhü'l-Menheci c.3 s.101) Bununla birlikte her üç kelime arasında az da olsa bazı farklar bulunmaktadır;
Hibe; sadaka ve hediyeye göre daha geneldir. Zira çoğunlukla muhtaç ve fakirlere verilen Sadakada Allah'a yaklaşma ve sevap elde etmek umulurken, hediyede insanların sevgi ve teveccühüne mazhar olmak söz konusudur. Hibede ise sadaka ve hediyede beklenilen manevi karşılığın bulunması şart değildir. Mutlak olarak verilmektedir. Kişi bazen hibede bulunurken rızai ilahi veya insanlardan her hangi bir beklenti umarken bazen de böyle bir şey içerisinde bulunmayabilir. Mesela devletin çiftçi ve tüccar gibi toplumun çeşitli tabaklarına karşılıksız olarak verdiği maddi desteklere Türk hukukunda hibe denilmektedir. Aynı şekilde hibeyi diğer iki atiyye çeşidinden ayıran şöyle bir hukuki detay daha vardır; muamelelerde asıl olan "icâb/teklif ve kabul şartı" hibe için geçerliyken sadaka ve hediye için böyle bir şart söz konusu değildir. Çünkü asrısaadette birbirlerine hediye ve sadaka veren sahabilerin icâb ve kabulü şart koştukları görülmemiştir.
Karşı tarafa verilen hediye, sadaka ve hibeden dönme yani verilen şeyin tekrardan geri istenmesi toplum olarak ahlaki bulmadığımız davranışların başında yer almaktadır. Fıtratımızda bulunan bu hoşnutsuzlukla ilgili sevgili Peygamberimiz (aleyhissalatu vesselam)'in hadisleri ise şu şekildedir;
İbn Abbas (radiyallahu anhüma)'dan rivayet edildiğine göre Allah Resulü (aleyihissalatu vesselam) şöyle buyurmuştur: Hibesinden dönen, kusmuğunu tekrar yutan gibidir. (müttefekun aleyh)
Yine İbn Abbas (radiyallahu anhüma)'dan rivayet edildiğine göre Efendimiz "Bağışını geri alan kimsenin durumu şu köpeğin durumu gibidir: Yalını yer, iyice doyunca kusar. Sonra kusmuğuna tekrar dönüp onu yer." (Müslim) buyurdu.
Bu lafızlarla rivayet edilen ancak senetleri farklı olan hadisler oldukça fazladır. Ancak hepsi genel itibariyle hibeden dönmeyi kusmuk gibi necis bir şeyin tekrardan yutulmasıyla eş değer tutmaktadır.
Konuyla ilgili hadisler göz önünde bulundurulduğunda sadece hüküm bakımından değil ahlaki olarak da hibeden dönmenin zemmedildiği görülür. Dolayısıyla mezhep imamlarından Ebu Hanife hariç, tamamı hibeden dönmenin caiz olmadığı hükmüne varmıştır. İmam Ebu Hanife ise Ebu Hureyre'nin “Hibeyi veren kişi ödüllendirilmemişse, verdiğine daha layıktır” hadisini delil getirerek hibeden dönmenin caiz olmakla birlikte mekruh bir davranış olduğu görüşündedir. (Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi c.4 s.697) Cumhur ise senedinde bulunan İbrahim Bin İsmail'den dolayı hadisi zayıf gördükleri için bunun delil olmayacağını bildirmiştir.
Konuyla ilgili Hanefiler başka deliller getirse de, bunların geçersiz veya ilişkisiz deliller olduğu mezhep imamları tarafından mukaran kaynaklarda belirtilmiştir. İbn Kudâme derki: “bizim delillerimiz onların delillerinden daha güçlü ve daha evladır.” (El Muğni c.8 c.278)
Tüm bu sebeplerden ötürü bir kimse bir başkasına hibe, bağış, hediye ve sadakada bulunduktan sonra alan kişi verenin izni ve rızasıyla bunu kabzederse, artık bu bağış tamamıyla alan kişiye ait olmuş olur. Bunun tekrardan istenmesi meşru bir hak değildir. Ancak verilen hibe, karşı tarafın eline geçmemişse, aradan ne kadar müddet geçerse geçsin kişi verdiğini geri alabilir. Rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz, Ümmü Seleme ile evlendiğinde kendisine şöyle demişti: “Ben Necaşî'ye birkaç okka misk ile bir hülle (elbise) gönderdim. Fakat Necaşî öldüğüne göre hediyeler geri gelecektir. O hediyeler bana geldiği zaman senin (veya siz hanımların) olsun.” Durum Rasûlullah'ın dediği gibi oldu. Gelen hediyelerden bir okka dışındaki misk'ten fazlası ve hülle Ümmü Seleme'ye verildi. (Hâkim Müstedrek) Hibe, kabzedilmediği halde vazgeçilmez bir akid olsaydı, Rasûlullah o hediyelerin geri gelmesini kabul etmez, onları Necaşî'nin mirasçılarına gönderirdi. Çünkü Necaşî onları kabzetmese de hibe edilmekle onun mülkü olurdu. Bu bakımdan Rasûlullah'ın geri gelen hediyeleri kabul etmesi, kabzedilmeyen hediyenin kişinin mülküne geçmeyeceğine delâlet eder. (El-Fıkhü'l-Menheci c.3 s.112)
Aynı şekilde baba kendi evladına verdiği hibeden dönebilir. İbn Abbâs ve İbnu Ömer (radıyallahu anhüma) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Bir kimse bir atiyyede bulunur veya bir hibede bulunursa, sonradan atiyye ve hibesinden rücü etmesi ona helal olmaz, sadece baba çocuğuna yaptığı bağıştan dönebilir." (Sünenler, Müsned) Bunu destekleyen bir başka hadiste şu şekildedir: Nu'mân İbnu Beşîr (radıyallahu anhümâ)'nın anlattığına göre, "babası onu (Nu'man'ı) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a getirmiş ve: "Ey Allah'ın Resülü! Ben bu oğluma bir köle bağışladım! (Sen bu bağışıma şahid ol!" demiştir. Aleyhissalâtu vesselâm: "Her çocuğuna böyle bir bağışta bulundun mu?" diye sormuş, babası "hayır!" deyince: "Öyleyse bağışından dön!" şeklinde emretmiştir. (Buhari, Müslim)