Fil yılının Rebiülevvel ayı 12.günün şafağı, diğer günlerden farklı bir şekilde doğdu. Doğan nurun ziyası, Mekke’den yayılarak acem sarayına, oradan Bizans topraklarına ve tüm cihana yayıldı. Dünyadan yayılan nur sonra göklere yayılarak tüm kâinatı kapladı.
Yerdeki varlıklar, zerreler, gökteki varlıklarla cüş-u huruş içinde tempo tutarak tesbihe başladı. Nur-u yektanın doğuşunu birbirine müjdeleyen mahlûkat, Ona (sav) salât-u selam getirerek sevinçten kendilerinden geçtiler. Öyle ki şirkin sembolü olan Kisra sarayının on dört sütunu yıkıldı. Mecusilerin bin yıllık ateşleri o anda söndü. Save gölü cıvıl cıvıl iken bir anda yutkunarak kurudu. Daha nice bilinen ve bilinmeyen harikulade olaylar oluştu…
Sabahın köründe bir Yahudi müneccimi feryad kopararak Mekke’nin sokaklarında delicesine sağa sola koşuyor ve “Ahmed’in yıldızı doğdu” diyordu. Hakeza şeytanlar taifesinde bir inilti ve vaveyla dalgası yayılıyordu. Onlar da: “Hatemünnebiyyin, Habibullah doğdu” diyerek birbirlerine bu büyük haberi veriyorlardı…
Abdullah bin Abdulmuttalib ve Vehb bin Abd-i Menaf’ın kızı Amine’den mütevellid, kâinatın nuru, mazlumların ümidi, zalimlerin korkusu ve Allah’ın dostu olan, gözlerimizin nuru, Hz.Muhammed Mustafa (sav) olarak doğdu.
Gözlerimizin nuru anne karnında iken babası Abdullah’ı kaybediyor. Babası evliliğinin ilk ayında ticaret için Şam’a gidiyor ve dönüşte Yesrib (Medine)’de hastalanıyor. Burada dayılarının yanında iyileşinceye kadar kalmayı murad ediyor ama takdir-i ilahi tecelli ediyor ve orada vefat ediyor.
Sevgili Peygamberimizin babası, on kardeşin küçüğüdür. Babası Abdulmuttalib zemzem kuyusunu bulduğu dönemde Kureyş, Abdulmuttalib’i taciz ediyor, o da kendisini koruyacak bir akrabası olmadığından dolayı çok üzülüyordu. Bundan dolayı on oğul sahibi olursa bunun birini Rabbine kurban edeceğini nezretmişti.
Nihayetinde dileği gerçekleşir ve Allah (cc), ona on tane oğul bağışlar. O da bu adağını hatırlayarak birini kurban etmeye karar verir. Çekilen kur’a, sevgili oğlu Abdullah’a isabet ediyor. O, onu kurban etmeye yeltenirken, Kureyş’in ileri gelenleri, Abdullah gibi bir yiğidin kurban edilmemesi gerektiğini, bunun için de bu durumun açıklığa kavuşması için meselenin Şam’da bulunan bir kahine havale edilmesini Abdulmuttalib’e öğütlerler. O da bunu kabul ederek kâhine gider.
Kâhin onlara, Abdullah’a karşı on deve adamasını istemiş ve kur’a develere çıkıncaya kadar her seferinde onar deve artırarak bu işlemin yapılmasını istemiş. Abdulmuttalib’in adağı yüz deveye ulaşıncaya kadar kura sürekli olarak Abdullah’a çıkmış. Sonuçta kur’a develere çıkınca, nihayet Abdullah kurban olmaktan kurtulmuş.
Gözlerimizin Nuru’nun annesi, Beni Zühre’nin reisi Vehb b.Abdi Menaf’ın kızı Amine’dir. Âmine daha gencecik bir kız iken Abdullah ile evlenmiş. Amine, emsalleri içerisinde bir iffet simgesidir. Habibullah’ın annesi olmaya layık bir kadındır.
Sevgili Peygamberimizin babası Abdullah’ın, Amine ile gerdeğe girmeden öncesine kadar alnında bir nur taşıdığı ve Amine ile evlendikten sonra bu nurun Amine’ye geçtiği rivayet edilmektedir.
Sevgili Peygamberimizin doğumu sırasında da harikulade olaylar meydana gelmiştir. Rivayetlere göre doğumu sırasında Sevgili Peygamberimizin annesi yalnız idi. Bu sırada yabancı bazı kadınların içeri doluştuğunu görmüş. Bunlardan ikisinin ismini sormuş. Birinin Hz.Asiye, diğerinin ise Hz.Meryem olduğunu, diğer kadınların ise önceki dönemlere ait yüce şahsiyetli bayanlar olduğunu öğrenmiş.
Ayrıca kendisine doğum anından önce çok farklı ve lezzetli bir şerbetin sunulduğunu ve bu şerbeti içtikten sonra hiç sancı görmediğini söylemiştir. Doğumun gerçekleşeceği anda kanatlı olarak bazı meleklerin geldiklerini ve bu meleklerden bazılarının kanatlarını gerdiklerini ve bu şekilde Sevgili Peygamberimiz (sav)’e ebelik yaptıklarını anlatarak; doğan biricik oğlunun secde vaziyetine geçerek şehadet parmağını havaya kaldırdığını bildirmiştir. Devamla bir bulutun geldiğini ve sevgili bebeğini sardığını, sonra bulutun çekilmesiyle bebeğinin bir kumaşa sarılı vaziyette yıkanmış olarak kucağına verildiğini söylemiştir. Yine sevgili bebeğin doğumuyla odanın nurla dolduğunu bildirmiştir.
Gözlerimizin Nuru’nun doğum haberi dedesine ulaşınca büyük bir sevinç ve heyecanla gelip onu kucağına alıyor, sonra Ka’be’ye götürüyor ve daha sonra büyük bir ziyafet vererek, ismini “Muhammed” koyuyor.
Araplarda pek yaygın olmayan bu isme itiraz edenlere dedesi: “Umarım ki, gökte Hak, yerdeki halk onu pek medh-u sena edecektir” diyerek cevap vermiştir.
Kâinatın ve içindekilerinin büyük bir intizarla beklediği ve gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin müjdeledikleri Nur-u Yekta tulû etmiş ve kâinatın her noktasına nuru ulaşmıştır. Ondan önce gelenler ona ulaşamadıkları için, hayıflandıkları ve ondan sonra gelenlerin de Ona ve Onu görenlere aşkla tutundukları bu yüce şahsiyetin vasfını hiçbir beşeri kalem ve dil yeterince anlatamamıştır. O ismiyle müsemma, her medh-u senaya layıktır.
Onun kutlu viladeti, Miladi 20 Nisan 571 tarihinde gerçekleştiğinde dünyanın o günkü hali, şimdikinden pek farksızdı. Onun doğan nuru ile o günkü zulüm dağılmış ve cihan nurla dolmuştur.
Bugün de mevcut zülümatı ancak onun nuru dağıtabilir. Onun nuruna müştak âşıklar, onun yoluna baş koyarak, Onun ashabı gibi aşk-u şevkle çalışmalı, karanlık dehlizleri bile aydınlatabilmelidirler. Bu, onların sorumluluğudur. Kevser Havuzu etrafında O sevgiliyle birlikte olmak için bu sorumluluğu ifa etmek şarttır.
“Muhakkak ki, Allah Teala ve melekleri, peygamber üzerine salâtta bulunur. Ey iman edenler sizler de onun üzerine teslimiyetle selamda bulunun.” (Ahzab S.: 56)
Ya Rabbi! Habibin olan Sevgili Peygamberimize sayısız salat ve selamımızı ulaştır. (Âmin velhamdulillahi Rabbil Âlemin)
Yerdeki varlıklar, zerreler, gökteki varlıklarla cüş-u huruş içinde tempo tutarak tesbihe başladı. Nur-u yektanın doğuşunu birbirine müjdeleyen mahlûkat, Ona (sav) salât-u selam getirerek sevinçten kendilerinden geçtiler. Öyle ki şirkin sembolü olan Kisra sarayının on dört sütunu yıkıldı. Mecusilerin bin yıllık ateşleri o anda söndü. Save gölü cıvıl cıvıl iken bir anda yutkunarak kurudu. Daha nice bilinen ve bilinmeyen harikulade olaylar oluştu…
Sabahın köründe bir Yahudi müneccimi feryad kopararak Mekke’nin sokaklarında delicesine sağa sola koşuyor ve “Ahmed’in yıldızı doğdu” diyordu. Hakeza şeytanlar taifesinde bir inilti ve vaveyla dalgası yayılıyordu. Onlar da: “Hatemünnebiyyin, Habibullah doğdu” diyerek birbirlerine bu büyük haberi veriyorlardı…
Abdullah bin Abdulmuttalib ve Vehb bin Abd-i Menaf’ın kızı Amine’den mütevellid, kâinatın nuru, mazlumların ümidi, zalimlerin korkusu ve Allah’ın dostu olan, gözlerimizin nuru, Hz.Muhammed Mustafa (sav) olarak doğdu.
Gözlerimizin nuru anne karnında iken babası Abdullah’ı kaybediyor. Babası evliliğinin ilk ayında ticaret için Şam’a gidiyor ve dönüşte Yesrib (Medine)’de hastalanıyor. Burada dayılarının yanında iyileşinceye kadar kalmayı murad ediyor ama takdir-i ilahi tecelli ediyor ve orada vefat ediyor.
Sevgili Peygamberimizin babası, on kardeşin küçüğüdür. Babası Abdulmuttalib zemzem kuyusunu bulduğu dönemde Kureyş, Abdulmuttalib’i taciz ediyor, o da kendisini koruyacak bir akrabası olmadığından dolayı çok üzülüyordu. Bundan dolayı on oğul sahibi olursa bunun birini Rabbine kurban edeceğini nezretmişti.
Nihayetinde dileği gerçekleşir ve Allah (cc), ona on tane oğul bağışlar. O da bu adağını hatırlayarak birini kurban etmeye karar verir. Çekilen kur’a, sevgili oğlu Abdullah’a isabet ediyor. O, onu kurban etmeye yeltenirken, Kureyş’in ileri gelenleri, Abdullah gibi bir yiğidin kurban edilmemesi gerektiğini, bunun için de bu durumun açıklığa kavuşması için meselenin Şam’da bulunan bir kahine havale edilmesini Abdulmuttalib’e öğütlerler. O da bunu kabul ederek kâhine gider.
Kâhin onlara, Abdullah’a karşı on deve adamasını istemiş ve kur’a develere çıkıncaya kadar her seferinde onar deve artırarak bu işlemin yapılmasını istemiş. Abdulmuttalib’in adağı yüz deveye ulaşıncaya kadar kura sürekli olarak Abdullah’a çıkmış. Sonuçta kur’a develere çıkınca, nihayet Abdullah kurban olmaktan kurtulmuş.
Gözlerimizin Nuru’nun annesi, Beni Zühre’nin reisi Vehb b.Abdi Menaf’ın kızı Amine’dir. Âmine daha gencecik bir kız iken Abdullah ile evlenmiş. Amine, emsalleri içerisinde bir iffet simgesidir. Habibullah’ın annesi olmaya layık bir kadındır.
Sevgili Peygamberimizin babası Abdullah’ın, Amine ile gerdeğe girmeden öncesine kadar alnında bir nur taşıdığı ve Amine ile evlendikten sonra bu nurun Amine’ye geçtiği rivayet edilmektedir.
Sevgili Peygamberimizin doğumu sırasında da harikulade olaylar meydana gelmiştir. Rivayetlere göre doğumu sırasında Sevgili Peygamberimizin annesi yalnız idi. Bu sırada yabancı bazı kadınların içeri doluştuğunu görmüş. Bunlardan ikisinin ismini sormuş. Birinin Hz.Asiye, diğerinin ise Hz.Meryem olduğunu, diğer kadınların ise önceki dönemlere ait yüce şahsiyetli bayanlar olduğunu öğrenmiş.
Ayrıca kendisine doğum anından önce çok farklı ve lezzetli bir şerbetin sunulduğunu ve bu şerbeti içtikten sonra hiç sancı görmediğini söylemiştir. Doğumun gerçekleşeceği anda kanatlı olarak bazı meleklerin geldiklerini ve bu meleklerden bazılarının kanatlarını gerdiklerini ve bu şekilde Sevgili Peygamberimiz (sav)’e ebelik yaptıklarını anlatarak; doğan biricik oğlunun secde vaziyetine geçerek şehadet parmağını havaya kaldırdığını bildirmiştir. Devamla bir bulutun geldiğini ve sevgili bebeğini sardığını, sonra bulutun çekilmesiyle bebeğinin bir kumaşa sarılı vaziyette yıkanmış olarak kucağına verildiğini söylemiştir. Yine sevgili bebeğin doğumuyla odanın nurla dolduğunu bildirmiştir.
Gözlerimizin Nuru’nun doğum haberi dedesine ulaşınca büyük bir sevinç ve heyecanla gelip onu kucağına alıyor, sonra Ka’be’ye götürüyor ve daha sonra büyük bir ziyafet vererek, ismini “Muhammed” koyuyor.
Araplarda pek yaygın olmayan bu isme itiraz edenlere dedesi: “Umarım ki, gökte Hak, yerdeki halk onu pek medh-u sena edecektir” diyerek cevap vermiştir.
Kâinatın ve içindekilerinin büyük bir intizarla beklediği ve gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin müjdeledikleri Nur-u Yekta tulû etmiş ve kâinatın her noktasına nuru ulaşmıştır. Ondan önce gelenler ona ulaşamadıkları için, hayıflandıkları ve ondan sonra gelenlerin de Ona ve Onu görenlere aşkla tutundukları bu yüce şahsiyetin vasfını hiçbir beşeri kalem ve dil yeterince anlatamamıştır. O ismiyle müsemma, her medh-u senaya layıktır.
Onun kutlu viladeti, Miladi 20 Nisan 571 tarihinde gerçekleştiğinde dünyanın o günkü hali, şimdikinden pek farksızdı. Onun doğan nuru ile o günkü zulüm dağılmış ve cihan nurla dolmuştur.
Bugün de mevcut zülümatı ancak onun nuru dağıtabilir. Onun nuruna müştak âşıklar, onun yoluna baş koyarak, Onun ashabı gibi aşk-u şevkle çalışmalı, karanlık dehlizleri bile aydınlatabilmelidirler. Bu, onların sorumluluğudur. Kevser Havuzu etrafında O sevgiliyle birlikte olmak için bu sorumluluğu ifa etmek şarttır.
“Muhakkak ki, Allah Teala ve melekleri, peygamber üzerine salâtta bulunur. Ey iman edenler sizler de onun üzerine teslimiyetle selamda bulunun.” (Ahzab S.: 56)
Ya Rabbi! Habibin olan Sevgili Peygamberimize sayısız salat ve selamımızı ulaştır. (Âmin velhamdulillahi Rabbil Âlemin)
İnzar Dergisi