Faziletleri azim, keremi bol, celal ve izzet sahibi Allah’a hamd ederiz. Salât ve selam, ahlakın mekarimini tamamlamak için gönderilen Seyyidimiz Hz. Muhammed (sav)’in üzerine olsun. Ve hakeza Hz. Peygamber (sav)’in pak aline, ashabına ve takipçilerine selam ederiz.
“O, hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet verilirse artık şüphesiz ona pek çok hayır verilmiş demektir. (İstikametli) akıl sahiplerinden başkası ibret almaz”[1]
“Hangi kaptan çıkarsa çıksın, hikmeti tut (al), o sana zarar vermez.”[2]
Bir ayet-i celile ve bir hadis-i şerif ile başladığım yazıda ‘Hikmet’ konusunu ele alacağız. Her ne kadar mahiyetçe ve kavram olarak ledunni ilimlerden sayıldığını, geniş bir araştırma ve yüksek bir ilim gerektirdiğini, bu konuda yazmamın veya konuşmamın haddimin fevkinde bir iş olduğunu biliyorsam da genelde tüm Müslümanlara; ağabey, kardeş ve bacılara faydalı olacağı ümidiyle Rabbimin tevfik ve yardımını dileyerek bu konuya ve çalışmaya yöneldim.
Büyük zatların ve âlimlerin bir kısmının dahi ‘hikmet’i söylemede itidalli davrandıkları, hatta sufilerce ‘meskût-un aleyh’ olan (hakkında konuşulmayan) konunun sadece güncel yaşamımızla alakalı yönü dikkatimi çekti. Özellikle İslami bir yaşantıyı benimseyen bireyler olarak hem birbirimizle, hem aile ve akrabalarımızla, hem de toplumla birebir ilişkilerimizde, müspet veya menfi neticelere sebebiyet veren şeylerin pek çoğu bizim söz ve davranışlarımızla alakalıdır. Fiillerimiz, söz ve tavırlarımız diyalogların sıhhatli oluşuna etki eder. Bu söylediklerim hikmetli olmayı gerektirir. Onun kapsamı içindedir. Acaba uygulamalarımızda, söylediklerimizin gereğini yapabiliyor muyuz? Mahiyetçe ne kadar vakıfız? İşte bu yönüyle ehemmiyete haiz bir konudur. Çünkü; ihmali hemen her alanda Müslümanların çalışmalarında verimin azalmasına sebebiyet veren ‘hikmetli yaklaşım’ hayatımızın azıklarından olmalıdır. “Hikmet müminin yitiğidir.”[3]
Lügatte; insanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı; eşyanın ahvalinden ve harici, batıni keyfiyetlerinden bahseden ilim; herkesin bilmediği gizli sebep; kainattaki ve yaratılıştaki ilahi gaye; ahlaka ve hakikate faydalı kısa söz; sır; bilinmeyen nokta; ilim, adalet ve hilmin birleşmesinden doğan değerli sıfat; kuvve-i akliyenin (akıl duyusunun) vasat mertebesi; Allah’a itaat; fıkıh ve salih amel; Allah’tan haşyet (korkma) ve takva; vera; akıl, söz ve hareketteki uygunluk; hak emre uymak; Allah’ın yarattıkları hakkında tefekkür[4] manalarını kapsar.
Kur’an-ı Kerim’de ‘hikmet’ otuz civarı ayette zikredilmektedir. Farklı manaları içermektedir:
“Rabbimiz! İçlerinden onlara; senin ayetlerini okuyan, kitabı ve hikmeti öğreten, onları her kötülükten arındıran bir peygamber gönder. Doğrusu güçlü ve Hâkim olan ancak sensin.”[5]
Bu ayet-i celilede olduğu gibi ‘kitabı ve hikmeti verdik’ cümlesi mezkur ayetlerde çoğunlukla zikredilmekte ve genel itibari ile nübüvvet, sünnet, Kur’an, fıkıh, akıl, şeriat manalarını barındırmaktadır.
“Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilir.”[6]
“(Melekler şöyle dediler) Ve Allah, ona yazmayı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek”[7]
Bu ayet-i celilede geçen hikmet kelimesi söz ve fiilde isabet olarak ve yine;
“Ve onun saltanatını kuvvetlendirdik ve ona hikmet ve (hak ile batılı) ayırt edici konuşma (kabiliyeti) verdik”[8] ayetindeki hikmet nübüvvet, ilmin kemali, işlerde isabet şeklinde tefsir edilmektedir.[9]
Keşşaf adlı eserde “Hikmet; söz ve fiillerde sağlamlık, riyaziyat (nefs tezkiyesi), şeytan ve nefsin afetlerinin bilinmesidir. Onu gözeterek yapılan amel hayra sebeptir. O sahibi için burhandır. O faydalı, kati bir hüccettir. Bir şeyin yerli yerinde kullanılmasıdır”[10] tanımları verilmiştir.
Biz, meselenin söz ve fiillerdeki isabet yönüyle ilgileniyoruz. Mühim zatlar bu özelliğe yaratılıştan sahiptirler. Başta Fahr-i Kâinat (sav), enbiya, evliyalar hikmet sahibidirler. Hikmeti öğretmiş, hikmeti söylemiş ve muamelelerinde hikmetli yaklaşmışlardır. Sonraki nesillere de buna ulaşabilecek öğretileri ve yolları göstermişlerdir.
Yaratılıştan bu yetiye (melekeye) sahip kimseler, hayatlarının ekser dönemlerinde faydalı işler yapar; geride faydalı eserler bırakırlar. Onlar, yaşadıkları toplumlarda sevilen, sözleri sayılan insanlardır. Etraflarında kitleler toplarlar ve bu kitlelerle önemli devrim ve inkılâpları gerçekleştirirler. Allah, lütfu keremiyle böylesi kimselere doğuştan ihsan ettiğinden, doğuştan hikmet sahibi olmuşlardır.
Bazıları da demişlerdir ki “Nefis edindiği bilgiler, kazandığı tecrübelerle bu özelliğe sahip kimseleri örnek alarak iyi işler yapma kabiliyetini kazanabilir. Böylece üstün gayeye ulaşılabilir. İşte bu, hikmettir.”
Öyle anlaşılıyor ki çoğumuz, ancak kesbederek ‘hikmetli yaşayışı, hikmetle davranmayı’ bir meleke haline getirebiliriz. Bunu da belirteceğim; dikkat edeceğimiz, riayet edeceğimiz veya sakınacağımız şu önemli hususlarla başlangıç yapabiliriz:
Birincisi: Resul-i Ekrem (sav)’i tanımalı, onu bilmeli ve onu tüm söz ve fillerinde örnek almalıdır. Kendisi, paha biçilmez bir hazine değerindeki hayatını ümmete numune olarak bırakmıştır. Üstad Bediüzzaman’ın ifadeleriyle;
“Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hilkaten (yaratılışca) en mutedil (itidalli) bir vaziyette ve en mükemmel bir surette halk edildiğinden, harekât ve sekenâtı itidal ve istikamet üzerine gitmiştir. Siyer-i Seniyyesi kat'î bir surette gösterir ki, her hareketinde istikamet ve itidal üzere gitmiş, ifrat ve tefritten içtinap (sakınmıştır) etmiştir.”[11]
“Hem o kendi zatında bütün ihlasıyla ve takvasıyla ve ciddiyetiyle ve emanetiyle ve sair bütün ahval ve etvarıyla (hal ve tavırlarıyla) gösterir ki kendi fikriyle demiyor, belki Halık’ın namına konuşuyor. Resul-u Ekrem (sav) adat-ı seniyyesi ve harekatı müstahsenesi (güzel hasletleriyle) ise hikmeten, maslahaten hayat-ı şahsiye ve neviye ve ictimaiye itibariyle onu taklid ve O’na ittiba etmek gayet müstahsendir (güzeldir). Çünkü her bir hareket-i adiyesinde (basit bir hareketinde) çok menfaat-i hayatiye bulunduğu gibi mütabaat (tabi olmakla) etmekle o adab ve adetler ibadet hükmüne geçer.”[12]
“Peygamber Efendimiz (sav) tebliği risalette ve nası hakka davette o derece metanet ve sebat ve cesaret göstermiş ki, büyük devletler, büyük dinler, hatta kavim ve kabilesi ve amcası (Ebu Leheb) ona şiddetli adavet ettikleri halde, zerre miktar bir eseri tereddüt, bir telaş, bir korkaklık göstermemesi ve tek başıyla bütün dünyaya meydan okuması ve başa da çıkması ve İslamiyet’i dünyanın başına geçirmesi isbat eder ki, tebliğ ve davette dahi misli olmamış ve olamaz.”[13]
Ayet-i Kerimede Rabb-i Rahim buyuruyor:
“Peygamber size ne verdiyse artık onu alın, size neyi de yasakladıysa, ondan hemen kaçının.”[14]
Başka bir ayette de Allah (cc), Habibi’ni zikretmiştir:
“Şanın hakkı için, size kendinizden öyle (izzetli) bir peygamber geldi ki, sıkıntıya düşmeniz ona ağır gelir; size düşkündür. Mü'minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.”[15]
Konumuzla ilgili şu iki ayette de Hz. Resul’e (sav) hitap edilerek şöyle buyrulmuştur:
“İşte Allah’tan bir rahmet iledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, elbette etrafından dağılırlardı. Artık onları affet, onlar için mağfiret dile”[16]
“(Ey Habibim) Af ve (kolaylık) yolunu tut. İyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.”[17]
Resulü Ekrem (sav)’in bütün söz, fiil ve hallerindeki istikamete uyma, biz mü'minleri maksadımıza ulaştıracaktır.
Bu konuyla ilgili Hz. Peygamber’den varid olan rivayetlerin birkaçını burada aktarmada yarar var: Hz. Peygamber Efendimiz (sav) amcazadesi, Kur’an’ın tercümanı İbn-i Abbas (ra) için dua ederken; “Allah’ım! Ona hikmet ver, Allah’ım! Hikmeti ona öğret” demişlerdir.[18]
Başka bir hadisi şerifte: “Hikmetin başı Allah korkusudur.”[19] Yine bir diğerinde “Hikmet şerifin şerefini ziyade eder. Köleyi memluk yapar. Hatta onu meliklerin meclisine oturtur”[20] buyurmuşlardır.
Hem Resulü Ekrem (sav), hem de ondan sonra gelen Hulefa-i Raşidin, beldelere gönderdikleri zaman valilere veya sefere çıkan ordu komutanlarına sözlü olarak veya bilahare mektuplarla yaptıkları nasihatlerde –içerik olarak− hikmetli olmalarını ve bu çerçevede davranmalarını isterlerdi. Kaynaklardan bu nasihatleri içeren mektuplar incelenmeli, ashabın söz ve fiillerindeki hikmetli yaklaşımlarından da dersler çıkarılmalıdır.
Kur’an-ı Kerim’de zikri geçen ve kendilerine hikmet verildiği belirtilen tüm peygamberlerin kıssaları; Hz. Musa (as) ve Hz. Hızır (as) arasında cereyan eden hadise, Hz. İsa (as), Hz. Yusuf (as), Hz. İbrahim (as), Hz. Davut (as) ve kavimleri ile tevhid mücadelesinde bulunan diğer nebiler (as)’in yaşamları hikmetli öğretilerle doludur.
Hz. Lokman’ın kıssasında;
“And olsun ki, Lokman’a ‘Allah’a şükret’ diye hikmet verdik. Ve kim şükrederse, artık kendisi için şükretmiş olur, kim de nankörlük ederse, hiç şüphesiz ki, Allah Gani ve Hamid’dir”[21] Ayette geçen ‘hikmet’ için ‘Faziletler mecmuu (bütünü), sahibine her şeyi yerinde, zamanında, gerektirdiği şekilde yaptıran’ tefsiri yapılmıştır.[22]
Müteakip ayetlerde Hz. Lokman (as)’ın oğluna nasihatleri beyan edilmiştir. Hz. Lokman (as) oğluna; Allah’a şirk koşmamasını, yaptığı iş bir hardal tanesi kadar olsa da, Allah’ın ahirette onu getireceğini; namazı dosdoğru kılmasını, iyiliği emretmesini; kötülükten de men etmesini; başına gelene sabretmesini; insanlara karşı kibirlenmemesini; yeryüzünde böbürlenerek yürümemesini; Allah’ın, kendini beğenip çokça övünen kimseleri sevmediğini; yürüyüşünde mudetil olmasını, sesini alçaltmasını” öğütlemektedir. Bu ayetlerden birinde de Rabb-i Zülcelal insana ana−babasına iyilik yapmasını, onlara şükretmesini emretmektedir. Lokman suresi bize bütünüyle ‘hikmet içerikli’ dersler vermektedir.
İkincisi ise örfe, ananeye uygun söz ve davranışlara sahip olmak: Toplumların ekserinde örfe riayet edip gelenek ve görenekleri gözeterek sosyal hayatı sürdürme, bilinen ve göz ardı edilemeyen gerçeklerdendir. Bir topluma göre gayet tabii bir söz veya hareket, başka bir topluma göre yadırganabilir, ayıplanabilir. Hatta kınanıp cezalandırılabilir. Bu, Müslüman toplumlarda da farklılık arz edebilir. Bazen İslami ananelerle karışık kültürlere de rastlamaktayız. İşte Müslümanlar; İslam’ın emrettiği hayat modeline münafi olmayan, hatta bazen müsbet getirileri olan söz ve hareket şekillerinden etkilenebilirler. Bunlardan da kazanımları olur. Aksi de mümkündür. Sözünü ettiğim bu etkileşimlere aile terbiyesi, çevre ve eğitim süreci ve şekilleri de dâhildir. Şu bir gerçektir ki, her yerde ve her toplumda güzel sözler ve güzel yaklaşım ve tavırlar, gören gözlerden ve işiten kulaklardan akıllara, oradan kalplere hoş tesirler bırakır, tersinde ise antipati ve zarar hasıl olur.
Üçüncüsü: Söz ve fiillerimizde bizi kemale taşıyacak unsurlar bir bütünün parçalarıdır. Farklı temalar ve kavramlar gibi görünseler de hikmetli olmaya vesiledirler ve kuvvet verirler. Mesela takva, vakar, tevazu, şefkat, güzel ahlak, ihlas, birr (iyilik), cömertlik, selam, uhuvvet, sıdk, ahde vefa, emin sıfatı taşıma, yardımlaşma, hoşgörü, merhamet duygusu, sadakat, dürüstlük, adalet, kardeşlere dua, rıfk (yumuşaklık), sıla-i rahim, sevgi… Her biri bir kitap kadar tafsilat ister. Bu faziletler harmanından çıkan hangi büyük maksada ulaşmaz ki?.. Bir de bu saydıklarımızın tam zıddı olan kavramlar var. Bunların da birer birer yaşamlarımızdan atılması gerekir. Onların da iyi bilinmesi gerekir ki, sakınılsın. Kibir, kendini beğenme, kabalık, enaniyet, cimrilik, kizb, hased, gıybet, koğuculuk, anlayışlı olmaktan yoksunluk, acıma duygusundan yoksunluk, öfke, sevgi gösterememe, kardeşliği bilememe, güven duygusu verememe, adaletten yoksunluk, riya, kin, tecessüs (gizlilikleri araştırma), zan… Allah muhafaza, her biri amelleri zir-u zeber edebilecek kuvvettedir ve faziletli olma yolunda yola döşenmiş bir mayın gibidir… Üstte zikredilen şeylere riayet, alttakilerden de korunma… Müslümanların azim ve gayreti ve Allah’ın yardımıyla gayeye ulaşılacaktır.
Nazarınıza sunduğum bu meseleyle ilgili tefekkür edelim, bir lahza… Evimizden başlayarak anne, baba, eş ve çocuklarımıza; işyerlerimizdeki çalışma arkadaşlarımıza; okullardaki sınıf arkadaşlarımıza, öğretmenlere, personellere; akrabalarımıza, komşularımıza; hastalarımıza, yaşlılarımıza; ticaret yaptığımız kimselere; alış-veriş yaptığımız insanlara; birlikte yolculuk yaptığımız kimselere; çocuklara; dar mekânlarda birlikte yaşamak zorunda olduğumuz insanlara vs. vs’lere karşı hal ve tavırlarımız nasıl? Söz ve fiillerimizde isabetli davranıyor muyuz? Diye kendimize soralım. Bazılarında veya bir kısmında isabet etmişsek de genel itibarıyla yetersiz olduğumuzu göreceğiz. Hepimiz çalışmalarda verimli olmanın hikmetle davranabilmekle mümkün olduğunu anlayacağız. Tatbikinde belki zahiri bir semere de alamayabiliriz, fakat mühim olan hayatımızın her alanında davamızın güzel bir temsilcisi olup neticeyi Rabb-i Kerimimize havale etmektir.
Üstad Bediüzzaman (ra) söylüyor: “Bu dünya dar-ul hikmettir, dar-ul hizmettir. Dar-ul ücret ve mükâfat değil. Buradaki a’mal ve hizmetlerin ücretleri berzahta ve ahirettedir.”[23]
Ayet-i Kerime’de ise; “Hem Allah yolunda her ne şey sarf ederseniz karşılığı size tam olarak verilir ve siz asla haksızlığa uğratılmazsınız”[24] buyruluyor.
Allah (cc) her halimizle, bizden razı olacağı söz ve fiilleri sarf etmeye bizi muvaffak kılsın. Hikmeti bilmeyi, anlamayı ve hayatımızda uygulayabilmeyi nasip etsin. Hepinizi “Hakîm” olan Allah (cc)’a emanet ediyorum.
İnzar Dergisi
----------------------------------
[1] Bakara: 269
[2] Muhtar-ul Ehadis-El Hekim
[3] Muhtar-ul Ehadis-Qedai
[4] Yeni Lugat-Hizmet V. yayınları
[5] Bakara: 129
[6] Nahl: 125
[7] Al-i İmran: 48
[8] Sad: 20
[9] Tefsir-ül Beyan, Müfredat-ül Kur’an
[10] Keşşaf
[11] Lem’alar, 11. Lem’a
[12] Lem’alar, 11. Lem’a
[13] Şualar, 7. Şua
[14] Haşr: 7
[15] Tevbe: 128
[16] Al-i İmran: 159
[17] A’raf: 199
[18] İtkan (Tefsir usulü) 2. Cilt
[19] Feyz: 11. C. 574. sf.
[20] Muhtar-ul Ehadis-Enes
[21] Lokman: 12
[22] Tefsir-ül Beyan, Müfredat-ül Kur’an
[23] Mektubat: 29. Mektup
[24] Enfal: 60