Türkiye'nin en büyük sorunlarından birisi hiç şüphesiz “yargıda adalet” mefhumudur. Hukuk ve Yargı hep birilerinin arka bahçesi olmuştur. “Yandaş hukuk sistemi” sürekli kendine yakın olanları kollarken kendisi gibi düşünmeyenleri görmezden gelmiş bir sistemle karşı karşıyayız. En son “paralel yapı” kapsamında 29 ve 32'inci Asliye Ceza Hâkimi'nin Hidayet Karacayla birlikte 75 Polis hakkında verilen tahliye kararıyla, bir kez daha gün yüzüne çıktı. Birçok kesimi mağdur eden “paralel yargının hâkimleri” beklenmedik bir hamleyle kendi yandaşlarını tahliye ettiler. Meslekten “men” edilmeyi göze alan bu hâkimler bir “harakiri” hamlesiyle Pensilvanya'dan gelen talimatı uygulamaya koyuldular. Bunu anlamak zor değil. Zor günler geçiren bu yapının kendi tabanına “güçlüyüm” mesajını verdiğini okumak gerekir.
Ancak burada önemli olan “paralel yapı” soruşturmaları kapsamında tutuklu şüphelilere tahliye kararı veren iki hâkim hakkında “jet” bir kararla inceleme başlatılması ve açığa alınmalarıdır. Bu hamleyle “paralel yapının hala iş başında olduğu ve kendi fikirleri doğrultusunda karar verdikleri” gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Bu yapının şuanda da birçok kesimi mağdur edebileceği ve hukuksuz davranabileceğini ortaya koymaktadır. Peki, bir hafta önce Adana 5'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nin İslami STK'lara verdiği cezaları nasıl okumak gerekir? Bütünüyle yasal bir zeminde faaliyet gösteren STK'ların 24 üyesine verilen 115 yıllık cezayı nasıl görmek gerekir? Bu hukuksuzluğa HSYK niye sessiz kalıyor? Konu hükümet olunca “jet” kararlar veren bu yapının çifte standartlığını göstermiyor mu? “Çoğulcu ve özgür” bir anayasadan bahseden hükümetin kendi dışındakileri mağdur eden hukuksuzluklara sessiz kalması manidardır. Hukuk adı altında, sadece kendi zararına olan kararları gören kesimin, Müslüman STK' ların cezalandırılmasını görmemesi samimiyetle alakalıdır. İçi boşaltılmış bir adaletin sadece bir kesime yaraması ve onun doğrultusunda kararlar alınması hukuk adına en büyük tehlikedir. İslami STK'lara komik suçlamalarla verilen cezaları görmüyorlar, konu kendileri olunca müdahale ediyorlar.
Bununla birlikte Ergenekon ve Balyoz sanıklarına verilen tahliyeyi de bu kapsamda okumak gerekir. Hükümetle arası açılan “Gülen” gurubunun “Ergenekon” la rekabet savaşı kapsamında (suçlu oldukları halde) müebbet ceza alanlar bile tahliyeden sonra beraat edildiler. Aynı tarihte mağdur edilen başka kesimlerin dosyalarını görmezden gelen ve yeniden yargılama hakkı tanımayan yargının; kime hizmet ettiği ve sürekli birilerinin güdümünde olduğu gerçeği vardır. Yıllardır ceza alan ve hala cezaevinde olan sayısız mağdurları görmeyen hükümet en az “paralel yargıçlar” kadar suçludur. Devletin tüm katmanındaki yetkililerin bu haksızlığı görmeleri ve kabul etmeleri, ondan sonra da sessiz kalmaları; onlara hüsn-ü zanla bakmak isteyenlerde bile, düşünsel travma'lara sebebiyet vermiş. “Bana dokunmayan ve beni koruyan hukuk bin yıl yaşasın” mantığıyla hareket etmek vicdanlarda ve hukukta önemli bir gedik açmıştır. Eğer bu hukuksuzluklardan ve çıkmazlarından kurtulmak istiyorlarsa “paralel devlet yargıçları” tarafından mağdur edilmiş dosyaların tamamının, yeniden gözden geçirilmesi ve tarafsız hâkimlerce incelenmesi gerekir. Balyoz ve Ergenekon dosyalarında “Dijital veri” kapsamında değerlendirilen ve delil olarak görülmeyen verilerin diğer kesimler için de geçerli olması gerekir. Bu kapsamda ciddi bir çalışma başlatılması gerekir.
Netice itibariyle; aşikâr olan hukuksuzluklar gün gibi ortadadır. HSYK'nın son hamlesi bunun devam ettiğini göstermiştir. Bu hukuksuzlukların giderilmesi, sadece hükümete yakın veya bir kesime has olmaması gerekir. Bağımsız, özgür ve adil bir yargının oluşabilmesi için öncelikle geçmişteki hukuksuzlukları gidermek gerekir. Birçok kesimle birlikte, özellikle dindar kesimin geçmişteki ve şimdiki mağduriyetleri giderilmelidir. HSYK'dan bunu “jet” hızıyla da istemiyoruz “yayan” olarak da olsa kabulümüzdür.