Hizbullah-PKK çatışmasının yaşandığı dönemlerde ilkeli ve ilkesiz savaş teknikleri ile karşılaştık. Mesela hiç kimse Hizbullah tarafından öldürülen falan yerdeki bir çocuktan veya kadından bahsedemiyor. Neden? Çünkü yanlışlıkla da olsa böyle bir eylemi olmadı.
Ancak PKK'nin bir babanın kendi öz evladını vurması gibi vahşiyane eylemleri oldu. Kadın, çoluk-çocuk demeden yapılan eylemlerden dolayı şehid edilen dindarların çocukları için, bu güne kadar hiçbir insan hakları ile alakalı kurumun bir rapor veya benzeri bir doküman yayımladığını duymadım.
Onlar yayımlamasa da biz birkaç örnek verelim.
PKK'nin eylemleri sonucu şehid edilen çocuklar, daha çok Nusaybin'de yoğunlaştı. İlk şehid Küçük Ali diye nam saldı. Ali bir gençti aslında.Ama o zamanların en küçük şehidi olduğundan “Küçük Ali” dendi kendisine. Babası solcuydu, aynı zamanda Kürtçü. Küçük Ali o zamanların meşhur, heyecanlı Müslüman gençlerinden biriydi. Baba, oğluna tahammül edemiyordu. Küçük Ali yaşça belki küçüktü ama imanı tüm Nusaybin'e sığmıyordu. Baba ile oğul sık sık tartışırlardı. Baba, kendisi küçük ama imanı büyük bu genç karşısında ezildikçe, öfkelenir ve fiziki olarak saldırırdı oğluna. Küçük Ali'yi davadan vazgeçiremeyen baba, en sonunda silahına davrandı. Ali şehittir artık ve Küçük Ali diye isimlendirilir.
Yine Nusaybin'de, hem bir okulda hem de tüm toplum sathında öğretmenlik yapan bir İbrahim Hoca vardı. PKK her nasıl olursa olsun vurmaya karar vermişti Hoca'yı. Kural kaide tanımayanlar, bir okul çıkışında suikast düzenlediler. Şehid olan İbrahim Hoca'nın yanında bir de çocuk vardır. Belki yanına ev ödevini sormaya gelen bir küçük öğrencisiydi bu.
Yine Nusaybin. Bu kez şehid olan Mehmet Nafi Çevik isimli bir çocuktur. Molla Salih isimli ilmiyle amil bir âlimin çocuğuydu. PKK hakkı haykıran her âlimin düşmanıydı. Dolayısıyla Molla Salih de İbrahim Hoca gibi yok edilmesi gerekenlerin listesine alınmıştı. PKK yine kural kaide tanımayan eylemlerinden birine imza attı. Molla Salih'in evinin dış duvarından avluya bir bomba attı. Avluda oynayan daha 9-10 yaşlarındaki oğlu Mehmet Nafi Çevik şehadete erer. Şehid olduğunda ilkokul üçüncü sınıftadır.
1993'te bu kez Ayşe ÖZ ve Fatime ÖZ isimli anne ve kızını şehid ederler Nusaybin'de. Acziyet kokan bir eylemdi bu. Çünkü erkeklere güç yetiremeyenler kadın ve kızlara saldıracak kadar aciz kalmışlardı. Aslında ailenin tüm fertlerini hedef almışlardı. Ama sadece anne ve küçük kızına ulaşabilmişlerdi. Bu şekilde savaş hukukunu hiçe sayan bir eylem daha yaptılar. Karşılarındakinin yaşlı bir kadın ve küçücük bir kız olması, ellerinin tetiğe gitmesine mani olmadı.
PKK ile Hizbullah arasındaki gerginlik İdil'de kıvılcım almıştı. PKK militanları 07/05/1991 günü Karaaslan ailesinin evini basıp, Faka Sabri'nin oğlunu yanlarında götürmek isterler. Babası buna şiddetle karşı çıkınca evi tararlar. Olayda Baba Faka Sabri, anne Hayriye Karaaslan şehit olurlar. Yine karşılarındaki kişilerin yaşlı iki kişi olması (Üstelik biri bayan) savaş hukukuna riayetsizliğin bir başka deliliydi. Üstelik ateş açılan odada çocuklar da vardı. Onlardan biri yaralandı. Diğerlerinin vurulmaması ilahi kaderin bir tecellisiydi.
26 Haziran 1992 tarihi bir Cuma gününe denk geliyordu. Bu gün Kerbela'yı andırıyordu. Çünkü Susa'da Camide ibadet etmekten başka suçları olmayan 10 kişi de şehid edilmişlerdi. Ancak bizim bahsedeceğimiz olay kadınların hunharca parçalandığı bir mayın saldırısıdır. İdil'e bağlı Tepeköy'deki tarım işçileri, tarlalarında işlerini bitirip evlerine dönüyorlardı. Bir traktörün römorkuna binen işçilerin arasında kadınlar da vardı. Savaş hukukunda kör hedef olarak diye tanımlanabilecek mayın döşeme, PKK'nin sık sık başvurduğu yöntemlerden biridir. O gün traktörün dönüş yoluna mayın döşenmişti. Traktörün o mayına basması sonucu, Müslüman olmaktan başka hiçbir günahı olmayan dört insan parçalanarak şehit oldular. Şehit Abdulkerim Özel 34, Şehit İbrahim Kartal 28, Şehit Hediye Baştuğ 35 ve Şehit Menice Kartal henüz 16 yaşındaydı.
Aslında konu daha da uzatılabilir. Ancak gazetenin köşemiz için belirlediği bir yer sınırı var. Yoksa PKK'nin hala aynı bilinçte olduğu ve savaş hukukuna uymadığını Yasin Börü'nün şehadetinde de görüyoruz.
Yani PKK yine aynı PKK'dir. Buna pek şaşırmamak lazım. Peki ya sözde insan hakları savunucularının aynı kalmasına ne demeli?