HÜDA PAR Genel İdare Kurulu Üyesi Ramanlı, Rehber TV'de katıldığı programda 15 Temmuz darbe girişiminin 5'inci yıldönümü ile Türkiye'deki adalet sistemine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Sözlerinin başında 13 Temmuz 1930'da devlet eliyle gerçekleştirilen Zilan Katliamına değinen Ramanlı, şehit olan binlerce insana için Allah'tan rahmet temennisinde bulundu.
Ramanlı, "Cumhuriyet döneminin kara lekelerinden biri olan bu katliam sebebiyle devletin bu topluma bir özür, bir iade-i itibar borcu var. Yeni bir sayfa açılmasına gerek var." dedi.
Devletin kutsal addedilmesi, ilk dönem yöneticilerinin yaptığı bütün icraatlarının doğru ve tartışılmaz kabul edilmesinin bazı yanlışların üzerinin örtülmesine sebebiyet verdiğine dikkat çeken Ramanlı, "Bu durum ilanihaye böyle sürecek değil. Bu yüzden toplumsal hafızanın diri tutulması, o günlere bir daha geri dönülmemesi, katliamların bir daha tekrarlanmaması için bugünlerin unutulmaması ve tekrar tekrar hatırlatılması gerekir diye düşünüyorum." ifadelerini kullandı.
15 Temmuz darbe girişimin yıldönümü hakkında konuşan Ramanlı, darbe girişimiyle iktidarı silah zoruyla değiştirmenin amaçlandığını belirtti.
Ramanlı, "Sayın Erdoğan seçimi kazanmış ve cumhurbaşkanı olmuştu. O dönemki adıyla 'cemaat' ve hükümet arasında 2013 öncesinden başlayan bir iktidar mücadelesi ve çatışması vardı. 17-25 Aralık, MİT krizi ile ayyuka çıkan bu çatışmanın son perdesi 15 Temmuz darbe teşebbüsü oldu. Halkın ilk kez orduya karşı direniş göstermesi, toplumsal desteğin darbecilerin aleyhine gelişmesi, ordunun içindeki ciddi bir kesiminin darbeye destek vermemesi darbe girişimini başarısız kıldı. 251 insan hayatını kaybetti, iki binden fazla insan yaralandı. FETÖ’nün bu darbenin neresinde olduğu hala tartışılıyor. FETÖ, başı mı çekti yoksa birilerinin kuyruğuna mı takıldı bilinmez ama bu darbe teşebbüsünün bilinen somut tek faili durumunda. Darbeye teşebbüs etmekten dolayı binlerce asker yargılandı, pek çoğunun FETÖ bağlantılı olduğu ortaya çıktı. Haliyle bir bütün olarak darbeye teşebbüsün faturasının bedelini de o ödedi, ödemeye de devam ediyor. FETÖ’nün Türkiye’de 40 yıla yakındır oluşturmaya çalıştığı düzen, yargıdan, askeriyeye, emniyetten sivil bürokrasiye uzanan bütün kadrolaşması birkaç ay içerisinde yok oldu gitti. 40 yıllık emek 40 saat içinde berhava oldu." diye konuştu.
"Devlet, ‘Bu darbenin arkasında ABD var’ demedi, diyemedi"
Darbenin arkasındaki gücün yeterince sorgulanmadığını, ciddi bir çabanın harcanmadığını söyleyen Ramanlı, şöyle konuştu:
Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan dahi -ki bu kendisine karşı bir darbe teşebbüsüydü- katledilmek istendi, bunun için Marmaris’e helikopterle suikast timi dahi gönderilmişti. Kendisi bile açık bir dille ‘bu darbenin arkasında ABD var’ demedi, diyemedi. Aradan 5 sene geçtiği halde halen bile net, sarih bir ifade kullanmaktan kaçınıyor. Hükümetteki bazı bakanlar ABD’yi suçlayan açıklamalar yaptılar ve bu sebeple ABD tarafından yaptırımlara tabi tutuldular. Hükümete yakın basın-yayında bu darbenin ABD destekli bir darbe olduğu, hatta ABD’de kurgulandığı şeklinde haberler çıktı. Bazı iddianamelerde Adil Öksüz’den hareketle ABD’de planlandığı, ABD konsolosluğunda çalışan bir Türk vatandaşının FETÖ ile bağlantısı üzerinden bu darbe teşebbüsünün ABD talimatıyla gerçekleştiği yönünde bir takım tespitler var. Malumun ilamı olacak ama Türkiye’de askeri darbeleri bugüne kadar kim desteklediyse olağan şüpheli de odur. Bugüne kadar Türkiye’de gerçekleştirilen askeri darbelerin hangisinde ABD bir memnuniyetsizlik ifade etmiştir? Hiçbirinde. Normal şartlarda seçimle işbaşına gelmiş bir iktidara karşı yapılan bir askeri darbenin ABD gibi sözüm ona insan hakları ve demokrasi pazarlayıcısı bir ülke tarafından kabul edilmesi mümkün mü? Ama pratikte böyle olmadı, olmuyor.
Darbeciler teşvik ve tebrik ediliyor, stratejik ortaklıklar güçlendiriliyor. Benzer örneklerini biz Güney Amerika’daki askeri darbelerde görüyoruz. Orada da kendi çıkarları doğrultusunda çalışacak bir iktidar işbaşına gelecekse -velev ki bu askeri darbeyle gelsin- destekleyen bir ABD söz konusu. Türkiye’de bir yandan darbenin arkasındaki gücün ABD olduğu konusunda yaygın bir söylem geliştirilirken diğer yandan ABD ile ilişkilere özel önem atfedilmesinde bir tutarsızlık var. ABD’nin üzerinde plan yaptığı, seçilmiş hükümetine karşı yapılan askeri darbede en azından parmağı olduğu kabul edilen Türkiye gibi bir ülkede hükümetin hala bir Amerikan hayranlığı ile ABD dostluğu peşinde koşması yanlış tutumdur.
"ABD’yi darbe teşebbüsünde bulunmakla suçlayacaksınız, ama o ülkeyle olmadığınız kadar olacaksınız"
Ramanlı, "Cumhurbaşkanı Erdoğan pek çok ülkenin lideriyle uluslararası konferanslarda, toplu veya ikili görüşmeler gerçekleştirir. Nedense sadece ABD başkanıyla bir görüşmesi olacaksa, ya da ABD’den bir yetkili Türkiye’ye gelecekse basında günler öncesinden haberler yapılmaya başlanır. Yazılı ve görsel hatta sosyal medyada hükümet yetkilileri buna özel önem atfeder. ABD’yi siz karşı darbe teşebbüsünde bulunmakla suçlayacaksınız, sürekli sizin menfaatleriniz aleyhine terör örgütlerine ve size zarar vermekle suçlayacaksınız ama o ülke ve lideri başka hiçbir ülkeyle olmadığınız kadar dost ve samimi olacaksınız! Görüşmeye gittiğinizde yüzünüzde güller açacak. Her seferinde gayet olumlu, gayet güzel görüşmeler yaptık diye basına demeçler vereceksiniz. Bunu nasıl izah edebilirsiniz?" diye ekledi.
Ramanlı, "Hükümeti devirmeye çalışan FETÖ gibi yapıları desteklese bile, Fetullah Gülen’i misafir edip, mihmandarlığını yapıp, koruyup kollayıp teslim etmese bile, Suriye’de Türkiye aleyhine çalışan gruplarla, örgütlerle işbirliği bile yapsa bile müttefiklik, dostluk, stratejik ortaklık bozulmuyorsa bu, ‘ABD’ye mecburuz’ cümlesiyle açıklanabilir ancak. O halde bu mecburiyeti yaşatan sorun alanlarına yoğunlaşmak gerekmez mi? Siz ülke olarak sürekli açıklar verirseniz, iç barışınızı sağlamaz, sosyal adaleti mümkün kılmaz, ekonominizi sağlam temeller üzerinde yükseltmez, adaleti ve dirliği sağlamazsanız, zayıf kalırsınız ve tabi ki dış müdahalelere uğrarsınız, uğratılırsınız, size bu müdahaleleri yapan ülkelere de sürekli gülücükler dağıtırsınız." diye konuştu.
15 Temmuz’un halkın ilk kez darbe teşebbüsüne direndiği, sokaklara çıkıp iradesine sahip çıkması ve seçilmiş bir iktidarın tanklarla, toplarla, silahlarla devrilmesine izin vermemesinin tarihi bir olay olduğunu vurgulayan Ramanlı, bu anlamda 15 Temmuz'un bir milat olduğunu kaydetti.
"Devlet bu nimetin şükrünü eda etmekte kötü bir sınav verdi." diyen Ramanlı, "Başkentinde kendi F-16 uçakları kendi meclisini bombalanan devletin adeta kimyası bozuldu ve hükümet bir güvenlik paranoyasına teslim oldu. İlan edilen OHAL’in verdiği yetkilerin sınırları zorlanarak çok fazla genişletildi. KHK’lar eliyle binlerce personel fişlemeler esas alınarak ihraç edildi. Kurunun yanında yaş da yandı. OHAL inceleme komisyonu da çok sonradan oluşturuldu ancak isabetli ve etkili bir denetim yaptığı söylenemez. Sadece FETÖ bağlantısı ile sınırlı kalmayan ihraçlar, FETÖ’nün geçmişte hedefine koyup fişlediği sol görüşlü veya dindar insanları da içine aldı. Hala bu yanlışların düzeltilmesi noktasında ciddi sorunlar var." ifadelerini kullandı.
"FETÖ hafızası esas alınıyor"
40 yıldan beri FETÖ'nün devletin bütün kurumlarına yerleşmeye çalıştığını hatırlatan Ramanlı, Emniyet, MİT, Jandarma gibi kurumların istihbarat birimlerinde oluşturulan bilgi havuzuna FETÖ'nün uzun yıllar boyunca kendi hedefleri doğrultusunda yalan-yanlış aktarımlarda bulunduğuna işaret etti.
Ramanlı, "FETÖ sonrası dönemde bile FETÖ yargısının ve geçmişte FETÖ’nün içine sızdığı güvenlik bürokrasisinin oluşturduğu hafızası esas alındığı için değerlendirmeler de tabiri caiz ise FETÖ gözüyle yapılmaktadır. 15 Temmuz’da herkes evinde oturup kimin kazanacağına göre tavır takınmak üzere beklerken sokaklara inip darbe teşebbüsüne karşı direniş gösteren dindar insanlar bile FETÖ’nün tuttuğu fişlemelerle bu şeklide mağdur edildi." dedi.
"Güvenlik soruşturmaları, suçun ve cezanın şahsiliği ilkesine aykırıdır"
Yaygın ve geniş kapsamlı güvenlik soruşturması uygulamasının, masumiyet karinesinin de suç ve cezanın şahsiliği ilkesinin de yok sayılması demek olduğunu belirten Ramanlı, "Liyakati olduğu halde kardeşi, eşi, babası, dayısı adli işlem görmüş veya mahkûm olmuş diye insanların hak ettikleri görevlere getirilmemesi büyük bir haksızlıktır. 2018 yılında cumhurbaşkanlığı seçimleri vardı. Kimlerin cumhurbaşkanlığına aday olabileceği bellidir. Cumhurbaşkanı olma kriterleri arasında güvenlik soruşturmasından geçme şartı da konulmuş olsaydı temizlenmeyen FETÖ hafızasına göre Sayın Erdoğan hiç şüphe yok ki güvenlik soruşturmasını geçemez ve aday dahi olamazdı. Çünkü kendisi de FETÖ’nün hedefinde olan Erdoğan Selam Tevhid soruşturması kapsamında dinlemeye alınmış ve fişlenmişti." şeklinde konuştu.
"Türkiye’de darbeler döneminin kapaması için zihniyetin değişmesi lazım"
Ramanlı, "Şu anki düzende ‘evet darbeler dönemi kapandı, artık iktidarlar seçimle gelecek, askerlerin hiçbir rolü olmaz’ demek zor. Bunun için sistemin ve zihniyetin değişmesi, yönetim anlayışının ıslah edilmesi gerekir. Genel Kurmay Başkanlığı’nın Milli Savunma Bakanlığına bağlanması, jandarma genel komutanlığının İçişleri bakanlığına bağlanması gibi adımlar önemli ama yeterli olduğu söylenemez." değerlendirmesinde bulundu.
"Yargıda şu anda hem nitelik ve nicelik sorunu var"
Türkiye'nin adalet sistemine yönelik eleştiriler yönelten Ramanlı, "Türkiye’de yargı, geçmişten bugüne kadar bir biçimde siyasi iktidarın veya vesayetçi hegemonyanın, muhaliflerini sindirmenin ve cezalandırmanın aparatı gibi görüldü. Çok geçmişe gitme gerek yok. 28 Şubat sürecinde hâkim ve savcılara brifing adı altında talimat verildiği dönemleri yaşadık. Sonraki süreçlerde 2010 Anayasa değişikliği ile o dönemdeki adıyla HSYK’nın yapısının değiştirilmesi, Yargıtay’a üye seçilmesi süreçleri FETÖ için bir fırsata dönüştü. DGM’lerle süren, sonrasında özel yetkili mahkemeler eliyle yürütülen hukuk dışı uygulama ve kararlar, yargının silah olarak kullanılmasının devamı niteliğindeydi. 15 Temmuz’dan sonra hâkim ve savcıların üçte birinin ihraç edilmesiyle yargının vatandaşa bakan yönüyle felç olmasına neden oldu. Acil ihtiyaç haline gelen hâkim ve savcı alımlarında ehliyet noktasında titiz davranılmadığı ortada. Yeterli eğitimden geçmemiş, staj dahi yapamamış hâkim ve savcıların nitelik anlamındaki yetersizliği toplumda bir memnuniyetsizlik doğurdu. Yargıya olan güven bu sebeple de şimdilerde düşük seviyelerde. İnsanlar durduk yere yargıya olan güveni kaybetmediler. Yanlış ve keyfi uygulamalar, isabetsiz kararlar, yer yer mizah konusu olan tavırlar geçmişte de var olan bu güvensizliği besledi. Yargıda şu anda hem nitelik ve nicelik sorunu var. Savcı, hâkim sayısı yetersiz, yeterli şartların oluşturulması için geç kalınıyor. Üzerine bir de nitelik, tecrübe ve bilgi eksikliği, bu güvensizliğe tavan yaptırdı. Bu güvensizliğin oluşturduğu ortam nedeniyle haksızlığa uğrayan herkes twitter adliyesine başvuruyor. Sosyal medya bir yandan hak arama platformuna öte yandan da bir linç meydanına dönüştü. İnsanların yargıya güvenilmesi gerekiyor ama bunun için de öncelikle yargının bu güveni hak etmesi gerekiyor." dedi.
"Mülakat sistemi kaldırılmalı"
Mülakat sisteminin, "kayırmacılığın" veya "torpilin" yasal kılıf bulmuş hali olduğunu söyleyen Ramanlı, "Sisteme dair bütün eleştiriler ehliyet ve liyakat olmamasından kaynaklanıyor. Bu mülakat sisteminin kaldırılması lazım. Belli başlı alanlarda zorunlu olarak yapılması gereken mülakat uygulamasını genele yaydığınızda suiistimallerin önünü açmış olursunuz. Öğretmen, doktor veya mühendis alımında mülakat yapmanın bir gereği yok. Bütün yanlışlarına rağmen memur alımlarında o zamanki adıyla DMS’yi mülakat olmaksızın hayata geçiren Bülent Ecevit olmuştu. Uzun bir süre bu şekilde devam etti. Sonrasında FETÖ soruları çalıyor diye mülakat sistemi getirildi. FETÖ soru çalıyorsa çözümü bunu engellemek olmalı. Mülakat uygulaması kadroya eleman alındığı sürece ne hizmette kalite yakalanır ne de güvensizlik aşılır." diye konuştu.