3 Mart, malum hilafetin kaldırılmasının yıl dönümüydü. 95 yıl önce, 1924'te Mustafa Kemal ve ekibi tarafından kaldırıldı. Yerine batıcı, laik, milliyetçi temellere oturtulmuş cumhuriyet getirildi. Hilafetin, son dönemlerinde belki İslam alemi üzerinde hem siyasal belirleyicilik hem de fiziki güç olarak bir belirleyiciliği kalmamıştı. İstanbul ile sınırlı bir hinterlanda hapsolmuş, hilafetten belki saltanata dönüşmüştü. Buna rağmen İslam ümmetinin ortak noktası, birliğin ve ümmet olmanın ifadesi idi. Hilafetin altı boş olduğu için ilgası belki kâğıt üzerinde oldu. Ancak onun ilgası ile ümmet mefhumu da tüzel kişilik olarak kalkmış oldu.
Geçip giden bu yüz yılda meydana gelen olayları detaylarda boğulmadan okuyabilmek çok önemlidir. Ümmet baştanbaşa önce işgallere maruz kaldı. Sonra bu işgaller, yerini yerli uşak yönetimlere bıraktı. Ancak işgalciler giderken neredeyse her yerde sorunlu sınır hatları, ihtilaflı bölgeler ve fitne bırakarak gittiler. Birlik ve beraberlik tamamen bitti. Ümmet içinde bir birini koruyup kollayacak iki ülke bile kalmadı. Ve resmin en önemli tarafı; siyonizm ve evanjelizm, gücünün doruğuna çıktı. Dünya emperyalizminin merkezini, süper güçleri ve küresel sermayeyi ele geçirdi. İslam coğrafyasında her şey, büyük israil'in hayata geçirilmesi projesinin gerçekleştirilmesine uygun ilerlemeye başladı.
İslam ümmetinin belli başlı ülkelerinin neredeyse tamamı yerli piyonlar üzerinden batıya teslim oldu. Mısır, Suudi gibi ülkeler teslim olmakla kalmadılar. Direnen diğer İslam ülkelerini siyonizm adına kuşatma görevini de yüklendiler. Pakistan, ekonomik sorunları, Keşmir meselesi ve sorunlu coğrafi yapısı üzerinden bugün esir alınmış,
Suudi ve Amerika’nın dümen suyuna kapılmak üzeredir. Aynı şekilde Türkiye, ciddi bir kuşatılmışlık ile yüz yüze bırakıldı. Suriye, FETÖ ve Kürt meselesinde yaptığı hatalarının ağır faturası ile yüzleşmek durumunda bırakıldı. Mavi Marmara meselesinde çok cesur bir tutum içerisine girdi ilkin. Ancak sonuna kadar bu tutumunu sürdüremedi maalesef.
İran, emperyalizme ve siyonizme karşı dik durmaya çalışıyor. Ancak onlar da Suriye meselesi üzerinden ümmete hitap edebilecek pozisyonlarını yitirdiler. ABD ve israil, her geçen gün İran'ın dik duruşunu bitirmek için çemberi biraz daha daraltıyor. İran cephesinden Suriye düştü malum. Hizbullah da kuşatılmaya ve bitirilmeye çalışılıyor. En son İngiltere, halk tarafından seçilmiş, meşru, seçimlerden büyük başarılarla geçerek parlamentoya girmiş Lübnan Hizbullah'ını terör listesine aldı. Yani son kalelerimiz de düşürülmeye çalışılıyor. Filistin, daha önce ümmetin sorunu ve ortak paydası idi. Bugün sadece Filistinlilerin meselesine dönüşmüş.
Bütün bunları bir birinden kopuk olarak görmek basiretsizliktir. Hilafet bitti biteli İslam ülkelerinin neredeyse tamamını siyonizm, küresel emperyalizm ile elbirliği ederek konumlandırıyor. Mısır, Suudi ve BAE, onların bu politikalarını İslam coğrafyalarında meşrulaştırma ihalesini aldılar. Şarm El Şeyh ve Varşova'da yapılan son zirvelerde bu misyonlarını net bir şekilde ortaya koydular.
Sonuç olarak diyorum ki; İslam ümmetinin son yüz yılı birlikte masaya yatırılıp değerlendirilmeli ve ona göre çıkarımlarda bulunulmalıdır. Başımıza gelen felaketi belki daha net olarak görürüz. Bugün
Türkiye, bölgesel aktör olmaya ve özellikle Ortadoğu İslam coğrafyasında ABD, Rusya ve siyonizm ile boy ölçüşmeye çalışıyor. Halbuki 95 yıl önce zaten İslam coğrafyasının en etkin gücü ve bölgesel aktör idi. O zaman İttihad ve Terakkicilerin bizden alarak batıya teslim ettikleri güç ve kudreti biz bugün yeniden almaya çalışıyoruz. Ama bu, öyle kolay olmayacak. İttihatçıların kucağımıza bıraktıkları her biri ateş topu olan ırkçılık, laiklik, batıcılık ve ulusçuluk hastalıklarını önce bizim kucağımızdan atmamız lazımdır.
Umarım şimdi İttihat ve Terakkicilerin bize ne kadar zarar verdiklerini görmüş olacağız.