HÜDA PAR Genel Başkanı İshak Sağlam, partisinin Şişli-Feriköy Spor Tesislerinde gerçekleştirilen İstanbul 3'üncü Olağan Kongresinde konuştu.
8 yıldır çıktıkları yolda siyasette ciddi bir yer edindiklerini ve her zaman haktan yana tavır aldıklarını belirten Sağlam, ülke ve dünya siyaseti ile ilgili önemli değerlendirmelerde bulundu.
Toplumun ifsat edilmesi ve ailenin yok edilmesi için çıkarılan İstanbul Sözleşmesi ve sözleşme ile bağlantılı yasaların birçok aileyi dağıttığına dikkat çeken Sağlam, söz konusu sözleşme ve yasaların kaldırılması, genç evlilik mağdurlarının mağduriyetinin giderilmesi gerektiğini söyledi.
"Müspet siyaset yapmayı kendimize ilke edindik"
İstanbul 3'üncü il kongrenin memlekete, millete ve partilerine hayırlar getirmesini Allah’tan niyaz eden Sağlam, "8 senedir ülke siyasetine yeni bir ses ve üslup getirmeye çalıştık. Klasik siyasi parti görüntüsünün siyasete bir şey katmadığı gibi ülkeye zarar verdiğini söyledik. Müspet siyaset yapmayı kendimize ilke edindik. Ülkeyi idare edenler iyi ve doğru bir iş yaptığında onu destekleyip gerekirse yardım etmeyi yanlış ve hatalı icraatına da karşı durup uyardık, uyarıyoruz. Duruşumuzla, siyasetimizle, eleştirilerimizle yıkmadan, yapmaya, düzeltmeye çalışıyoruz. Bütün sorun ve sıkıntıların, hikmetli yaklaşımlarla düzelebileceğine inandık. Bu ilke üzerinde siyaset yapmaya devam edeceğiz." dedi.
"Siyaset yapılırken kullanılan dil ve üslubun kirlerine bulaşmadan hak bildiğimiz yolda dürüst siyaset yapmaya devam edeceğiz"
Siyasi partilerin birbirlerinin düşmanı ve rakipleri olmaması gerektiğini söyleyen Sağlam, "Partiler, programları çerçevesinde ülkeye hizmet etmeye çalışan kurumlardır. Bu yönüyle tüm partiler ortak bir noktada birleşmektedir. Madem tüm partilerin ortak hedefleri memlekete hizmet etmektir. Halka hizmet yolunda seçim dönemleri dışında rekabeti bırakıp bira araya gelmeli ve dayanışma içerisinde olmalıdırlar. Siyasi partiler ötekileştirici, ayrıştırıcı, çatışmacı dili terk edip asgari müştereklerde bir araya gelebilmeli ve ortak çalışma yapabilmelidirler. Bunu yapabilirsek güçlü, güvenli ve huzurlu bir toplumu inşa etmiş olacağız. Bundan sonra da gün siyaset yapılırken kullanılan dil ve üslubun kirlerine bulaşmadan hak bildiğimiz yolda dürüst siyaset yapmaya devam edeceğiz." diye konuştu.
"Yeniden dizayn edilen sisteme karşı uyanık olmalıyız"
Türkiye ve içerisinde bulunduğu coğrafyanın zor zamanlardan geçtiğini hatırlatan Sağlam, "Fert olarak, toplum olarak ve devlet olarak istesek de istemesek de yeniden kurulmakta olan bu düzende merkezi bir yerde, tam merkezinde bulunmaktayız. Ancak burada bizim alacağımız rol önem arz etmektedir. Ya akıllıca hareket eder, medeniyetimizin ve tarihimizin gereklerini yerine getirir, oynanmak istenen bu oyunda oyun kurucu olacak ya da başkasının yazdığı senaryoda figüran olmaya razı olacağız. Yeniden dizayn edilen bu sistemde oyun kurucu olabilmek için senaryoyu yazanların kimler olduğunu, amaçlarının ne olduğunu, bize biçilen rolün ne olduğunu ve bizim ne yapabileceğimizi iyi analiz edip öğrenmek gerekir. Uyanık olunmaz, zamanında tedbirler alınmazsa hiç istemediğimiz mecralara kayma ve oluşturulan bataklıklarda sürüklenme ve boğulma ile karşı karşıya kalırız." şeklinde konuştu.
Bugün dünyaya yön vermeye çalışan küresel sermaye ve sömürgecilerin tükenmeye başladıklarını vurgulayan Sağlam, yeniden hayat bulabilmek ve yeni rant kapıları açabilmek için dünyaya yeni bir düzen getirmeleri gerektiğini söyledi.
Küresel sermaye sahipleri ve sömürgecilerin birinci dünya savaşından sonra yapmaya çalıştıkları gibi yeni sınırlar ve yeni devletler inşa etmek istediklerini vurgulayan Sağlam, bunun için suni sorunlar oluşturularak toplumlar birbiriyle savaştırdıklarını, düşmanlaştırılıp birlikte yaşama şansları kaldırılarak birbirine düşman yeni suni devletler kurdurulmaya çalışıldığını ifade etti.
"Oynanan oyunu görmez ve zamanında tedbirler alamazsak, ailemizi, medeniyetimizi ve birliğimizi yitirmiş olacağız"
Sağlam, "Bugün konuşulan sorun, sıkıntı ve çatışmanın temelleri yıllar öncesinden atılmıştır. İslam toplumlarının direnç noktalarının yok edilmesi için yıllarca hazırlıklar yapılmaktadır. Üzerine inşa olduğu esaslar zedelenmeden, yok edilmeden Müslüman toplulukları alt etmek, yok etmek mümkün değildir. Bunu biliyorlar. Bunun için İslam toplumunun temel sütunlarını hedef tahtasına koyup önce itibarsızlaştırarak ve değersizleştirerek savunmasız hale getirmekte daha sonra da yıkıcı darbeleri indirmektedirler. Medeniyetimizin en sağlam sütunlarından biri ailedir. Bu nedenle on dört asırlık medeniyetimizin ürünü olan aile kurumumuzu doğrudan hedef almaktadırlar. Kadını koruma gibi kulağa hoş gelen insani söylemler kullanılarak kadını erkeğe, evladı ebeveyne rakip ve düşman olarak göstermekte aile içerisinde bile birbirine yabancı bireyler oluşturulmaktadır. Bu şekilde iradesiz bireyler haline getirilen toplumlar teknolojinin tüm imkânları da kullanılarak sömürgecilerin ördüğü ağa takılmaktadır. Toplumun en sağlam kalesi olan aileler yıkılarak amacı ve hedefi olmayan, zevkperest nesiller yetiştirilip küresel sermayenin kuklaları haline getirilmek istenmektedir. Oynanan oyunu görmez ve zamanında tedbirler alamazsak, ailemizi, medeniyetimizi ve birliğimizi yitirmiş olacağız." şeklinde konuştu.
Çok planlı ve programlı olarak onlarca yıl ön hazırlıkları yapılarak oynanan oyunları görebilecek basirete ihtiyaç olduğunu söyleyen Sağlam, maalesef bu konuda önlem alması gereken idarecilerde bu basireti göremediklerini, küçük hesaplar ve çıkarılan gürültülere aldanıp aile hayatımızda ve yeni nesillerde oluşan yıkımlar gözden kaçırıldığını ifade etti.
"İstanbul sözleşmesi, 14 asırlık inancımızla yoğrulmuş kültürümüzün kökünün kazınması için hazırlanmış bir sözleşmedir"
Aile kurumuna yapılan en büyük saldırılardan birisinin İstanbul sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayanarak çıkartılan 6284 sayılı güya Kadına Yönelik Şiddeti Önlemeyi amaçlayan yasa olduğunu söyleyen Sağlam, konuşmasını şu şekilde sürdürdü:
"Bu yasalar yürürlüğe girdiği andan itibaren aile içi suçlar her yıl katlanarak artmaktadır. Polisiye tedbirlerin aileye huzur ve güven ortamı sağlamayacağı net bir şekilde ortaya çıkmıştır. Buna rağmen bir 'aile yıkma yasasına' dönüşen bu yasalar ısrarla korunmaktadır. İstanbul sözleşmesi İmzacı devletlere dolayısıyla ilk imzacı devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ne yükümlülük getirmektedir. Bunlardan biri; Madde 12: Taraflar kadınların erkeklerden daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirler alacaklarıdır. Bu sözleşmeye imza atan devletler kadın ve erkek kavramı başta olmak üzere bize ait ne kadar töre ve gelenek varsa, sosyal hayata dair alışkanlıklarımız, 14 asırlık inancımızla yoğrulmuş kültürümüzün kökünün kazınması için hazırlanmış bir sözleşmedir."
"İnancımıza uygun gelenek ve göreneklerimize açılmış bir savaş var"
"Bugün dilimize pelesenk ettiğimiz Sevr Antlaşması bile kültürümüzle, inancımızla, değerlerimizle bu derece bir savaşı dayatmamıştır." diyen Sağlam, "Biz hangi savaşı kaybettikten sonra bu sözleşmeyi imzaladık ki bizi biz yapan ne kadar değerimiz varsa kökünü kazımaya razı olduk? Bu sözleşme ile kadınların aile içerisinde klişeleşmiş anne rolünün kökünün kazınması isteniyor. Klişeleşmiş 'baba' rolünün kökünün kazınması isteniyor. 'Anne ilk öğretmendir' rolü kadın için klişeleşmiş bir roldür. Devlet, bu sözleşme ile anne ilk öğretmendir klişeleşmiş anlayışını yok etme görevini üstlenmiştir. Büyüklere saygı, küçüklere sevgi toplumumuzda klişeleşmiş sosyal rollerdir. Bu sözleşme ile devlet bununla mücadele için gerekli tedbirleri almaya söz vermiştir. Etek, kadınlar için klişeleşmiş bir giyim tarzı ve gelenektir. Devlet bununla da mücadele edecektir. Kadın ve Erkek kavramları yok edilip nötr bir cinsiyet ve cinsiyetsiz toplum oluşturulmaya çalışılıyor. İnancımıza uygun gelenek ve göreneklerimize açılmış bir savaş var. Sosyal hayatımızda klişeleşmiş geleneklerimiz olan nişan, düğün, nikah, sünnet, damat, gelin kavramlarının kaldırılması da sözleşmenin kapsamındadır." şeklinde konuştu.
"İstatistikler de bu yasaların yürürlüğe girmesinden sonra kadına yönelik şiddetin arttığını göstermektedir"
"Bu anlayışın getirdiği yıkımlar görülmesine rağmen hiçbir getirisi olmayan, aile yapımıza, sosyal yapımıza, övündüğümüz ahlaki değerlerimize savaş açan bu sözleşme hala yürürlüktedir." diyen Sağlam, şunları kaydetti:
"Bu sözleşmeden imzanın çekilmesi için herhangi bir irade de görülmemektedir. İstanbul sözleşmesi ve buna dayanılarak çıkarılan yasaların ilk günden beri toplumun genleriyle uyuşmadığı, suç oranlarını arttırdığı açıkça görülmesine rağmen ısrarla bunları korumanın altında yatan esas neden bu topluma izah edilmelidir. Hangi güç bunu dayatıyor. Sapıklığı, sapkınlığı meşrulaştırmayı hiç konuşmuyorum. Belki de bu sözleşmenin en büyük yıkımı sapıklığı ve sapkınlığı olağan, meşru hale getirmesidir. Hatta devlete sapıkların sapıklıklarını icra etmesi için yardımcı olmayı dayatmaktadır. Bu sözleşme ve buna dayanılarak çıkarılan yasaların kadınları şiddetten koruduğuna dair iddia, koca bir yalandan ibarettir. Bu yasalardan önce de insanların birbirine karşı şiddet kullanması suçtu. Şimdi de suçtur. Bu yasalar lağvedilirse kadına karşı şiddet suç olmaktan çıkmayacak. Zaten ceza kanunlarında şiddetin karşılığı vardır. Bu cezaları az bulursanız ceza miktarını arttırırsınız. İstatistikler de bu yasaların yürürlüğe girmesinden sonra kadına yönelik şiddetin arttığını göstermektedir." ifadelerini kullandı.
"İstanbul sözleşmesindeki imza geri çekilip bu sözleşmeye dayanılarak çıkarılan yasalar lağvedilmelidir"
Aile içindeki şiddet polisiye tedbirlerle önlenemeyeceğini, her eve bir polis yerleştirilemeyeceğini kaydeden Sağlam, şöyle konuştu:
"Aile içi şiddetin önlenmesi eğitimle, aile ve akrabalık bağlarının güçlendirilmesiyle olur. Hâlbuki bu yasalar aile bağlarını yok etmektedir. Bu yasalar aile içindeki en küçük bir anlaşmazlıkta polisi devreye sokarak bir güvensizlik ortamı oluşturmaktadır. Karşılıklı sevgi ve saygıyla ayakta duran aileyi bağımsız bireyler haline getirmeye çalışmaktadır. Türkiye bu ayıptan bir an önce kurtulmalıdır. Bu sözleşme bizim toplumsal ve aile yapımıza uymayan, insan fıtratına ters hükümler içermektedir. Avrupa ülkeleri bile bunun olumsuz yansımalarını gördükleri için tek tek bu sözleşmeden çekilmek istemektedirler. İstanbul sözleşmesindeki imza geri çekilip bu sözleşmeye dayanılarak çıkarılan yasalar lağvedilmelidir."
"Bir an evvel genç evlilik mağdurlarının çığlıklarına kulak verilmeli ve toplumun inancına, gelenek ve göreneklerine uygun düzenlemeler yapılmalıdır"
Aile ve kadın konusunda çözümün, 14 asırlık medeniyetin gerektirdiği sevgi, saygı ve muhabbete dayalı ailenin oluşturulması ve desteklenmesi olduğunu vurgulayan Sağlam, "Yine aile kurumumuza yapılan saldırılardan biri de genç evliliklerin yasaklanması ve ağır cezai yaptırımlara bağlanmasıdır. Bu gün gelenek ve göreneklere uygun bir şekilde yuva kuran, yıllarca mutlu ve huzurlu bir aile ortamı oluşturan, mevzuatın istediği yaşa ulaşınca da kanuni evliliklerini gerçekleştiren binlerce erkek 'cinsel istismar' gibi çok aşağılayıcı bir suçlama ile cezaevlerinde bulunmaktadır. Sözüm ona 'kadını koruma' adı altında binlerce kadın çocuklarıyla ve ailenin tüm sorunlarıyla tek başına yaşamaya, binlerce çocuk, cezaevlerinde baba şefkatini arar hale getirilmiştir. 'Kadını koruma' adı altında aile hayatı ve yuvalar yıkılırken gayri meşru birliktelikler teşvik edilmektedir. Yıllardır bu mağduriyetlerin giderilmesi için yükselen çığlıklar bir avuç batıdan fonlanan derneklerin itirazları nedeniyle duymazdan gelinmektedir. Bir an evvel genç evlilik mağdurlarının çığlıklarına kulak verilmeli ve toplumun inancına, gelenek ve göreneklerine uygun düzenlemeler yapılmalıdır."
"Kardeşçe yaşayan topluluklar bir anda ekilen nifak tohumları nedeniyle birbirlerine düşman oluverdiler"
Son dönemlerde Kürtlere yönelik inkar politikalarının arttığını vurgulayan Sağlam, "Medeniyetimizin sağlam kalelerinden biri de inancımızdan kaynaklanan kardeşlik bağının varlığıdır. Bu bağ sayesinde rengi, dili, ırkı, mezhebi ve meşrebi ne olursa olsun yüzlerce yıl aynı coğrafyada kardeşler olarak huzur içerisinde bir arada yaşamışız. Küresel emperyalizmin ülkeleri bölmek ve parçalamak üzere uyguladıkları yöntemlerden biri de bu kardeşlik bağını koparmak, ırkçı söylemler ve yöntemleri yaymaktır. Bir bütün olarak İslam toplumu ile baş edemeyenler ümmeti bölerek mücadele etme yolunu seçtiler. Güya vatanseverlik, milliyetperverlik adı altında ülke insanın bir bölümünü diğerine düşman kıldılar. Böylece bölüp parçaladıkları toplumları küçük küçük lokmalar halinde düşmana ikram ettiler. Yüzyıllarca kardeşçe yaşayan topluluklar bir anda ekilen nifak tohumları nedeniyle birbirlerine düşman oluverdiler. Birliğimiz gitti, düzenimiz bozuldu, kuvvetimiz dağıldı, huzurumuz kaçtı."
"Kürtler binlerce yıldır bu topraklarda diliyle, kültürüyle yaşamaktadırlar"
Ülkede yaşayan Türkler, Kürtler, Araplar ve diğer kavimlerin yüzyıllarca kardeşçe yaşadıkları ifade eden Sağlam, "Halkları bir arada tutan inanç birliği yerine İslam’a düşmanlık şeklinde uygulanan laiklik ve Türk milliyetçiliğine dönüldüğünden beri bu ülke rahat yüzü görmedi. Vatandaşların bir kısmı diğerine düşman olarak gösterildi. Ülkenin kaynakları heder edildi, yüzbinlerce insanı kaybettik. Red ve inkâr siyasetinin bir tsunami gibi ülkeyi felaketlere sürüklediği görülmesine rağmen bu anlayış terkedilmemektedir. Ülkenin kuruluşunda, verilen mücadelede ve zaferde buralarda yaşayan tüm kavimlerin kanı ve teri vardır. Kürtler binlerce yıldır bu topraklarda diliyle, kültürüyle yaşamaktadırlar. Özellikle İslam’la tanıştıktan sonra alim ve bilim adamlarıyla İslam ümmetinde mümtaz bir yere oturmuştur." dedi.
"Temel insan hakları silahlı örgütlerle pazarlık konusu yapılırsa silahlı propagandayı meşru hale getirir"
İnsanların ana diliyle konuşması, eğitim alması ve kendini ifade etmesinin temel insan hakların başında geldiğini vurgulayan Sağlam, "Onlarca yıldır bu ülkenin dörtte birinin konuştuğu lisanı, bilinmeyen dil olarak tanımlanmakta, kendisi yok sayılmaktadır. Tarih kitaplarından Kürt ismi, silinmekte, Kültürel etkinliklere yasaklar getirilmektedir. Hâlbuki mevcut iktidarın ilk yıllarında Kürt meselesinde ciddi adımlar atılmış, bu sorunun tamamen gündemden düşmesi konusunda da bir ümit oluşmuştu. Ne yazık ki birkaç seneden beri Kürt meselesinde yeniden inkârcı, yasaklayıcı günlere geri dönme izlenimi vermektedir. Gelinen aşamadan sonra eski yasakçı ve inkârcı söylem ve yöntemlere dönülmesi ülkeyi daha büyük kaosa sürükleyecektir."
Sağlam, şöyle devam etti:
"Çözüm süreci denilen günlerde en temel insan haklarının silahlı örgütlerle müzakere masasına yatırılmasının yanlış olduğunu, temel insan haklarının hiçbir şarta bağlanmadan mutlaka verilmesi gerektiğini ısrarla dile getirdik. Temel insan hakları silahlı örgütlerle pazarlık konusu yapılırsa silahlı propagandayı meşru hale getirir. Silahlı örgütlerle ancak silahlarını bırakmayı konuşursunuz. Bir halkın en temel haklarını örgütlerle masaya yatırırsanız onları tüm halkın temsilcisi yapmış olursunuz. Ve onların 'ben haklarınızı silahlı mücadele ile aldım' propagandası yapmasına fırsat verirsiniz. Neticede Kürt halkının kabul edeceği hiçbir ideolojisi ve kutsalı olmayan, tek yaşam kaynağı silah olan örgüt tıynetini gösterdi. Bu arada 6-8 Ekim olayları, çukur olayları ve bombalamaları yaşadık."
"Ülkede yaşayan herkesi Türk sayan anlayışı kaldırılmalı"
Sağlam, "Bu tecrübenin ülkeye ve millete bedeli çok ağır oldu. Bundan gerekli dersler çıkarılmalıdır. Kırk yıldır silahlı bir çete ülkede yaşayan Kürtlere; 'sizin insani ve kültürel haklarınızı silahla alacağız demektedir.' Bu konuda yapılan iyileştirmeleri de silahlı mücadele ile elde ettiklerini dile getirmektedir. Bu iddia doğru değilse şimdi tam zamanıdır. Bir müddettir ülkede nispi bir sükûnet var. Bu gün Kürtlerin temel hakları konusunda atılacak bir adımı hiç kimse silahlı çetelerin başarısı olarak gösteremez. Örgütün silahlı gücü belki hiç olmadığı kadar kırılmıştır. Şimdi atılacak bir adım ülkeye huzuru ve kardeşliği geri getirecektir. Vatandaşların hayal kurduğu, rüya gördüğü dil ile eğitim alması en tabii insan haklarındandır. Çok dillilik dünyanın hiçbir yerinde ayrıştırıcı etki yapmamıştır. Anayasada vatandaşlık tanımında yapılacak bir değişiklik sorunu büyük oranda çözecektir. Ülkede yaşayan herkesi Türk sayan anlayışı kaldırıp hangi kavimden olursa olsun kendisini bulacağı bir vatandaşlık tanımının getirilmesi ile bu işe başlanabilir." ifadelerini kullandı.
"Adalet denilince ilk akla gelen yargıda, güven hiç olmadığı kadar irtifa kaybetmiştir"
Çevremizdeki ateş çemberinden kurtulmanın ilk şartı ülke içerisinde iç barışı ve huzuru sağlanması olduğunu hatırlatan Sağlam, "Bunun inşa edilmesinin yolu tarih ve medeniyetimizden gelen kardeşlik bağlarının yeniden tesis edilmesidir. Bunu yapar ve sağlıklı bir toplum inşa etmek için gerekli düzenlemeleri yerine getirirsek yeniden dizayn edilen dünyada etkin bir oyun kurucu olarak yerimizi alabiliriz. Gelen saldırılara karşı ayakta kalabilmek için temel dinamiklerden biri de Adaleti hayatın her alanına ikame edilmesiyle olacaktır. Adalet, her hak sahibine hakkının eksiksiz teslim edilmesidir. İktidarların temelidir. Adaleti hayatın her alanına hâkim kılamayan iktidarların ayakta kalma şansları yoktur. Devletin esas görevi, can, mal, nesil, akıl ve din emniyetini güvence altına almaktır. Bunları yaparken herkese eşit mesafede ve adil olmak zorundadır. Bugün devletin asli görevlerinden hiçbirinde adaleti göremiyoruz maalesef. Adalet denilince ilk akla gelen yargıda, güven hiç olmadığı kadar irtifa kaybetmiştir. Mahkemelerin kararlarını verirken hukukun temel ilkelerine ve yasalara göre değil, siyasi iradeye basından ve sosyal medyadan gelen tepkilere bakmaktadırlar. Daha çok gürültü çıkaranların mahkemelerden istedikleri kararları alabildiğine şahit olunmaktadır." şeklinde konuştu.
"Tüyü bitmemiş yetimin hakkı bir avuç elit kesime yedirilmektedir"
İşe alımlarda liyakat ve ehliyet yerine yandaşlık ve yakınlığa bakıldığını, hiçbir beşeri ilişkisi olmadığı halde uzak akrabalar nedeniyle insanlar güvenlik soruşturmasına takıldığını belirten Sağlam, "Ülkenin zeki dinamik ve üretken beyinleri tarafgirlik ve kayırmacılık nedeniyle heder edilmektedir. İnsanlar normal yoldan çalışıp üreterek bir yerlere gelme ümidini yitirmiş bulunmaktadır. Ülkenin en başarılı gençlerinin mülakatlarla önü kesilirken, kadrolar ihalelerle satılır hale gelmiştir. Yönetim kadrosunu işgal edenler adaletle işini yapmak yerine kendisini makama getirenin gözüne, sözüne bakar hale gelmiştir. İşte bu nedenledir ki sayıştay raporlarında hemen tüm devlet kurumlarında usulsüzlük ve yolsuzluklar tespit edilmekte, tüyü bitmemiş yetimin hakkı bir avuç elit kesime yedirilmektedir. Güçlü olan, etkin olan, parası olan devletin her kademesinde işini yürütürken, sade vatandaş en tabii haklarını almak için siyasilerden referans getirmek durumunda bırakılmaktadır." dedi.
"Bu sistem değişmediği sürece ülkede işsizlik sorunu hep olacak"
Tarım politikaları, işsizlik ve faiz sistemi hakkında da konuşan Sağlam, son olarak şu ifadeleri kullandı:
"Coğrafya ve iklim şartları bakımından tarımda dünyanın en elverişli bölgesinde bulunmaktayız. Doğru ve adil bir tarım politikası uygulanmadığı için hem tarım, hem de hayvancılıkta ithalatçı ülkeler arasında bulunmaktayız. Vatandaşlardan vergi alırken dar gelirliye karşı şahin, varlıklı ve nüfuzlu vatandaşlara karşı güvercin politikası uygulanmaktadır. Bu nedenle az kazanandan çok, çok kazanandan az vergi alınarak iktisadi dengeler her geçen gün daha da derinleşmektedir. Ülkenin en derin iktisadi kriz yaşadığı dönemde dahi finans ekonomisi denilen paradan para kazanan başka bir değişle faizle para kazananlar kârlarını katlamaktadırlar.
Vatandaşların büyük bir bölümü gecelerini de gününe katarak çalıştığı halde karnını doyuracak ekmeği kazanamazken uygulanan adaletsiz iktisat modelleriyle elinde parası olanlar hiçbir emek harcamadan milyonlarca insanın emeğine el koymaktadırlar. Bu sistem sürdürülebilir değildir. Uygulanan faizli kapitalist sistem, üretimi bitiren, işsizliği dayatan bir sistemdir.
Bu değişmediği sürece ülkede işsizlik sorunu hep olacak, üretim gerileyip dışa bağımlı kalınacaktır. Parası olan, hiç emek harcamadan, hiç risk almadan üreterek kazandığından daha fazlasını faizden kazanabiliyorsa, ona bu fırsatını verirseniz kimse parasını riskli ve zahmetli olan üretime yatırmayacaktır. Para da bir elit sınıfın elinde dolaşıp duracak, insanların büyük bir kesimi açlıkla mücadele edecek, ülke dışarıya bağımlı halde kalmaya devem edecektir.
Bu vesile ile 3. İstanbul il kongresinin ülkemize, milletimize ve partimize hayırlara vesile olmasını diliyorum. Görevini devreden arkadaşlarıma bu güne kadar yaptıkları hizmetlerinden dolayı teşekkürlerimi iletiyorum. Yeni yönetime gelecek arkadaşlarımıza başarılar diliyorum."