Son günlerde olup biten bazı olaylar şiddet ile İslam arasında ilişki kurmak isteyen mahfilleri yeniden harekete geçirdi. Paris'te meydana gelen olayın ardından, IŞİD'in elinde esir tuttuğu Ürdünlü Pilot Muaz El-Kesasibe'yi yakarak infaz etmesi bütün dünyada, özellikle de Batı dünyasında İslamofobya konusunu tekrar gündemin ön sıralarına yerleştirdi.
İslam'ın şiddeti meşru gördüğünü zanneden kişi şayet Müslüman biriyse, bu muhakkak İslam'ı yanlış anlamış bir cahildir. İslam'a bu suçlamayı yönelten eğer gayr-ı müslim biri ise, bu da; ya İslam'ı tanıyamamış biri veyahut kasıtlı bir İslam düşmanıdır.
İslam hakkında bilgisi ve biraz da insafı olan insanın bu yüce dinin şiddeti caiz gördüğünü söylemesi mümkün değildir. Hemen şunu da belirtelim ki, cahil dost düşmandan çok daha zararlı ve tehlikelidir. Bu açıdan İslam adına şiddet işleyenlerin İslam'a verdiği zarar düşmanların verdiği zarardan daha fazladır maalesef.
Pâk İslam'ın değil insanlara, diğer canlılara bile eziyet ve işkenceyi şiddetle yasakladığını biliyoruz. Onun aziz peygamberi, askerlerini savaşta dahi her türlü aşırılıktan sakındırırdı. Esirler konusunda ise Kur'an-ı Kerim iki seçenek sunmaktadır: Ya karşılıksız serbest bırakmak, ya da fidye karşılığında salıvermek.
Savaştan söz eden hemen bütün ayetler, ‘aşırı gitmeyin' uyarısıyla biter. Müfessirler bu ‘aşırı gitmeyin'( ve la te'tedû) ibaresini; kadınları, çocukları, din adamlarını ve savaşa direk müdahale etmemiş kendi halinde, işinde gücünde olan kimseler ile esirleri öldürmeyin; karşı tarafın ölülerine müsle(ölünün bedenine işkence)yapmayın diye tefsir etmişlerdir. Ölü insanın cesediyle oynanmasını yasaklayan bir din, dirisini yakmayı nasıl caiz görebilir?
Bir defasında ünlü sahabi ve komutan Üsame b. Zeyd(ra), savaşta birçok Müslümanı şehid eden bir kişiyi kıstırmış, kılıcını kaldırıp öldüreceği esnada adam ‘la ilahe illellah' demişti. Usame bu kişinin ölümden kurtulmak için bu yola tevessül ettiğini düşünerek onu öldürmüştü. Medine'ye dönüldüğünde olay Rasulullah efendimize aktarılınca, Rasulullah derhal Üsame'yi çağırdı ve haberin doğruluğunu te'kit ettikten sonra en sevdiği insan olan Üsame'yi şiddetle azarladı. Üsame'nin ‘Ya Rasulallah benim için istiğfar et' demesine aldırış etmedi ve ‘Ya Rabbi, Üsame'nin yaptığından sana sığınırım' dedi. Rasulullah'ın bu olup bitene karşı üzüntü ve öfkesi o kadar çok olmuştu ki; bu olay Üsame'yi ‘keşke şimdiye kadar Müslüman olmasaydım da bu yanlışı yapmamış olsaydım' diye temennide bulunmaya sevk etmişti.
Şiddet insan tabiatının bir vakıasıdır. Sahip olduğu gücü kontrol edememe ve onu yanlış kullanmanın sonucudur. Şiddet aynı zamanda bir zulümdür. Zulüm ise her kime yapılırsa yapılsın haramdır ve kabul edilemez. Müslüman ne zulmeder ne de zulme karşı sessiz kalır.
Nemrutların ve Engizisyon mahkemelerinin geleneği olan ‘yakarak cezalandırmak' İslam'ın kabul edebileceği bir durum olamaz. Bu ve benzeri vahşetlerin ‘cihad' veya ‘kısas' ile uzaktan yakından bir ilgisi de olamaz. Akl-ı selim sahibi hiç bir Müslüman IŞİD ve benzeri oluşumların İslam adına yaptıkları bu türden eylemleri onaylaması mümkün değildir.
Ancak bu tür şiddet hareketlerini meydana çıkaran sebepler görmezden gelinemez. Bölgemizdeki şiddet olaylarının ilk ve en büyük sebebi ABD ve israil'dir. ABD, Afganistan ve Irak'ta üç milyon Müslümanın kanını akıttı. israil batı dünyasının desteğinde İslam'a ve Müslümanlara meydan okuyuşunu sürdürmeye devam ediyor. Bunca aşağılama ve hakaretler, insanlık dışı muamele ve işkenceler, şiddet hareketlerini doğuran ana nedenlerdir.
Kısacası, ABD ve israil barbarlığı sebep; IŞİD/DAİŞ gibi hareketlerin sergiledikleri de sonuçtur. Sonuca bakıp sebebi görmemek körlük değilse, ikiyüzlülüktür.
Bugün birçok insan IŞİD'in sergilediği şiddeti görüyor; ama israil, ABD ve diğer zalim ve zorbaların işlediği daha büyük vahşetleri görmezden geliyor. Oysa IŞİD'in yaptıkları, ABD ve diğer zalim güçlerin yaptıkları karşısında devede kulak bile değildir.