Rehber TV'de Olcay Ersoy’un sunduğu Rehber Gündem programına katılan Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve sosyal gündemine dair önemli açıklamalarda bulundu.
Vatandaşın hissettiği ile TÜİK’in açıkladığı enflasyon oranları arasında ciddi bir fark olduğunu ifade eden Yapıcıoğlu, bunun ise en açık şekilde gıda ürünlerindeki zam ile mutfakta hissettirdiğini söyledi.
Faize dayalı ekonomi, adaletsiz vergi sistemi ve kamudaki israfı eleştiren Yapıcıoğlu, ekonomik krizden çıkmak için tek çarenin hükümetin denk bütçe ve faizsiz bir ekonomi modeline geçmesi ile mümkün olacağını ifade etti.
Hükümetin en düşük maaş alanlara yönelik önerdiği seyyanen zam oranın işçilerin istediği oranın sekizde biri kadar olduğuna dikkat çeken Yapıcıoğlu, mutlaka imkânların el verdiği makul bir oranda zammın yapılması gerektiğini söyledi.
Kamuya personel alımlarındaki mülakat ve güvenlik soruşturması uygulamalarının mağduriyetlere sebep olduğunu dile getiren Yapıcıoğlu, FETÖ hafızası ile yapılan güvenlik soruşturmalarına son verilmesi ve sınavla yapılan liyakat esaslı bir uygulamaya geçilmenin gerektiğini kaydetti.
Coronavirus salgınında artan vaka ve vefat sayılarına dikkat çeken Yapıcıoğlu, "Lütfen hastalık bitmiş gibi davranmayın!" diye uyarıda bulundu.
Türkiye'deki orman yangınları ve alınması gereken tedbirlere değinen Yapıcıoğlu, bölgeye yaptıkları ziyarette, vatandaşların en çok orman yangınlarıyla mücadelede koordinasyonsuzluktan şikâyet ettiklerini gözlemlediklerini söyledi.
Doğu Karadeniz bölgesindeki sel felaketleri sonrası bölgeye yaptıkları ziyaret notlarını ve gözlemlerini aktaran Yapıcıoğlu, dere yataklarındaki yapılaşma ve çay bahçelerini arttırmak için kesilen ağaçlara dikkat çekti. Bunlarla ilgili tedbirler alınması gerektiğini vurguladı.
Konya’nın Meram ilçesinde aynı aileden 7 kişinin vahşice katledildiği olayla ilgili de konuşan Yapıcıoğlu, parti olarak oluşturdukları komisyonun hazırladığı rapora göre, "Konya’daki katliam bir Türk-Kürt kavgası olarak nitelendirilemez." diye konuştu.
"Açıklanan enflasyon rakamlarının üzerinde bir gıda enflasyonu var"
Açıklanan enflasyon oranlarının fakir fukaranın mutfağındaki ile çok farklı olduğuna dikkat çeken Yapıcıoğlu, "Açıklanan enflasyon rakamlarının üzerinde bir gıda enflasyonu var. Bu da çalıştığının karşılığını alamayanlar ve maaşının neredeyse tamamını karnını doyurmak için harcayanlar için ciddi bir enflasyon demektir. Her halükârda bu oran yüzde 25’in üzerinde ama bazı kalemlerde bu yüzde 50’lerin de üzerinde. Geçen sene 18 litrelik bir yağın tenekesi markasına göre 130-150 TL arasında iken bu sene 250-290 TL arasında değişiyor. Sıvı yağda neredeyse yüzde 100’e yakın bir fiyat artışı var. Bazı gıda ürünlerinde bu artış yüzde 50-60 civarında iken bazılarında ise yüzde 30-40 civarında. Gıda enflasyonu her halükârda açıklanan enflasyonun epey üzerinde." dedi.
Yapıcıoğlu, vatandaşın hissettiği ile TÜİK’in açıkladığı enflasyon arasında ciddi bir fark olduğunu ve kurumun güvenilirliğinin sorgulanır hale geldiğini belirtti. Yapıcıoğlu, TÜİK ve ilgili kurumların istatistiksel hesaplama yöntemlerini gözden geçirmesi gerektiğini kaydetti.
"Toplanan vergilerin önemli bir kısmı faize gidiyor"
Faize dayalı ekonomi, adaletsiz vergi sistemi ve kamudaki israfı eleştiren Yapıcıoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bizim inancımıza göre para alınıp satılan meta değil, bir değişim aracıdır. Ama kapitalist sistemde paranın kendisi alınıp satılan bir metadır. Kapitalist sistemde faiz almak garantidir. Bazen işletme sahibine, bazen devlete, yerel yönetime, bazen şirkete borç verir ve karşılında garanti olarak para ister. Sistem böyle olunca adam parasını niye riske etsin? Ne ticarete ne de üretime yatırır. Hiçbir emek sarf etmeden, terlemeden sadece parayı borç olarak veriyor ve üretilen değerden önemli oranda bir pay alıyor."
Kamudaki israfın vatandaşa vergi olarak yansıdığına dikkat çeken Yapıcıoğlu, "Devlet küçülecek diyorlar ama devletin kamu harcamaları devasa boyutlarda. Kamu harcamalarının karşılanabilmesi için vergiler artırılıyor. Bu yılın ilk 5-6 ayında bir önceki yıla göre yüzde 40’ın üzerinde arttı. Pandemi döneminde esnafın büyük bir kısmı zarar etmişken nasıl bu kadar arttı? Hükümet, bu harcamaları karşılamak için gelirleri artırmak zorunda. Bunun en kolay yolu ise vergileri artırmak. Bu toplanan vergilerin önemli bir kısmı faize gidiyor. 2021 yılının bütçesinde 180 milyar TL sadece borçların faizine gidiyor." dedi.
"Mutlaka faiz sisteminden yakamızı kurtarmamız gerekiyor"
Vatandaşa kemer sıktıran sistemin de tasarruf etmesi gerektiğine dikkat çeken Yapıcıoğlu, "Türkiye’de toplanan vergilerin yüzde 60’ından fazlası, yaklaşık üçte ikisi dolaylı vergiler. Yani harcama yaparken ödenen vergilerdir. Yani siz bir şey alırken onun içine vergi gizlenmiş. Doğrudan kazançtan alınan verginin toplam vergideki payı düşük. Faiz sistemi katma değer üreten herkesten kendi payını alıyor. Bunu aldığı müddetçe de yatırımcı zorlanıyor. Yatırımcı yeni yatırım yapmayınca yeni iş alanları oluşmuyor. Kamu topladığı paraları faize verince kamu yatırımları da azalıyor. Dolayısıyla kamunun da işsizliği önleme, gençlere yeni iş alanları açma gibi sorumlulukları ikinci üçüncü plana erteleniyor. Borcu borçla kapatma sarmalına girince de işsizliğin artması kaçınılmaz oluyor. Diyoruz ki gençlerin ümitlerini söndürmek istemiyorsanız, gençlerin geleceklerini başka yerde aramasını istemiyorsanız mutlaka yapısal anlamda bunun önlemini alacaksınız. İsrafı önleyeceksiniz ve faizden kurtulmak için şu borç alma adetinizden vazgeçeceksiniz. Bütün kapılar bir yere çıkıyor. Mutlaka faiz sisteminden yakamızı kurtarmamız gerekiyor." şeklinde konuştu.
Türkiye'deki ekonomik krizin son bulması için denk bütçe tekliflerinin olduğunu ifade eden Yapıcıoğlu, "Anayasa değişikliğinin konuşulduğu bu ortamda anayasaya bir hüküm koyun. Deyin ki, bütçeler denk olmalıdır. Borçlanarak sürekli açık veren bütçeler kural olmaktan çıkarılsın." diye belirtti.
"İmkanlar neye yetiyorsa o oranda seyyanen zam yapılmalı"
Hükümetin en düşük maaş alanlara yönelik önerdiği seyyanen zam oranın işçilerin istediği oranın sekizde biri kadar olduğuna dikkat çeken Yapıcıoğlu, "Yaptığımız gündem değerlendirmemizde hükümete yapmış olduğumuz çağrıda, en düşük gelirlilerin maaşı ile diğerlerinin maaşlarının arasındaki farkların kapanması için tüm memurlara önemli bir miktarda seyyanen zam yapılması gerektiğini söylemiştik. Keşke imkân olsa daha fazla bir rakam olsa. Ama eğer bu 600 TL olmasa bile 400-500 TL seyyanen zam gerekiyor. İmkanlar neye yetiyorsa o oranda seyyanen zam yapılmalı. Seyyanen zam yetmez. Bunun üzerine ayrıca oransal bir zam yapılmalı. Neden? Geçen sene enflasyon rakamları yüzde 14 olarak açıklandı. Geçen haziranda enflasyon rakamları yüzde 17 olarak açıklandı. Fakat geçen senenin Temmuz ayının açlık rakamlarıyla bu senenin rakamlarına bakın. Aralarındaki farkı görün oransal olarak. Her ikisinin de yüzde 20’nin üzerinde olduğunu göreceksiniz." şeklinde konuştu.
"FETÖ hafızası ile yapılan güvenlik soruşturması mağduriyetler doğuruyor"
Memur alımlarındaki mülakat ve güvenlik soruşturması uygulamalarının mağduriyetlere sebep olduğunu dile getiren Yapıcıoğlu, "Mülakat hem mağduriyet doğruyor hem de bu uygulamadan dolayı mağdur olan insanların hak aramalarının önü kapanıyor. Cezaların şahsiliği ilkesi ayaklar altına alınarak herhangi bir alanda çalışacak bir adayın yedi ceddine kadar araştırıldığı bir güvenlik soruşturması söz konusu." dedi.
Mülakat öncesi hukuksuz bir şekilde yapılan güvenlik soruşturmalarıyla birçok hak ihlalinin yaşandığına dikkat çeken Yapıcıoğlu, "Eğer bu mülakatlar ‘bu işe layık mı değil mi’ diye hakkaniyetli bir şekilde ehil olmayanların oralara gelmemesi için yapılıyorsa amenna. Ama güvenlik soruşturmasına takıldığı için ve kişiye göre ise doğru değil. Güvenlik soruşturması neye göre yapılıyor? Özellikle emniyet istihbaratın bir dönem bugün terörist denilen FETÖ diye isimlendirilen bir grubun elinde olduğunu sağır sultan bile biliyor. Siz istihbarat kuruluşlarının neredeyse yüzde yüz toplanmış, orada kümelenmiş bir grubu terörist ilan edeceksiniz. Ama öte yandan onların topladığı arşiv bilgilerle insanlar hakkında güvenlik soruşturması yapacaksınız ve onları eleyeceksiniz. Bunun elle tutulur bir tarafı yok. Böyle kirli bir hafıza var. O hafızayı temizlemek yerine onun üzerine yeni işlemler kuruyorsunuz. Bu işlemler yeni bazı mağduriyetler doğuruyor." diye belirtti.
"Lütfen hastalık bitmiş gibi davranmayın!"
Salgında vaka ve vefat sayılarındaki artışa dikkat çeken Yapıcıoğlu, "Vaka sayılarının düşmesi ve normalleşme kararından sonra halk öyle bir rahatladı ki sanki hastalık bitmiş gibi davrandılar. Son iki buçuk aylık süreçte 5-6 farklı coğrafi bölgede farklı illerde temaslarımız oldu. Gittiğimiz yerlerin tamamında istisnasız halk çok rahat. Sanki virüs bitmiş, maske yok, sarılıyorlar, tokalaşıyorlar. Gittiğimiz yerlerde uyarımızı yaptık. Vakalar öyle bir seviyeye gelir ki öğrenciler yeniden uzaktan eğitim almak zorunda kalabilir. Vakalar patlak verirse yeni yeni toparlanmaya başlayan esnaf yeniden bir kapanma ile karşı karşıya kalabilir. Bütün bunları göz önünde bulundurarak vatandaşlara çağrıda bulunmak istiyoruz: Lütfen tedbirlere riayet edin. Hastalık bitmiş gibi davranmayın. Eğer doktorların kahir ekseriyeti, büyük bir çoğunluğu aşıdan başka çare yok, aşı olmak gerekir diyorsa biz bunları görmeliyiz. Kimseyi de zorlayamayız. Aşı karşıtı değiliz, aşıyı tavsiye ediyoruz ama aşı zorunlu olsun diyenlerle de aynı görüşte değiliz." dedi.
"Orman yangınları ile mücadelede göze çarpan noktalardan birisi koordinasyonsuzluk"
Ülkemizdeki orman yangınları ve alınması gereken tedbirlere değinen Yapıcıoğlu, yangın bölgesine yaptıkları ziyareti şöyle aktardı: "Yangın bölgelerine gittik. Onlarca kilometre öteden yanık kokusu, ya da söndürülmüş ateşin kokusu bizim genzimizi yaktı. O manzarayı görünce içimiz yandı. O ateşle mücadele ederken eli, kulağı, yüzünün bir kısmı yanan Abdullah isimli bir köylünün yüzündeki o ifade uzun süre hafızamdan silinmeyecektir. Oradaki yaraları bizzat gördük. Başta göze çarpan noktalardan birisi koordinasyonsuzluk. Bir tarafta belediyenin koordinasyon merkezi, öbür taraftan AFAD’ın koordinasyon merkezi var ama iki koordinasyon merkezi birbirinden habersizler veya yeterli bir koordinasyon yok aralarında. Köylülerden pek çok yerde işittik. ‘Eğer yangın başladıktan sonra bizim suyumuz kesilmeseydi belki yangın köye ulaşmadan söndürebilirdik. Belki kendimizi ve hayvanlarımızı koruyabilirdik. Ama yangının başlamasından kısa bir süre sonra bizim sularımız kesildi. Elektriğin kesilmesini anlarız. Hatlar düşer, yangınlara veya olumsuzluklara sebebiyet verir diye elektrikler kesilirse anlarız. Elektrik kesilmişse, elektrikle pompalanan su kesintisi de makuldür. Ama suyu cazibeyle akan köylerin bile suyu kesildi’ diyorlardı. Bunlar ciddi iddialar. Suyu yüksekten aşağıya cazibeyle akan köylerin bile suyu kesilmişse sorgulanması gereken bir durum olduğunu düşünüyoruz."
Yangınlarla küresel ısınma arasında ilişkiye dikkat çeken Yapıcıoğlu, "Küresel ısınma konusunda bu işin ehli olan insanlar yıllardır uyarıyorlar. Dünya genelinde ısı artışı var. Bazıları klimanın derecesini biraz düşürüp fan hızını artırarak halledebileceklerini düşünüyor olabilirler. Küresel ısınma felaketler getiriyor. İşin bu kadar basit olmadığı orman yangınlarıyla ortaya çıkmıştır. Ağrı dağının tepesindeki buzullar bile erimeye başlamışsa ciddi problemler var demektir. Biz tabiatın dengesiyle oynadık. Allah’u Teala mükemmel bir sistem, mükemmel bir nizam kurmuş. Biz onunla oynadık, dengeyi bozduk. Onu bozduktan sonra tekrar canımızın istediği zaman tamir edebiliriz sandık. Ama öyle olmadığını gördük. Başımıza gelen her şey ellerimizle yaptığımızın karşılığıdır."
"Çay bahçelerini artırmak için ciddi bir ağaç kesimi olmuş"
Doğu Karadeniz bölgesindeki sel felaketleri sonrası bölgeye yaptıkları ziyaret notlarını ve gözlemlerini aktaran Yapıcıoğlu, "Orada yoğun bir şekilde dile getirilen hususlardan bir tanesi şu; ‘Dere yataklarında neden imara izin verilmiş?’ Sadece vatandaşların evlerinin değil bazı kamu kurum binalarının da dere yataklarına veya dere yataklarına çok yakın yerlere inşa edildiklerini gördük. Toprak kaymalarının nedeni olarak bizim tespitimiz; son dönemlerde çay bahçelerini artırmak için ciddi bir ağaç kesimi olmuş. Yani kendi gelirlerini artırmak için ağaçları kesmişler. Çay bitkisinin kökü çok derine gitmiyor. Yüzeyde kalıyor. Dolayısıyla toprağı da tutmuyor. Daha fazla çay yetiştirmek için ağaçlar kesilirse onun yan etkisi veya devamı olarak çay bitkisinin kökleri toprağı tutmayınca toprak kaymaları olur. Daha fazla çay yetiştirmek için ağaçları kesenler de yaptıklarının hata olduğunu anlamışlar" diye belirtti.
Toprak kaymalarının önüne geçmek için ağaçlandırma çalışması başlatılması gerektiğini ifade eden Yapıcıoğlu, "Mutlaka o bölgenin yeniden ağaçlandırılması lazım. Yeniden toprağı tutacak ağaçların sayısının artırılması lazım. Bir de dere yataklarıyla ilgili olarak o bölgelerde imarlı bir yapılaşma ise imar planları mutlaka gözden geçirilmeli." dedi.
"Konya’daki katliam bir Türk-Kürt kavgası olarak nitelendirilemez"
Konya’nın Meram ilçesinde aynı aileden 7 kişinin vahşice katledildiği olay ve katıldığı taziye ziyaretiyle ilgili konuşan Yapıcıoğlu, "Tarih boyunca pek çok dönemde insanlar arası, fertler arası ya da aileler arası bazı sıkıntılar olmuştur. Bunlar bazen ölümlü vakalar da yaşanmıştır. Ama bir kişinin bir aileden 7 kişiyi öldürmesi, hem de vurduktan sonra yanlarına yaklaşarak kafalarına sıkmak suretiyle yakın mesafeden öldürmesi çok rastlanan bir durum değil." değerlendirmesinde bulundu.
Olayın araştırılıp raporlaştırılması için Parti Genel Başkan Yardımcısı Mahmut Şahin başkanlığında bir komisyon kurduklarını belirten Yapıcıoğlu, "Yaşanan katliamla ilgili ‘Bu Kürt-Türk kavgasıdır, tamamen ırkçı saiklerle işlenmiş ve Kürtleri oradan sürdürme maksatlı bir saldırıdır’ deniyor. Olayın ne olduğunu biz yerinde inceleyerek tespit etmeye çalıştık. Oraya görevli olarak giden arkadaşlarımız ve genel başkan yardımcımız var. Dört kişilik komisyonumuz var. Konya’daki il teşkilatımız da komisyona yardım ediyor. Görüşmeleri yaptılar. Görüşmenin sonuçlarını da raporlaştırdılar. Biz olayın takipçisi olacağız. Olayda çocuğunu, gelinini, torunlarını yani ailesini kaybetmiş 85 yaşındaki acılı amcanın talebi adaletti. Adaletin gerçekleşmesiydi. Kimin bu işte parmağı varsa cezalandırılsın. Ama şunu söyleyeyim: Olay bir Türk-Kürt kavgası olarak nitelendirilemez. Neden? Çünkü bu iki aile arasında 2010 yılında başlayan ve bu yılın Mayıs ayında bazı nahoş olaylarla devam eden, ciddi yaralanmalara neden olan ve en son 30 Temmuz’da 7 kişinin ölümüyle sonuçlanan bu hadisede kavga edenler iki ailenin fertleridir. Mahallede hem başka Kürtler hem başka Türkler var. Bu olayların, bu kavgaların hiçbirisinde bu iki ailenin fertlerinin dışında başkalarının bu kavgaya katıldığına dair tespitimiz olmadı. İki farklı etnik grubun topyekûn kavgası değil. Birileri o tarafa doğru çekmeye çalıştı. Birileri öyle olsun diye çok ciddi bir propaganda yaptı. Fakat arkadaşlarımızın orada yaptığı tespitler var. Ben de bizzat oraya gittim. Orada aile fertlerini kaybetmiş ailenin bazı fertleriyle görüştüm. Böyle bir izlenim ben de edinmedim. Biz o aile adına, ciğeri yanan 85 yaşındaki adam adına ve bütün toplum adına bu olayın bütün yönleriyle en ince ayrıntısına kadar aydınlatılmasını ve parmağı olan kim varsa hak ettikleri cezayı almalarını istiyoruz." dedi.