doğruhaber
Ey başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu günahlardan azatlık ayı! Susuzluktan çatlamış çöl toprakları gibi kararan gönüllerimizi rahmet damlalarınla sulamaya, tükenen umutlarımızı bereketinle huzura sükûnete ve güvene kavuşturmaya hoş geldin, Safalar getirdin, gönüllerimize huzur ve itminan verdin.
Ey dertlerimize deva, hastalıklarımıza şifa maneviyatımıza enerji akıtan ihsan ve kerem ayı! Zenginlerimize cömertliği, fakir yoksul ve düşkünlerimize sabrı öğreterek aramızda toplumsal barışı ve dayanışmayı öğretmeye hoş geldin, şeref ve izzet verdin.
Ey hoşgörü, müsamaha ve affediciliğin zirve yaptığı barış ve kardeşlik ayı! Bizlere gerçekler etrafında buluşarak, birleşerek ve bütünleşerek bir tek ümmet olma şuurunu öğretmek için coğrafyamıza, iklimimize hoş geldin, baş göz üstüne geldin, şeref ve mutluluk getirdin.
Ey yetimlerin, yoksulların ve kimsesizlerin yüzünü güldüren bolluk ve bereket ayı! Bereketinle yurdumuza, şehrimize, köyümüze, mahallemize, hanemize ve soframıza hoş geldin, safa ile geldin, bolluk ve bereketler getirdin.
Üzerimizi Allah’ın lütuf, ihsan ve keremiyle kaplayan Ramazan’ı şerifi bir selamlamadan sonra, asıl sohbetimize geçmek istiyoruz.
Ramazan denince akla ilkin oruç sahur, iftar, teravih ve kuran tilaveti gibi kavramlar gelir. Şüphesiz bunların her birisi başlı başına birer alan ve müstakil konulardır. İnşaallahu Teala bu Ramazan boyu bütün bunları birer birer ele alıp izah etmeye çalışacağız.
Her şeyden evvel şunu belirtmemiz gerekir ki, bütün bunların manası izafidir ve ramazandan dolayıdır. Bunların Ramazandan dolayı kıymet ve anlam kazandığı gibi, Ramazanın da içinde bulunan Kadir Gecesi ve Kadir Gecesi’nin de onda indirilen Kuran’ı Mübin’inden ileri gelmektedir. Hulasa bütün bunlar, asıl değer ve itibarlarını yüce kitabımız Kuran’ı Mübin’den almaktadırlar. Hepsinin özü ve baş tacı kurandır. “Ramazan ayı öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren ve hakkı batıldan ayıran en açık delilleri ihtiva eden Kuran bu ayda indirilmiştir.” (Bakara: 185)
Şu halde ramazanla ilgili okuyucularımıza şunları tavsiye edebiliriz:
A- Ramazan ayı Ku’ran ayıdır. Ramazan ayı boyunca mümin kişi oruçlu haliyle bol bol Kur’an okumalı, onun dersini vermeli, bilmiyorsa dersini almalı veya manalarını anlamaya çalışmalıdır. Hiç değilse gidip camilerde mukabele okuyanları dinlemelidir. Kur’an’ı bilen kişi Ramazan’da en az bir kere onu hatmetmelidir. Zira Kur’an müminin hayat kitabıdır. Onun kalbini, alnını ve yolunu aydınlatan bir nurdur. İçinde Kur’an’dan bir şey bulunmayan bir kalp harabe olmuş, yıkık dökük ev gibidir. Yanında Kur’an’dan bir şey bulunmayan insanda hayır yoktur. “Sen ya Kur’an’ı öğrenen ya da öğreten (bir başka rivayete göre de; dinleyen) ol! Sakın ha üçüncüsü (veya dördüncüsü) olma!” (Müslim)
B- Ramazan’a has olan Teravih namazını cemaatle kılmak. Efendimiz aleyhissalatu vesselam: “kim ramazan kıyamını (teravihini) inanarak ve sevabını Allah’tan umarak yerine getirirse onun geçmiş tüm günahları bağışlanır” buyurmuştur.
Teravih için camileri tercih etmek daha evladır. Cemaatle kılınan namazın sevabı 25 veya 27 kat daha fazla olduğu gibi, hiç kaçırmamak veya başkalarından geri kalmamak gibi bir nefis hoşluğunu da kazandırıyor. İftardan sonra çöken uyuşukluğu attığını bizzat görünce kişi daha da istekli ve gayretli oluyor. Teravih namazının diğer namazlardan daha fazla rağbetli oluşu, belki bundan kaynaklanıyor.
Validemiz Hz. Aişe’nin rivayet ettiğine göre: “bir ramazan gecesinde Allah Resulü (sav) çıktı mescitte insanlarla birlikte namaz kıldı; onunla birlikte namaz kılanlar sabahleyin bunu konuşunca ikinci gece onlardan daha kalabalık bir cemaat toplandı. Onlar da sabahleyin konuşunca üçüncü gece mescit tam doldu.
Üçünce gecede mescide sığmayacak kadar insan toplandığını gören Allah’ın Resulü,, mescide gitmedi. Ta ki sabah olunca gidip sabah namazını kıldırdı. Namazı bitince cemaate dönüp Kelime-i Şahadet getirdikten sonra şunu buyurdu: ”Mekânınızın dar gelmesinden korkmadım; fakat bunun üzerinize farz kılınıp da sonra yapamayacağınızdan korktum.” (Tac: c. 2. s. 64) Bu olaydan sonra her kes teravihini kendi evinde veya mescitte yalnız kıldı. Bu durum Hz Ömer zamanına kadar böyle devam etti. Bir gün Hz. Ömer gördüğü bir dağınıklık üzerine tekrar bunun cemaatle kılınmasını uygun gördü. Bunu dikkat alan cumhuru ulema, o gün’den beri bu şekilde teravih namazını kıla gelmiştir.