İslam İşbirliği teşkilatı Genel Sekreteri, İyad Emin Medeni'nin geçen gün İstanbul'da yaptığı açıklamaya göre, Teşkilatın 10 yıllık yol haritası olacak Stratejik eylem Planında, 18 tanesi öncelikli olmak üzere barış, güvenlik, Filistin ve Kudüs Meselesi, yoksullukla mücadele, terör ve aşırılıkla mücadele, yatırım ve finans, bilim ve teknoloji, iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik, dinler arası uyum, ortak insani eylem, iyi yönetişim ve insan hakları konularına ilişkin 107 hedef yer alıyor. Genel Sekreter, açıklamalarına, bu yıl ki zirvenin çok farklı olacağını da ekliyor.
Tabi bu 107 hedef içinde mesela Mısır'da İhvana karşı sürdürülen haksız muamelenin sona erdirilmesi gibi bir madde yer almıyor. Çünkü bunu, Mısır'ın bir iç meselesi sayıyorlar. Aslında bu zirveyi farklı kılan husus da, darbeci Sisi yönetimi ile Türkiye arasındaki buzları eritmek. Hatta zirvenin amacının bu olduğu bile söylenebilir. israille çok açık ve hızlı biçimde geliştirilen dostluğun Sisi'yi de kapsama alanına alması, elbetteki beklenen bir durumdu. Yalnız bundan sonra, israil veya Mısır'ın mevcut zalim idarecilerinin işlediği cürümler karşısında öyle kükreyen bir Türkiye hükümeti filan olmayacak, olsa da zerre kadar samimi bulunmayacaktır.
ABD ve NATO'nun desteği hatırına israil, israil hatırına Mısır, Suriye hatırına Suud diye devam eden reel politik zincire, ülke çıkarı denebilir ama Adalet ve Hakkaniyet asla denemez. Türkiye'nin ekonomik refah düzeyinin yükselmesi, kendi geleceğini kendi belirleme, ideal bağımsızlık hedeflerine ulaşma gibi temel konularda çok önemli olabilir ama bu, yapılan zulümleri görmezden gelmeyi meşru kılmaz. Şimdi Mısır veya israilin zulümlerine karşı tekrar “dilsiz şeytan” tavrına bürünmenin karşılığı, düzeltilen ilişkilerle elde edilecek maddi bir takım kazanımlar ise, bu kazancın hayrından söz edilebilir mi? Daha önce ilişkiler, çok iyi iken ne hayrı görüldü ki, bundan sonra da görülsün.
Yine bu teşkilatın hedefleri arasında, israilin Gazze'deki cinayetlerini durdurmak filan da yok. Filistin ve Kudüs meselesi dedikleri şey de bundan çok farklı. Çünkü bundan kasıtları, ABD ve Fransa'nınki ile aynı. Yani Mahmud Abbas zihniyetini dünya görüşü olarak benimseyenlerin taltif edilip israile evlatlık verileceği bir devletten bahsediliyor. Adı Filistin olacak ve bu daire dışında kalanlar da doğal olarak Filistin davasını engellemekle suçlanacak. Ve İslam İşbirliği Teşkilatı işte tam bu noktada çok fedakâr(!) bir rol üslenerek Gazze'nin İslami direnişini ikna etme çabalarına hız verecek. Tabi bu arada, siyonist devletin Kudüs'teki varlığına gösterilen tepkiler, terör ve aşırılık sayılırken, Mescid-i Aksa'yı, Müslümanların inanç turizmine kapatmaması için büyük çaba sarf edilecek.
Bu teşkilatın planları arasında yine geçen yılın Hac mevsiminde ölen binlerce hacıdan bir kelime bahsedilmeyecek. Tam aksine, kaderinde orada ölmek olan kimselerin, kâmil mümin oldukları tezi işlenecek. Ve Mekke ile Medine'nin harem oluşu yani hiçbir devletin değil tüm İslam ümmetinin elinde olmasının zorunluluğu, kralın keyfine kurban edilmeye devam edilecek.
Yine mezkûr zevatın, “İslam Ordusu” diye bir planı var ki, tam evlere şenlik. Hani bu projeye bakınca, Çin'de imparator mezarında bulunan ve M.Ö. 210 yılından kalan 8 bini aşkın asker heykellerinden oluşan ordu akla geliyor. Sanki günümüzün Arap kralları da mezarlarına konulmak üzere, böyle taştan topraktan bir ordunun hayalini kurmuşlar ve bu fantezilerinde ısrarlı gözüküyorlar. Günümüzün İslam düşmanlarının bu ordunun kurulduğunu öğrenince ne kadar korkacaklarını anlamak için, bilmiyorum, acaba Mevlana Celaleddin'in, “Kedi korkaklıkla meşhurdur ama farelerin binlercesi bir araya gelip karşısına çıksalar onu korkutamazlar” sözünü mü hatırlamalı?
Tabi bu teşkilatın mezkûr planı içerisinde, Suriye gibi çok acil çözüm bekleyen mesele de öyle doğrudan yer almıyor. Ancak meseleyi zaten çözmekte olan batılı dostların(!) Cenevre'si, ne buyururlarsa ona göre her ülkenin kendi rotasını çizeceğine dair birbirlerine güvenli gülücükler bahşediyorlar.
Ama, haklarını yememek lazım. Bir araya geldiklerinde iyi pozlar veriyorlar, bol İslami söylemler, ödüller, taltifler, iklim ve dinler arası uyum gibi çok stratejik(!) planlar, hedefler, barış hikâyeleri filan, acayip göz kamaştırıcı…
Hani Temel, parmağını yaralamış. Hemen bir hastaneye koşmuş. İçerde iki kapı, birinde; “Hastalıklar”, diğerinde “Yaralanmalar” yazıyor. Yaralanmalar kapısından içeri girince, önüne yine iki kapı çıkmış. Birinde, “Kanamalı”, diğerinde “Kanamasız” yazıyor. Kanamalı yazan kapıdan girince iki kapı daha: “Hayati Önemde Olan” ve “Hayati Önemde Olmayan”. Hayati Önemde Olmayan yazılı kapıdan girince, kendini sokakta bulmuş. Eve döndüğünde “Temel sana iyi baktılar mı?” diye sormuşlar. “Hiç bakmadılar ama organizasyon harika” demiş.
Öyle değil mi, hiçbir derde derman olmuyorlar, ama organizasyon harika..